FİKRET
BAŞKAYA
Kapsamı, yoğunluğu ve etkileri
farklı olmakla birlikte, XVI. yüzyıl ve sonrasında Almanya’da,
Fransa’da, İngiltere’de, İtalya ve Macaristan’da çok sayıda
köylü ayaklanması oldu. Bu isyanlardan en kapsamlılarından biri
de Almanya’da Thomas Münzer’in önderlik ettiği ünlü
“Köylüler Savaşı”dır. Köylüler Savaşı’nın diğer
köylü isyanlarından farkı, onun ortaklaşmacı bir perspektife
sahip olmasıdır. Hareketin sloganlarından biri omnia
sunt communia (her şey
ortaktır) idi. Ve çağına göre son derecede ileri bir perspektife
sahipti. Yoksul bir ailenin çocuğu olan Thomas Münzer, çok erken
yaşta babasını kaybediyor. Slav kökenli bir zanaatkâr olan
babası, bir kont tarafından idam ediliyor. Leibzig’de teoloji
eğitimi görüyor ve rahip yardımcılığı görevine atanıyor.
Sosyal bir devrimin gerekliliğine inanıyor ve bu yüzden kurulu
düzenin efendileriyle (Sivil iktidar, Roma Kilisesi ve Martin
Luter’le) arası açılıyor. 1523’ter itibaren Luter’e yönelik
itirazının dozu artıyor. Fikirlerini köylüler arasında yaymak
için isyanı bir avantaja dönüştürmek istiyor. İsyancı
köylülerin taleplerini 12 maddelik bir manifestoda ortaya koyuyor.
Ve isyan, Almanya’nın Fransa sınırlarından Avusturya içlerine
kadar geniş bir bölgeye yayılıyor... Komutasındaki 7-8 bin
kadar savaşçı köylüyle 1525 yılında Mühlhasen ve Thuringe
kentlerini ele geçiriyor. Ve fakat Frankenhausen’deki savaşta
isyan yenilgiye uğratılıyor. Thomas Münzer yakalanıyor, başı
kesilerek idam ediliyor. (İbreti âlem için densin) Başı ve
gövdesi ayrı ayrı sergileniyor... Münzer’den yüz yıl kadar
önce benzer bir isyan da bizim topraklarımızda Şeyh Bedrettin
liderliğinde gerçekleşmişti, onun âkibeti de Münzer’inki gibi
olmuştu...
Tarih boyunca halklar isyan
etmeye devam ettiler, çoğu kez de yenildiler, liderleri, önderleri,
ön saflarda savaşanları her durumda hunharca katledildi ve Garp
cephesinde yeni bir şey yok... Aslında özgürlük mücadelesinde
yenilmek diye bir şey yoktur. Zira adımını attın mı
özgürleşmeye başlarsın ve bu öylece sürüp gider... Her ne
kadar isyanlar kısa vadede yenilmiş gibi görünseler de her zaman
bir şeyleri değiştirmeyi -az ya da çok- başarmışlardır.
Mücadele deneyimleri nesilden nesile aktarılmış, ilham, cesaret
ve umut kaynağı olmuştur.
Köle ve köylü
isyanlarından, ekonomik ve politik devrimlere: Modern zamanlar.
Avrupa’nın batısında XIII.
yüzyılda başlayan ekonomik ve sosyal değişim, 1492 sonrasında
“Yeni Dünya”nın “keşfi”yle (fethi demek daha uygun)
hızlandı. XVIII. yüzyılın son iki on yılında da yeni bir
rotaya girdi. XVIII. yüzyılın sonunda ortaya çıkan iki önemli
olay (devrim): İngiliz sanayi devrimi ve Fransız politik devrimi
sadece Avrupa’nın değil, bir bütün olarak insanlığın
manzarasını baştan aşağı değiştirecekti. Bunlardan birincisi
olan sanayi devrimi, o tarihten sonra ekonominin üzerinde yol
alacağı teknik temeli oluşturdu; ikincisi de politikanın
(yönetimin) nasıl yapılacağını, devlet yönetiminin nasıl bir
temel üzerinde yol alacağını belirledi. Elbette insanlık
tarihinde müstesna öneme sahip bir yeri olan Büyük Fransız
Devrimi’nin gerisinde de “aydınlanma” (Lumières) ve modernite
devrimi vardı. Sanayi devrimine kesin bir tarih atfetmek pek uygun
olamasa da James Watt’ın buharlı makinanın telif hakkını
aldığı 1784 yılı başlangıç tarihi sayılabilir... Ondan beş
yıl sonra da (1789) Fransız Devrimi patlak verecekti.
O tarihten sonra kapitalizm,
hızlı bir gelişme kaydedecek, eski üretim, tüketim ve yaşam
biçimlerini alt-üst edecek, bir tsunami gibi her şeyi kapsayacak,
kendi mantığını dayatacak, velhasıl geleneksel yapıları hızla
dönüştürecek ve kendi suretinde bir dünya yaratacaktı. Bu,
artık her şeyin metalaştığı, paralılaştığı, bir alım-satım
ve ticaret konusu olduğu dönemdi. Fakat kapitalizm esas itibariyle
mülksüzleştirerek sermaye biriktirmek, her seferinde daha çok
biriktirmektir. Zira sermaye biriktirmenin öteki yüzü,
mülksüzleştirme, proleterleştirmedir. Başka türlü ifade
edersek kapitalizm, kutuplaştırıcı bir temel eğilime ve dinamiğe
sahiptir. Yoksulluk üretmeden zenginlik üretemez, kutuplaştırmadan
yol alamaz. Dolayısıyla kapitalist gelişmenin ileri her aşaması,
geniş toplum kesimlerinin yaşam koşullarının göreli ve mutlak
kötüleşmesiyle sonuçlanabilirdi ancak. Kapitalizmde mündemiç
bir temel çelişki demeye gelen ‘üretim
için üretim’ sapması,
bu gün insanlığın yüz yüze geldiği sayısız insanî ve
toplumsal kötülüklerin ve ekolojik bozulmanın yegane nedenidir...
Sanayi devrimiyle birlikte ortaya
çıkan teknik gelişmeler, doğal ve mantıkî olarak insanların
daha kolay, daha az zahmetle, daha az zamanda üretip daha iyi
yaşamalarına imkân vermesi gerekirken, çelişik olarak her teknik
ilerlemeyle birlikte emekçi halk sınıflarının durumu kötüleşmeye
devam etti. Üstelik söz konusu süreç, sadece insanî ve sosyal
mahiyetteki sorunları azdırmakla da kalmadı, doğanın dengesini
ve toplum-doğa metabolizmasını da çatlattı... Velhasıl
şimdilerde kapitalizm, gezegende yaşamı tehlikeye atmış
bulunuyor.
Sanayi devrimiyle birlikte
başlayan süreç, bir taraftan mülksüzleşmeyi derinleştirirken
diğer yandan da onunla birlikte işçi sınıfının yaşam
koşullarını dayanılmaz hâle getirdi. Sanayi devriminden sonraki
ilk on yıllarda günlük çalışma süreleri 14-16 saate kadar
çıkıyordu. Kadın ve çocuk emeği sömürüsü de istisna değil,
kuraldı. Fabrikalarda çalıştırılan çocukların yaşı 5’e,
4’e kadar iniyordu... Genel bir çerçevede işçiler, ikili
saldırıyla karşı karşıyaydılar: 1. İşverenin baskısı; 2.
Devletin baskısı. Oysa Fransız Devrimi “eşitlik ve özgürlük
ilkeleriyle insan ve yurttaş haklarını tüm insanlar için
vazgeçilmez ilân etmişti. Ama daha devrimin ikinci yılında
(1791) işçilerin bir araya gelip dernek kurmaları yasaklanmıştı.
Fakat tüm baskılara ve yasaklara rağmen çatışmalar yayılıyor,
mücadele devam ediyordu... 1831 yılında Lyon’da patlak veren
ünlü Canuts isyanı,
hunharca ezilmişti. Aynı şekilde Paris’te işçiler, orduya
karşı sokaklarda barikatlar kurmuşlardı.
Bu dönemde işçi sınıfının
içine sürüklendiği sefalet ortamı ve dayanılmaz yaşam
şartlarıyla ilgili olarak, Fransa’da Emile Zola’nın,
İngiltere’de Oliver Twiste’in romanları son derecede
öğreticidir... Elbette sayıları hızla artan ve yaşam koşulları
da hızla kötüleşen işçi sınıfının (proleteryanın) bu
saldırı karşısında sessiz ve tepkisiz kalması mümkün değildi.
Daha önce söylediğimiz, saldırı-karşı saldırı diyalektiği
hükmünü icra etmek durumundaydı. Mücadele içinde işçiler,
kendi konumlarının bilincine vardılar ve bir işçi sınıfı
bilinci de ortaya çıktı. Kapitalizmin saldırısına karşı
ortaya çıkan ilk tepki İngiltere’deki Luddites
isyanıydı ve bu
hareket, 1811’den itibaren yaygınlaşacaktı. Aslında Luddites
isyanı, bir tür
içgüdüsel tepkiydi: İşçiler yaşamlarını çekilmez hâle
getirenin fabrikalar olduğu düşüncesiyle makineleri kırıyor,
fabrikaları ateşe veriyor, patronların (efendilerin densin)
evlerini talan ediyordu... Rivayete göre hareket adını, Ned Ludd
adında bir işçiden alıyor. “Kaptan Ludd”, “General Ludd”,
“Kral Ludd” olarak da anılan Ludd’un bir tür efsaneleştiği
anlaşılıyor... İleriki dönemde Luddism ve/veya Luddist,
terimleri teknolojiye karşı olanlar için de kullanılmıştır.
Her seferinde ordu, bu isyanları eziyor ve kontrol altına alıyordu.
Makineleri asıl düşman olarak gören (algılayan) bu mücadele
tarzı, 1820’li yıllardan itibaren etkisizleşiyor: Köksüzleşen
kalifiye olmayan yeni proleterler arasında gruplaşmalar ortaya
çıkıyor, bir dizi mezhep oluşuyor ve daha sonra politik eylem
girişimleri başlatılıyordu... 1836’da Chartiste
hareket, genel
oy hakkı ve maaşlı milletvekilliği için mücadele yürütüyor
ve bu mücadele 1848’de başarısızlığa uğruyordu... 1834’te
Robert Owen ilk işçi sendikasını kuruyor ve artık işçi sınıfı
için örgütlü mücadele dönemi başlıyordu. Nihayet 1884’de
‘Sendika ve Grev Hakkı’ kabul ediliyor, o tarihten sonra
sendika, grev ve toplu sözleşme pratiği yerleşiyordu...
Tüm Avrupa’yı saran ‘1848
Devrimleri’nden sonra mücadele, yeni bir sürece girdi. Aynı
yılda Sosyalist teorinin kurucuları ve mücadelenin liderleri olan
Marx ve Engels’in ortak kaleme aldıkları Komünist
Manifesto [1848]
yayınlandı. Artık sınıfsız-sömürüsüz, sınırların
olmadığı bir insanlık toplumunun imkân dâhilinde olduğu
düşüncesi zihinlere yerleşmekteydi. 1864 yılında “Komünist
Enternasyonali” olarak da bilinen “Uluslararası
İşçi Derneği”nin
(L’Asociation
İnternational des Travailleur) toplanması, işçi hareketi ve
sosyalist mücadele bakımından sembolik ve reel bir öneme sahipti.
Batı’da (Fransa’da) kapitalizmden çıkma ve sosyalist bir
toplum kurma yolundaki ilk kalkışma 1871’de ortaya çıkan “Paris
Komünü”ydü.
Gerçi Komün, ezildi
ve ömrü
çok kısa oldu ama sosyalist bir toplumun mümkün ve gerekli
olduğuna dair bilincin canlı kalmasını sağladı.
O dönemden sonra sosyalist bir
toplumsal düzen için verilen mücadele,
biri Marksizm, diğeri
de Bakunin ve Jeseph Proudhon’un öncülük ettiği anarşizm olmak
üzere iki rotada yol alacaktı. Anarşizm başlarda özellikle
Rusya, Fransa, İspanya ve İtalya’da etkili olsa da 1900’lerin
başından itibaren politika alanındaki etkisi ve görünürlüğü
zayıfladı.
Batı Avrupa’da işçi
sınıfının örgütlü mücadelesi önemli kazanımlar elde etti:
İş istikrarı sağlandı, iş kazaları önemsenir oldu,
1850-1860’lı yıllardan başlayarak ücretlerde sürekli bir artış
sağlandı, sosyal konut planı gündeme getirildi ve genel bir
çerçevede işçilerin yaşam standardı görece iyileşti...
İzleyen dönemde büyük
sendikalar ve sosyalist/işçi partileri kuruldu. Lakin burjuva
parlamentosuna dâhil olmak, zamanla mücadelenin etkinliğini zaafa
uğrattı. Kapitalizmi aşma hedefi savsaklandı.
Reformist/revizyonist bir rotaya girildi.
Aslında işçi sınıfı
mücadelesinin genel bir çerçevede iki rotada ilerlediğini
söylemek mümkündür: Fransız sendikacılığı devrimci bir
karaktere sahipti. Kapitalizmi aşmayı hedefliyordu. CGT
(Confédération Générale du Travail) 1895’te kuruldu.
İngiltere’deki sendikacılık pratiği, kapitalizmi aşmak gibi
bir perspektife sahip değildi. Sistem içi mücadeleyle durumunu
iyileştirme tercihi yapılmıştı. ABD’de zaten oldum olası
konsensüs kültürü
geçerlidir. Baştan itibaren devletin ve sermeyenin kontrolünde bir
mücadele pratiği geçerli oldu. Almanya’daysa, sendikacılık
alanında ikili yönetim (cogestion) modeli geçerli oldu. İşçiler
işletmenin ve ekonominin yönetimine katılmakla yetindiler. Sistemi
dönüştürme, kapitalizmi aşma perspektifine daha baştan
yabancılaştılar. Aslında genel bir çerçevede İngiliz, Alman ve
Amerikan sendikacılık hareketi konsensüs
sendikacılığı
olmanın ötesine hiç bir zaman geçemediler… (6)
Elbette XIX. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren Batı’da işçi sınıfının durumunda
göreli ve mutlak bir iyileşme oldu ama bu durumu kolonyalist ve
emperyalist yayılmadan, dünyanın geri kalanının yağma ve
talanından bağımsız düşünmek doğru olmaz. Batı’da,
kapitalist/emperyalist ülkelerde işçi sınıfının durumunun
iyileşmesi, yeryüzünün
lanetlilerinin durumunun
kötüleşmesinden bağımsız değildi... Aynı şekilde
Emperyalistler arası II. savaş (1939-1945) sonrasında Batı’da
yaşam standardının hızlı yükselişinin asıl nedeni de başta
enerji (petrol) olmak üzere, Üçüncü Dünya denilen ülkelerin
doğal kaynaklarının nerdeyse bedavaya kullanılmasıydı...
Kapitalizmi aşmaya dönük,
itirazlar, isyanlar, başkaldırılar, ödenen onca bedele rağmen bu
güne kadar başarılı olamadı. Kapitalist sömürü, yağma ve
talan, kaldığı yerden devam etti. Ve fakat insana, doğaya, canlı
yaşama düşman kapitalist sistem, artık tam bir sürdürülemezlik
tablosu ortaya
çıkarmış bulunuyor. Doğanın dengesi hızla bozuluyor, sosyal
kötülükler çığ gibi büyüyor, yaşam anlamsızlaşıyor,
tehlikeye giriyor ve hâlâ insanlara, sabrederlerse işlerin ilerde
“düzeleceği”, daha iyi olacağı söyleniyor... Velhasıl
ilerleme ve kalkınma adına insanlığın ve uygarlığın geleceği
tehlikeye atılmış bulunuyor. O hâlde iki şey: Ya vakitlice
kapitalizm belası defedilecek, insana saygılı, doğayla uyumlu
yeni bir uygarlık tercihi yapılacak ya da insanlığın bir
geleceği olmayacak. Zira insan toplumlarının eylemi, artık
jeolojik dönüşümler (anthropocène) yaratacak düzeye ulaşmış
bulunuyor.
- Karl Marx- Friedriche Engels, Komünist Manifesto, Almancadan çeviren. Nail Satlıgan, Yordam Kitap, ss: 40, 41.
- 2. Fikret Başkaya, Yediyüz- Osmanlı Beyliğinden 28 Şubata, Bir devlet geleneğinin anatomisi, Özgür Üniversite Kitaplığı.
- Elton, G.R (1964), Reformation Europe 1517-1559, London and Glascow, Collins. 3rd. Edition.
- Alaêddin Şenel, Kemirgenlerden Sömürgenlere- İNSANLIK TARİHİ, İmge Kitabevi, Ankara, 2006, s. 739
- A. Şenel, age s. 741
- Bu konuda bkz: Samir Amin, “Sosyalizme Doğru Halk Hareketlerinin Birliği ve Çeşitliliği”, Çev: Fikret Başkaya, www.ozguruniversite.org
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder