Yalçın Küçük
İnsan söz konusu olunca, kapitalizm, bir yabancılaşma
düzenidir. Kapitalizmde insan yarattıklarına yabancılaşıyor; kapitalizmde
insanın yarattıkları insanı eziyor. Meta, emeğin yarattıklarındandır; ancak
insan, kapitalizmde, kendi yarattığı metalar tarafından esir düşüyor.
Esaret, belki de kölelikten iyi sayılıyor ve bu nedenle
kapitalizm, Orta Çağ’a göre bir ilerleme kabul ediliyor. Kapitalizmi izleyen
tekeller düzeninin bir ilerleme olduğundan pek çok kuşku duyuyorum. Tekeller
düzenini, Orta Çağ’ın işkence sistemlerinden hareketli duvarlar mekanizması
olarak algılıyorum, bu düzende bir duvar, yavaş yavaş, ancak sürekli olarak
insanı tepeden aşağıya, sıkıştırıyor.
Eziliyor ve posası çıkarılıyor; insan, sürüye dönüşüyor.
Bu düzeni bir kapıdan insan alan ve diğer kapıdan sürü
çıkaran bir fabrika olarak görüyorum.
Fakat yine de insanın tükenmeyeceğine inanıyorum. İnsan
tükenmez; evrenin en güçlü ve en çok canlı yaratığının insan olduğundan kuşku
duymuyorum. İnsan hep kendisini yeniden yaratıyor ve insanoğlu hep kendisini
yeniden sıçratıyor.
Bu serüvendir; tarih ve sınır tanımıyor. Tekeller düzeni
insanı her gün gıdım gıdım, “mutterid” ve “mütecaviz” darbelerle eziyor,
küçültüyor ve sürüye çeviriyor. İnsan buna karşı, düzensiz, apansız ve hep
sıçramalı kalkışmalarla cevap veriyor; düzen sürekli olarak eziyor ve
küçültüyor, buna karşılık insanlık ise, birdenbire, beklenmedik bir yerde,
zembereğini kırarcasına, cevap veriyor. Her cevapta insan biraz daha yükseliyor
ve kaybettiklerini kazanmakla kalmıyor, daha da sıçrıyor.
İnsanın yükselişi sıçramalıdır.
İnsanlık, yükselişini, ancak zemberekleri parçalayarak
gerçekleştiriyor.
İnsanlık bir bütündür, bir yerdeki sıçrama, bir
coğrafyadaki zemberek parçalama, hemen bütün insanlara mal oluyor.
Bu yüzyılda insanlık, önce 1917 yılında, Rus kimliğiyle,
Petersburg’da ya da Moskova’da görünüyor; Lenin ve çocukları, Rusya’da
insanlığın üzerine gerilen duvarları parçalıyorlar. İnsanlık sıçrıyor. 1920
yıllarında Anadolu’da bir teğet olup, 1930’lu yıllar İspanya’da patlıyor. 1930
yıllarında insan, İspanya’da iç savaştadır ve dünyanın diğer yörelerinde
yaşayanlar insanlıklarını hatırlayarak, İspanya dağlarına koşuyorlar. Kurtarmak
istedikleri kendi insanlıklarıdır; insanın patlayışı, 1940 yıllarının
başlarında, Fransa’da Fransız giysileriyle Fransız resistansındadır. Kırk
yıllarının ikinci yarısında insan, Çin’lidir, bütün insanlık, önde Başkan Mao
bir büyük yürüyüştedir. 1950 yıllarının sonlarına doğru insan, Küba Adasında
zincirlerini dağıtma savaşı veriyor. Başkan Castro ve Che Guevara, sadece kendi
onurları için değil, bütün insanlık için savaşıyorlar. 1960 yıllarında
insanlığın sıçrayışı Vietnam renklidir. Yiğit Vietnam halkı insan olmanın ancak
yiğit olmakla mümkün olduğunu bütün insanlığa öğretiyor. Eylemli olarak
kanıtlıyor. İnsanlık, daha sonraki yıllarda Angola ve Nikaragua’da patlıyor; ne
yazık güdük kalıyor.
Bu bölgede Osmanlı düzeninde, Ermeniler, uluslaşma
sürecine çok geç giriyorlar. Uzun yıllar “sadık millet” olarak yaşıyorlar.
Türkler, Ermenilerden de geç kalıyorlar ve kime sadık olacaklarını pek
bilemeden daha çok Ermenilere tepkiyle ulusçuluğu öğrenmeye başlıyorlar.
Kürtler daha geç kalıyorlar ve belki de bu gecikmeleriyle, insanlık için bir
şans yaratıyorlar.
Şimdi dünyanın umutsuzluğunun kara bulutlarıyla
bastırıldığı bu tarih döneminde insanlık Kürdistan’da patlıyor. İnsanın doğuşu
Kürdistan dağlarındadır.
İnsan gıdım gıdım, milim milim değil, sıçramalarla
yükselen yaratıktır. Ezilmiş Kürt, kimliği yasaklanmış Kürt, dili kesilmiş
Kürt, ezikliği kişilik yapmaya zorlanmış Kürt, sürüleştirilmek istenen Kürt,
şimdi zemberekleri kırmaya başlıyor. Bu patlama buradan geliyor. Bu çığlıklar,
bu ağıtlar, bu bayramlar, bu hüzünler, bu heyecanlar her doğumda ve her yeniden
doğumda, rönesans, duyulan seslerdir; sesler insanın doğuşunu haber veriyor.
Şimdi insanın doğumunu ve yükselişini mücadele eden Kürt’te görüyorum ve
duyuyorum.
Eziklik yükselişe sıçramanın heyecanını görüyorum ve
duyuyorum.
Beka Vadisi’ndeydim; hepsi gençti ve gençlerden birisi
yaklaştı. Hukuk fakültesini bitirmiş ve öğrenciliğinde konferanslarıma,
panellerime dinleyici olarak katılmış olduğunu söyledi. Gerilla
üniformasıylaydı, ama yine de ne yaptığını sordum. “Ceza Mahkemesi Başkanıyım”
dedi. Çok büyük heyecan duydum. Bir şansla, belki de 20 – 25 yıl sonra ve
mutlaka Kürt kimliğini reddetmek koşuluyla baş ceza yargıcı olabilecekti. 23
yaşındaki Ceza Mahkemesi Başkanı’na gıpta ettim.
İstanbul’da Gazeteciler Cemiyeti Lokali’ndeydim. Cemal
Süreya’nın ölümüne 2 ay kadar bir zaman kaldığını bilmiyordum. Cemal, aynı
lokalde Pazartesi Toplantıları’nı yapıyordu. Yıllardır sık sık görüşmesek de
bir yakınlığımız vardı. Cemal, masasından kalktı, yanıma geldi, sarıldı, öptü
ve kulağıma “Yalçın, ben de Kürdüm” dedi. Yıllardır Cemal’i bilmeme karşın ben
Cemal’in Kürt olduğunu bilmiyordum. Belki Cemal de bilmiyordu.
Cemal Süreya, Kürtlüğü’nü, kökünü duyarak öldü. Mücadele
sayesindedir. Cemal Süreya, ölümüne yakın kimliğine kavuştu. Mücadele
sayesindedir.
İnsanın yükselişi mücadelededir.
Mücadelede bir yükselişi, bir doğuşu buluyorum. Bunun tüm
insanlık için olduğunu düşünüyorum.
İnsanlık bütündür ve nitelikseldir.
Ekim ayı ortalarında Avrupa’daydık. Basel’deki
toplantılarımıza Xemgin de katıldı. Güneydenmiş; çok güzel türküler söylüyordu
ve kitleler, Xemgin’i alkışlıyordu. Mücadele sanatçı Xemgin’i yaratmış
olmasaydı, Xemgin ezik kişiliğiyle kimliksiz bir çoban ya da işçi olarak
kalacaktı. Stuttgard’da Zozan bize katıldı. Ünü şimdiden Avrupa’nın
göçmenlerini tutmuş görünüyor. Ev kadınıymış; mücadele olmasa, kocasının
çoraplarını yamamakla yetinecek ya da sadece çocuk bakıp bulaşık yıkayacaktı.
Şimdi bir sanatçı doğuyor. Sanatçı, insanın en üst türlerinden birisidir,
mücadele sayesindedir.
Lyon ve Paris’te Ozan Comert bizimle oldu. Paris’te
Türkçe ve Kürtçe türkülerin arasında “Conkbayırında Türkler ve Kürtler omuz
omuza mücadele ettiler, haydi” diye sesleniyorlardı. Salon alkışlarla doluyor,
mücadele sayesindedir.
İnsan mücadele ile doğuyor ve yükseliyor.
Aristotateles, insan politik bir hayvandır, diyor.
Fransızlar buna insanın düşünen hayvan olduğunu ekliyorlar. Bu tanımların
geride kaldığını düşünüyorum. İnsan, mücadele eden yaratıktır. Mücadele
etmeyene sürü deniyor.
Bu topraklarda şimdi, Kürt mücadele ediyor; İnsan
doğuyor.
Ne mutlu mücadele edene!
Ne mutlu Kürdüm diyene!
Ne mutlu yükselişin bayrağını tutana; Doğan insana!
------
Kaynak: (“Emperyalist
Türkiye”, sayfa: 150-3, Başak Yayınları, Temmuz 1992, Ankara.).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder