Fikret Başkaya
Siyonist İsrail Devleti,
belirli aralıklarla Filistin’e saldırıyor. (Son beş yılda bu üçüncü). Saldırmak
için her seferinde bir bahane uyduruyor. Çocukları, kadınları, yaşlıları,
sivilleri vahşice katlediyor. Masum insanların üzerine bomba yağdırıyor, evleri,
okulları, hastaneleri, kamu binalarını yerle bir ediyor, istediği kadar insana
işkence uyguluyor, istediği kadarını hapse atıyor, halkı susuz, aç ve ilaçsız bırakıyor,
dış dünya ile bağını kesiyor... Bu durum sürekli tekrarlanıyor ve “uluslararası
toplum”, denilenin bu insanlık vahşetini uzaktan seyrettiğinden “şikayet”
ediliyor... Aslında bu durumun nüanse edilmesi gerekir. Veya iki şey :
Birincisi, “uluslararası toplum” dedikleri ABD, Avrupa, biraz da Japonya’dan
ibarettir. Dolayısıyla “Uluslararası Topluma” Asya, Afrika, Latin Amerika
halkları dahil değildir; ve ikincisi, İsrail’in saldırılarının arkasında, kollektif
emperyalizm denilen üçlü, ABD, AB, Japonya, bulunuyor. Bu üçlüye Kanada
ve Avusturalya’nın da dahil olduğunu söyleyebiliriz... Durum böyleyken,
“barıştan”, “çözümden”, “istikrardan”, vb. söz etmek sorunludur. Ya da şeyleri
hangi zemin üzerinde tartıştığını bilmek önemlidir. Tabii, “uluslararası toplum” denilenin de
durumdan “üzüntü duyduğu”, “kınadığı” da oluyor ama bunun reel bir karşılığı
olması mümkün değildir.
O halde sadede
gelebiliriz: Bütün bunlar neden oluyor, nasıl oluyor? Bu insanlık dramı neden
sürekli tekrarlanıyor ve işlenen insanlık suçu neden cezasız kalıyor? Neden bu
zulüm nerdeyse 66 yıldır aralıksız devam ediyor?
Siyonist devlet bildik
devletlerden biri değil. Emperyalist/kolonyalist/kapitalist Batı’nın, işte Avrupa’nın, Amerika’nın, İngiltere’nin,
Fransa’nın, Almanya’nın, Japonya’nın, vb. Orta-Doğu’daki sureti. Aslında
bunların Orta-Doğu’daki kollektif karakolu veya üssü demek de mümkündür. Bir
bakıma üs-devlet... Dolayısıyla
yeryüzünün beşeri ve doğal kaynaklarını sömürmeye, yağmalamaya, talan etmeye
devam eden, şimdilerde kollektif emperyalizm denilenin bu coğrafyadaki
uzantısı. Yaptıklarının onca zamandır hiç bir müeyyideye, hiç bir yaptırıma
tabi olmayışının nedeni bu. Siyonist İsrail devletinin arkasında koskoca bir
emperyalist blok var. Böyle bir durumda kimi kime şikayet edeceksiniz. Birleşmiş
Milletler Örgütü demek de onlar olduğuna göre... BM’nin oldum olası emperyalist
statükonun hizmetinde bir örgüt olduğunu hiç bir zaman akıldan çıkarmamak
gerekir... Neymiş efendim Amerika’da güçlü Siyonist lobiler varmış da , Amerikan
devleti onlara söz geçiremiyormuş da, bu yüzden de Siyonist İsrail devletine
söz geçirilemiyormuş! Bu saçmalığa kim inanır. Eğer Siyonist devlet küresel
emperyalist sermayeye azıcık da olsa
zarar verse, emperyalist çıkarları tehlikeye atsa, o lobilerin esâmesi okunur
muydu? Lobiler sermaye adına hareket eden, emperyalizmin hizmetinde olan örgütlerdir.
Bunları sermayeden, devletten ayrı şeylermiş gibi düşünmek abesle iştigal
etmektir... ABD’de lobiler, büyük sermaye ve devlet bir ve aynı şeydir...
İngilizler daha 1840’lı
yıllarda Orta-Doğu’da bir Avrupa devleti kurmayı akıllarına koymuşlardı. Bu amaçları
yüzyıl kadar sonra (1948) gerçekleşti. Almanların Yahudi jenosidi fırsata
dönüştürüldü ve emperyalizmin bölgedeki uzantısı demek olan Siyonist Devlet, sanki
bir organ transplantasyonu, doku nakli gibi oraya yerleştirildi. Besbelli ki,
doku uyuşmazlığı var... Başka türlü söylersek, Siyonist İsrail bir bölge devleti
değil, yapay bir oluşum ve Türkiye bu Siyonist devleti ilk tanıyan Müslüman
ülke olma ayrıcalığına sahiptir... Böylece büyük bir hevesle ABD’nin kucağına
oturduğu bir dönemde, ABD’ye, İngiltere’ye, Fransa’ya, vb. bir jest yapmış
oluyordu. Ve kurulduğu günden beri de hep Siyonist rejim safında yerini aldı.
Gerçi kullanılan dil yanılsama yaratacak cinstendi ama 1948 den beri hep pro-siyonist
bir dış politika izledi. Şimdilerde başbakan Erdoğan, İsrail’e ateş püskürüyor
ama söylediklerinin reel bir karşılığı yok. Zira “derin ilişkiler” söylenen
sözlerden daha önemli... Kaldı ki, emperyalizme, ve onun lideri ABD’ye açıkça cephe almadan, NATO’dan çıkmadan
Siyonist rejimi lânetlemenin reel bir karşılığı olması mümkün değildir. Mazlum
Filistin halkının safında yer almanın koşulu, emperyalizmi açıkça hedef almayı,
emperyalizmden kopmayı gerektirir. Küresel oligarşinin bir parçası olan
Türkiye’nin mülk sahibi sınıflarının öyle bir şeye izin vermesi mümkün
değildir. Zira bu bindikleri dalı kesmek demeye gelir... Ezilen Filistin halkının
safında yer almanın koşulu, yeryüzünün
lânetlileri safında olunduğu durumda mümkündür ve ancak o zaman söylenen
sözün reel bir karşılığı olabilir. İsrail’in arkasında sadece kollektif
emperyalizm cephesi yok, bölge devletleri de emperyalizme teslim olmuş
durumdalar. Öyle rahatsız edici bir manzara ki, nerdeyse tüm dünya Filistin
halkının düşmanı, değilse onun kaderine kayıtsız... İşte bütün mesele, neden
böyle olduğunu tartışabilmek, bilince çıkarabilmek ve gereğini yapabilmekle
ilgilidir... Bölgedeki tüm Müslüman-Arap devletleri, başta ABD olmak üzere,
kollektif emperyalizm tarafından satın
alınmış durumda. Zaten Filistin davasına sahip çıkma potansiyeli olanları da
çoktan çökertilmiş veya müdahale edemez duruma getirilmiş durumda (Irak,
Suriye, Libya, Sudan, vb.). Ve bu devletlerin başına gelen, Siyonist rejimin
güvenliği gerekçesi yüzündendir... Tabi bölgedeki “aydınlar”, akademisyenler ve
gazeteciler taifesinin de ve genel bir çerçevede emperyalizm tarafından satın
alındığını söylemek mümkündür... Eğer öyle olmasaydı, bunca yıl Filistin halkı
bu dramı yaşamaya devam eder miydi?
Bölge devletlerinin
durumu, Siyonist rejimin varlığının doğal sonucu sayılmalıdır. İsrail
devletinin varlık nedeni, bölge halklarının ve devletlerinin kendi ayakları
üstünde durmalarını, kendi kaderlerini tayın etmelerini, kendi doğal
kaynaklarını kendi refahları için kullanmalarını engellemek, bölgeyi
emperyalizmin denetimi altında tutmaktır. Tabii bölgenin emperyalizm için jeo-stratejik
önemi de son derecede büyük... Bu amaçla, bölgeyi sürekli çatışma, boğazlaşma,
terör ve kaos ortamında tutmak, oradaki halkların kendi ayakları üstünde
durmasını engellemek için, etnik, din, mezhep temelli ayrılıklar ve
düşmanlıkların sürekli olarak kaşınması gerekiyor. Böylece istikrarsızlığın
sürekliliğini sağlamak mümkün oluyor. Ve
Siyonist teorisyenler buna “kurucu kaos” diyorlar... Başka türlü söylersek,
Siyonist devletin varlık nedeni, bölgeyi sürekli bir çatışma, savaş ve kaos
ortamında tutmaktır. Başta ABD olmak üzere, emperyalizmin asıl amacı odur. O
halde sorunun nedeni-kaynağı olanlardan bir de çözüm beklemek abestir? İsrail’in
güvenliği demek, başta ABD olmak üzere, kollektif emperyalizmin çıkarlarının
güvenliği demektir. İşte Siyonist rejimin şımarıklığı, küstahlığı, kural
tanımazlığı, her türlü uluslararası hukuk kuralını ve teamülü yok saymasının,
istediği zaman istediği gibi kolonyalist yayılmaya tevessül etmesinin, katliam ve yıkım yapabilmesinin sırrı orada
yatıyor...
Aslında yıllardır devam
eden ve tüm insanlığın utanmazca seyirci kaldığı bu vahşet, insanlığın nasıl
bir ikiyüzlülük, utanmazlık ve aymazlık içinde olduğunu da açıkça ortaya koyuyor.
Filistin halkı emperyalizmin devamı ve uzantısı olan Siyonist rejim tarafından
rehin alınmış durumda. ABD başkanı
Barack Obama, “İsrail’in
kendini savunma hakkı vardır” diyor. Emperyalizmin diğer bileşenleri de
aynı fikirde... Böyle bir durum söz konusuyken, orada barıştan söz edilebilir
mi? Barıştan söz edebilmenin koşulu önce işgalcinin işgale son vermesidir. Aksi
halde kiminle nasıl anlaşacak, barış yapacaksınız. Saldıranın değil de
saldırıya uğrayanın “savunma hakkından” söz etmek ne demektir. Bu dünyada
direnme hakkı diye bir şey yok mu? Bir haydut bir evi bassa, aile üyelerini bir
odaya kilitlese, orada haydudun kendini
savunma hakkından söz edilebilir miydi?
Bir şey daha var:
Filistin halkının durumu sadece Siyonist rejimin açık saldırı anlarında ilgi
konusu oluyor. Her gün yaşanan dram pek kaygı konusu yapılmıyor. Şu an
itibariyle 900 000 insan temiz suya ulaşamıyor. Son saldırıda sular idaresi
çalışanları hedef alındı, 4’ü öldürüldü. 2006 yılından beri devam eden ambargo
yüzünden 1.5 milyon insan sayısız yokluk ve çaresizlikle cebelleşiyor.
Hastaneler ilaçsız, sağlık malzemesi yetersiz, yedek parça yokluğundan bozulan
aletler tamir edilemiyor. Hastanelerin elektrik jeneratörleri gerektiği gibi
çalıştırılamıyor.
Sahil kumsalında oynayan
aynı aileden 4 çocuğun hava bombardımanıyla öldürülmesi üzerine, İsrail’in
fanatik Siyonist dışişleri bakanı Avigdor Lieberman, alay edercesine: “Gazze’ye bir kara harekâtı yapmadan,
çocuklarımıza güvenli bir yaz tatili sağlamamız mümkün değildir” demişti. 7
Temmuzdan bu yana, geride kalan 13 günde, 306 kişinin öldüğü, 2250 kişinin
yaralandığı ve 20 bin evin yıkıldığı bildiriliyordu ve ölenlerin beşte biri
çocuk...
İsrail’deki Siyonist
rejim yıkılmadan, emperyalizm bölgeden def edilmeden, kapitalizm sorun
edilmeden, Filistin sorununun gerçek ve kalıcı bir çözüme kavuşma şansı yoktur.
Emperyalizmin bölgeden atılmasının önkoşulu da, emperyalizm kuklası, Amerikan
uşağı gerici Arap rejimlerinin yıkılması, halk iktidarlarının kurulmasıyla
mümkün olabilir ancak. Tabii Filistin halkının haklı davasını da Hamas gibi
fanatik siyasal İslamcı veya El-Fetih gibi uzlaşmacı-oportünist önderliklerle başarıya
ulaştırmak mümkün değildir. Onun dışındaki tüm ‘çözümler’ ancak seyirciyi
oyalamaya yarar. Her ülkedeki muhalefetin artık eskisi gibi davranmaması gereken
zaman gelip çattı. Filistin halkının,
başta bölge halklarının açık ve kararlı desteği olmak üzere, enternasyonalist
bir dayanışmaya ihtiyacı var ve ne yazık ki, şimdilik insanlar kaygı duymakla,
üzüntülerini bildirmekle yetiniyorlar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder