Prof. Dr. Yalçın Küçük
Ve sırada tarih var ve katkı var.
Yalnızca özet sunmak durumundayım.
***
Tocqueville’in, “L'Ancien Régime et la
Révolution”, çok iz bırakan bu eseri, 1856 tarihli, üzerinde de çok
durulmuş ve yazılmıştır. 1912 yılında Gustave Lanson, Histoire
de la Littérature Française, özünü ve özetini, La Révolution s’est
faite en 1789, parce qu'elle était déjà à demi faite, “Devrim” yapıldı çünkü o
tarihe gelinceye kadar zaten yarı yarıya yapılmıştı, cümleciği ile açıklıyor.
Bunu, bir anlamda, çok tekrarlamıştım; akepe, Eylülist Darbe ile birlikte, 12
Eylül 1980, iktidara yerleşmeye başlamıştı ve 3 Kasım 2002 tarihinden önce yarı
yarıya iktidardaydı. Bunda artık bir kuşku yoktur. Görüyoruz.
Peki ne görüyoruz; iktidarda çok
hazırlıksız ve hiç bi-şi öğrenmemiştir ve bilmemektedir.İktidar etmeyi
bilmiyor, sanki Nil Nehri’nde bir sepettir ve bildiği imam-hatip okulu ve
hürriyetleri tahrip etmekten ibarettir.Gördüğümüz işte budur.
YARI YARIYA ATILMIŞ TEMEL
Bir, Kurtuluş Savaşı’na geldiğimizde,
Cumhuriyet’in temelleri, était déjà à demi faite, yarı yarıya
atılmıştı.Cumhuriyetçi yapılara ve kadrolara sahiptik; katkı diyorum.
İki,
İsmet Paşa, halk dili ile söylendiği üzere, “İkinci Adam” değil,
hep“bir buçukuncu yerde” bulunuyordu
ve tabii Büyük Kurtarıcı bir istikamet idi ve İnönü tutmuştur. Hedeften sapma
ve yalpalamaları önleyebiliyordu; Takrir-i Sükun ve Devletçilik politikalarında
bunu netlikle görebiliyoruz.Triumvira içinde Kemal-Kazım-İsmet, pek
modernisttir. Biliniyordu, güçlüdür, Kurtarıcı’nın yerine geçmesi kolay olmuştur;
maddi açıdan rakipsizdi, kabul durumundayız.
Üç,
Ancien Régime, Devr-i Osmani devrilmiştir, “Devrim”tamamlanmamıştır. Altmışlı Yılların,
“eksiklikleri tamamlamak”, İkinci Kurtuluş Savaşı programları, Mehmet Ali
Aybar, Doğan Avcıoğlu, Hikmet Kıvılcımlı pek doğrudurlar. Aybar
gösterişli-senaryocu ve Avcıoğlu, soğukkanlı-stratejici, tabansız Cumhuriyet’e
taban inşa etmek istediler.İsteklerini kalıcı biliyoruz.
Dört, İsmet Paşa, İkinci Dünya
Savaşı’nın sonuna, 1945-1946, geldiğimizde, bütün korkularını abartmıştır ve
Amerika’nın yeni bir Ortadoğu kurma politikası, adeta ürkütüyordu. Truman
Doktrini 1947 ve Israel’in Kuruluşu 1948, ki Hürriyet Gazetesi bu program
içindedir, İsmet Paşa için asimilasyon zor işledi; sol örgütler ile aydınları
ezip, Demokrat Parti’yi kurarak üstesinden gelmeye çalıştılar. Nazım Hikmet’in
hapsedilmesi Ordu’ya karşı bir tertip, Tan Gazetesi Baskını sola ve aydına bir
tehdit ve Sovyetler Birliği’nin toprak ve üs istediği yalanı, Amerika’ya bir
davet oldular. İsmetist Cumhuriyeti dayadılar.
YALANLAR
Sovyetler Birliği’nin toprak ve üs
istediği kampanyası, daha sonraki yıllarda icat edilmiş Kemal Kılıçdaroğlu
ölçüsünde bir yalandır; ikisinin de benim tarafımdan bozulduğunu kabul
ediyorum. Yalanlardan büyüğünü, toprak-üs, tarihsel ve küçüğünü, Kılıçdaroğlu,
aktüel olarak hallettim, kimselerin üstlenmedikleri işleri yapıyorum, iş
biliyorum.
Beş, on yıl sürmüştür, 1945-1946 ve
1955-1956, İsmet Paşa, kendi tabiri ile çizmelerini giymiştir, hatırlıyoruz ve
Adnan Menderes Said-i Nursi ile Şeyh Said’in kızı tarafından torunu Abdülmelik
Fırat’ı ileri sürmüştü ve biliyoruz. 1960 yılının baharında, Menderes’in yüzüne
“seni ben de kurtaramam” hükmü okunmuştu ki, sonudur.Ve boş tabanda bir halk
bitmiştir, 1960 her zaman büyük ve şanlı bir halk hareketidir, içinden
geliyoruz.
***
Hem Erdogan ve hem de Hüseyin Çelik
nurcudurlar. Tabii yaşananları, bir şekilde, Said-i Nursi vs Fethullah Gülen
kavgası olarak görmek durumundayız.Ama detay, abartamayız.
YENİ İNSANIN SAHNE ALIŞI
Her şeye rağmen, kırklı yıllarda
sınıfi örgütlenmelerin kapılarının açılması ve ellili yıllarda hızlı
kapitalizasyon ve urbanization, köy romanlarından egzistansiyalizme kadar
uzanan edebiyat patlaması, yeni insanı ortaya çıkarıyordu. 28-29 Nisan 1960 ve
15-16 Haziran 1970 işte bu yeni insanın adlarıdır.Gezi İsyanı, bunların yanında
küçüktür, semboliktir; ancak bir çölde, ansızın fışkıran vahadır ve bu nedenle
sevinçtir.Seviniyoruz ancak teorik analizini henüz yapmış olmaktan uzaktayız…
YENİSİNE YAKLAŞIYORUZ
Kıvılcımlı, Belli, Aren, Boran,
Aybar birikimdiler, Altmışlı Yıllar’da güzel insanları oynadılar. Avcıoğlu yeni
idi ve oyun kuruyordu. Odtü’den öğrencilerim Sinan Cemgil ve Hüseyin İnan,
Hukuk’tan Deniz Gezmiş ve Siyasal’dan Mahir Çayan, on yılda Türkiye’yi
salladılar. Bu on yılın resmi yapılmadığı, müziği bestelenmediği ve romanı
yazılmadığı için çok hayıflanıyorum; şahane on yıllar, düşündükçe heyecan
duyuyorum.Yaşamamak ve yazılmamış romanını okumamak büyük bir kayıptır.Ama
yenisine yaklaşıyoruz; içimden sesleri geliyor.
Ve 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 ve 3 Kasım 2002-Akepe
Darbeleri, hepsi hepsi, sadece şahane on yıla karşıdırlar ve bozuk insan
üretmeyi hedef aldılar. Dini bunun için çarpıttılar.Ve çarpık dini her yere
sokmaya çalıştılar. Din mi, evden çıkınca çarpılmaktadır ve yayıldıkça
bozulmaktadır. Mayasını tarif ediyorum.
DAVA ŞEHVETİ
Dava üstüne dava açtılar ve dava
şehvetine düştüler.12 Eylül ve 28 Şubat Davaları şehvetlerindendir; ilki, bir
müslümanın, bir hanife, bir İbrahim’e, bir Abraham’a küfrüdür. Bu nedenle show
tuttular. 28 Şubat Davası, vicdansızlık yerinedir; 28 Şubat ve cenin oldular,
bununla mahkemeye düşmek, canlının doğumunu bilmemesi, anlamındadır. Konsiyans
da diyoruz, Fransızca “vicdan”, bir tür kendini bilmeme halidir; ve nihayet
kapattılar.
Ve 12 Eylül 1980 tarihinden bu yanan en mükemmel
verimleri, Oğuz, Kaan ve Barış adlarındadır, adları bizim kendileri bozuk ve
çarpılmış haldeler. İslam mı, bilmiyorlar ve bizden mi, laiklik mi,
inanmıyorlar ve bu bebelere yazık ettiler. Hem bilgisiz ve hem inançsızdır ve hem imam ve hem hatiptirler. Çarpılma
buradadır ve çarpıklık budur.
Prof. Dr. Yalçın Küçük
Kaynak: Odatv.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder