28
Ocak 2013 Türkiye Komünist Fırkası kurucuları Mustafa Suphi - Ethem Nejad ve
arkadaşlarının Ankara’dan Kemal Paşa’nın emriyle, Erzurum’dan Kâzım Paşa’nın da
dahliyle, Pontos’lu Rumların, Ermenilerin (sonra da Koçgiri’li Alevi Kürtlerin)
katili MAH’çı eşkıya Giresunlu Osman Ağa’nın organizasyonuyla, infazcı katil
diğer bir MAH’çı Yahya Kâhya ile adamları tarafından öldürülmelerinin 83.
Yıldönümüdür.
Bu toplu suikasti 2007’de Ocak ayında Hrant
Dink’in öldürülmesine benzetebiliriz.
Nasıl ki, Hrant Dink suikasti devletin (merkezi
ve mahalli) kolektif bir cürümüyse, bu suça devletin gizli açık idari ve adli
kurumları iştirak etmişlerse, Suphi-Nejad ve arkadaşlarının katlinde de Ankara
Hükümetinin, --o yıllarda adı TSK olmayan-- askeriyenin, gizli teşkilat MAH’ın ve
şehir eşrafının-- dükkânları kapattırıp gösteri yaptıran hacı-hoca takımının
işbirliği vardır.
Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, Meclis Reisi
Mustafa Kemal Paşa’ya verdiği raporda cinayeti Osman’ın işlettiğini yazmıştır.
Bugünkü terimlerle konuşursak, Kemalistler,
Özel Harp’çiler ve dinciler ortak düşmanları komünizme karşı el birliği ve suç
birliği etmişlerdir.
BMM henüz 1 yaşına bile basmamışken işlenen
cinayetin ortakları arasında sonradan siyasi nedenlerle ayrışma çıktığında,
Kemal Paşa’nın fedaisi Osman Ağa, Meclis’teki 2. Grubun başı ve Kemal’in
muarızı Ali Şükrü Bey’i evine kahve ve nargile içmeye davet edecek, boğdurarak öldürtecekti.
Osman kimdi? Kemal Paşa’nın Mayıs 1919’da
Samsun’a geldiğinde Havza’da ilk görüştüğü kişilerden birisiydi, Osman’ın
çetesiyle birlikte Rumları, Ermenileri kitle halinde öldürdüğünü öğrenmiş ve
onun çetesinden faydalanmak istemiş olan Paşa “bundan sonra seninle birlikte
çalışacağız, sana itimadım tam” demişti.
Bu çok güvenilir şahıs 1. Dünya Harbinde
mazbatayla ordudan aldığı buğdayları 100.000 Liraya Giresun Nokta
Kumandanlığına satmış, Rumların ve Türklerin arazilerine el koyarak yakınlarının
veya kendisinin mülkiyetine geçirmiş, kendisini zorla Giresun Şehir Emini
(Belediye Başkanı) ilan etmiş birisiydi. Yöre halkı ondan yaka silkmekte, “
aman bizi bu adamdan kurtarın” demekteydi.
Dahası da, aynı kişi Ermeni tehciri
sırasında işlediği insanlık dışı suçlar yüzünden gıyabında verilmiş idam kararı
ile aranmaktaydı. Saklandığı Şebinkarahisar’dan getirtilip taltif edilen eli
kanlı haydudun çetesi Nisan 1920’de BMM kurulduktan altı ay sonra Çankaya’ya
muhafız birliği yapılmış, hiçbir tahsili olmayan, haydutluktan ve insan
öldürmekten başka bir işlevi bulunmayan Osman da Muhafız Birliği’nin başına
geçirilmişti.
Yeni devletin temelleri Osmanlı’nın Ermeni
katliamından mahkûm ettiği kişiyi Reis’in yanı başına getirerek atılıyorsa,
sonraki kanlı tarihe bugün şaşmamak gerekecektir.
1921’de ise Koçgiri İsyanını bastırmaya
giden Sakallı Nurettin Paşa’nın yanına Osman destek olarak gönderilmişti.
Eşkıya başı, Koçgiri’de 60.000 koyun ve sığıra el koyarak Giresun’a getirmiş,
kente et girmesini yasaklayarak halka fahiş fiyatla et satmış, ayrıca tefecilik
yaptığı için banka şubesi açılmasını silah zoruyla engellemişti.
Mart 1923’te Kemal Paşa artık muzaffer
kumandandır. Ama Meclis’de aynı derecede güçlü değildir. 2. Grup ve onun reisi
Ali Şükrü Bey sert muhalefet yapmaktadır. Bir oturumda Gazi kürsüde konuşurken
Ali Şükrü bağırarak kürsüye doğru hamle yapar, silahına davranır, Gazi de elini
silahına atar. Oturumu yöneten Ali Fuat (Cebesoy) Paşa anılarında “Baktım ki
birbirlerine silah çekecekler, elimdeki çıngırağı aralarına fırlattım” diye
yazar.
İşte bu olaydan çok kısa süre sonra Osman
evinde Ali Şükrü’yü adamlarına boğdurtur ve bir çukura atar.
Muhalefet büyük tepki gösterince kolluk
kuvvetleri Osman Ağa’yı yakalamak üzere harekete geçer, o da adamlarıyla birlikte
Çankaya’yı basar, ama Paşa kadın çarşafı giyerek Köşk’ten kaçar. Osman kendisine
Gazi tarafından hediye edilen köşkte kıstırılır, yaralı ele geçirilir, tedavi
edilmediği için ölür, böylece yargılanması ve konuşması önlenir. Başı kesilmiş
cesedi Meclis’in önünde ayaklarında asılı olarak teşhir edilir.
Aradan 90 yılı aşkın zaman geçti, ama Suphi
– Nijad ve arkadaşlarının devlet tarafından öldürülmeleri unutulmadı. Tıpkı Sabahattin
Ali’nin de, Musa Anter’in de devlet tarafından öldürüldüğünün unutulmadığı gibi.
Tıpkı daha sonraki toplu ve tekil öldürmelerin de merkez tarafından
yapıldığının unutulmadığı gibi.
Yukarıda anlatılanların gösterdiği bazı olguları
sıralayalım:
Türkiye
Komünist Partisi’nin kurucularının öldürülmeleri “Kurucu İrade”nin tarihinin
aynı zamanda siyasi cinayetler ve komplolar tarihi olduğunu gösterir. Bu
suikastler Eşref Bitlis, Bahtiyar Aydın, Rıdvan Özden gibi rütbeli subayları da
hedef almıştır. Suikastler siyasi iktidarın paylaşıldığı hükümeti düşürecek
olaylar sürecini başlatmak için Yüksek Mahkemeyi basıp Yargıç Mustafa Yücel
Özbilgin’i öldürme tertibine kadar varmıştır.
Bu komplocu, hilekâr yapı Malatya’nın
keskin anti-komünist Belediye Başkanı’nı bubi tuzaklı bir posta paketiyle
öldürüp, suçu Alevilerin ve solcuların üstüne yıkarak Alevi-Sünni çatışması
başlatacak kadar aşağılıktır.
Kendi adamlarını bile öldürecek bir yapı ve
onun komplocu - katil zihniyeti elbette Komünistleri, devrimcileri hedeften
uzak tutacak değildi. Hele hele Ankara C. Savcısı Doğan Öz’e, Adana Em. Md.
Cevat Yurdakul’a hiç tahammül edemeyecekti.
Onbeşler Suikastini de, sonrakileri de
hiçbir resmi yetkili ya da devlet tapıcısı gazeteci, yazar ya da benzeri kişi
ikrar etmiş değildir. Bu suçlar üstlenilmediği ve toplumun bilincine
kazınmadığı müddetçe başkalarının işlenmemesi için sebep yoktur.
Sayılarını bilemediğimiz kadar çok “fail-i
meçhul” cinayetler gerçekte faili meçhul değil, faili malûm suçlardır.
Yukarıda andığımız Onbeşler Cinayetini ve
diğerlerini unutmadığımızı söylüyoruz, fakat söylediğimiz olgu sadece demokrasi
ve adalet bilinci taşıyanlar içindir Yoksa umumun bunlardan haberi yoktur, olsa
bile ilgilendiği yoktur. Hatta bilgisi ve ilgisi olanların çoğunluğu için
devlet yapmışsa, elbet bir bildiği vardır.
Onbeşler Suikasti konusunda söylememiz
gereken bir başka husus toplu cinayeti kabul eden aydınlarının önemli bir
bölümünün olaydan Atatürk’ü tenzih etmeleridir. Onlar katliamın Ankara’nın
bilgisi dışında işlendiğini öne sürmeye çalışırlar. Çünkü Önder o denli Uludur
ki böyle şeyler ona asla yakıştırılamaz.
Nitekim aynı tipler Ali Şükrü Bey
cinayetinden de Köşk’ün haberinin olmadığını iddia ederler, hatta daha da ileri
gidip, “Osman Ağa’nın Ali Şükrü Bey’e husumeti vardı, çünkü Onbeşleri öldürttü
diye M.Kemal’e rapor yazmış olan oydu” derler.
Oysa Osman baş fedaiydi, baş tetikçi’ydi,
Suphi- Nejad ve arkadaşlarını emirle öldüren de oydu, Ali Şükrü Bey’i boğdurtan
da. Hatta onlar Osman Çankaya’yı bastığında Kemal Paşa’nın kadın kılığında
kaçtığını söyleyenlere de çok kızarlar, Önderlerini kadın kılığına girmesini
maçoluk zihniyetlerine yakıştırmazlar, olayı anlatanlara (örneğin “Latife”
kitabını yazan İpek Çalışlar’a) ateş püskürürlerdi.
Kemak Paşa 1925 yılında Giresun Kalesinde
Osman Ağa için anıt mezar yaptırarak bu haydudu, infazcıyı öldükten sonra dahi
taltif etmiştir. Günümüzün Veli Küçük Paşası ise Atası’nın izinden giderek
Osman’ın heykelini yaptırmıştır.
Atatürk tapıncının olayımızla ne ilgisi mi
var?
Hrant Dink’in de öldürülmesinin nedenlerinden
bir, belki birincisi aynıdır. Çünkü Dink Atatürk’ün evlatlığının, köken olarak
bir Ermeni olduğunu açıklamış, sonra da iki MİT görevlisi tarafından İstanbul
Vilayet’inde Vali Muavinin huzurunda “haberini yalanla” diye tehdit edilmiştir.
17 Aralık 2013 sonrasında “devlet ne hâle
geldi?” diye ah-vah edenler, devleti gözlerinde büyütenlerdir, oysa devlet
şimdi çürümemiştir. Zira çürüme sadece rüşvet ve yolsuzluk değildir. Çürüme aynı
zamanda tertiplerdir, suikastlerdir, pogromlardır, işkencelerdir, insan
haklarını ve evrensel demokrasiyi çiğnemektir.
Siz
Osman Ağa gibi aşağılık yaratıklarla devlet kuruyorsanız, ona anıt mezar
yaptırıyorsanız çürümeyi bugünlerde aramak beyhudedir.
Yüzleşmek, yüzleşmek diyoruz, bırakalım
Komünistlerin katlini, acaba 60 milyon kadarı Türk olan nüfusun içinde 24 Nisan
1915 soykırımıyla, 1937 Dersim katliamıyla, 6-7 Eylül 1955 Rum, 19-26 Aralık
1978 K. Maraş Alevi pogromuyla, 2 Temmuz 1993 Madımak katliamıyla yüzleşmiş ne
kadar Türk vardır?
Yani toplum kendi tarihiyle yüzleşme
noktasından çok uzaktadır. 24 Nisan’ın 100. Yıldönümünü anma sürecine girildiği
önümüzdeki aylarda bu sorunun yanıtını daha açık ve sancılı bir biçimde
göreceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder