Ahmet DERE
2002 yılında AKP kurulduğunda Fettulah Gülen Cemaatinin
aktif desteğini aldığını, siyasetle biraz da olsa alakadar olan herkes biliyor.
11 yıldır AKP ile Cemaat ortaklaşa Türkiye’yi yönetiler. Yer yer sorun yaşamış
olsalar da genelde bir uzlaşı içerisinde günümüze kadar geldiler.
AKP iktidara gelir gelmez yavaş yavaş kendini
kurumlaştırmaya gayret gösteri. İlk yıllarda Cemaate farkettirmeden ondan bağımsız
bir güç olmaya çalıştı. Bir taraftan ABD’de yaşayan lideri Gülen’e tekmil
verirken, diğer taraftan da onun gücünden faydalanarak kendi has gücünü
örgütlemeye çalıştı. Bir yandan Cemaatin siyasi yaklaşımını esas alırken diğer
taraftan da Türkiye toplumunun ihtiyaçlarını gözeterek pragmatist politikaları
yürürlüğe koydu. Cemaatin de yaklaşımına çok ters düşmeyen bir çizgiyi
gözeterek bir taraftan milliyetçilere yaklaşırken diğer taraftan da Kürt Sorunu
ile ilgili adımları atmaya çalıştı.
Cemaatin de bu noktada farklı bir yaklaşımı olmamıştır. Bir
taraftan AKP’ye güven veren bir yaklaşım sergilerken diğer taraftan da AKP’den
gelebilecek tehlikelere karşı devlet içinde örgütlülüğünü pekiştirdi. Kendi
çıkarlarına ters düşen konularda AKP’yi dizginlemeye gayret gösterdi.
AKP ile Cemaat arasındaki gizli güvensizlik durumu 2013
yılında yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başladı. AKP yeterince güçlenmiş
olduğunu, Cemaate rağmen iktidarda kalabileceğini düşünerek ona ve
Philadelphia’daki liderine itaat etmeyeceğinin işaretlerini vermeye başladı.
Temel ideolojik konularda Cemaate tars düşmeyen AKP taktiksel noktalarda onun
çıkarlarına pek uygun olmayan adımları atmaya başladı. Kürt Sorunu ile ilgili
bazı adımlar, örneğin Oslo ve İmralı görüşmeleri, genel olarak ‘Demokratikleşme
ve Çözüm Süreci’ işte 17 Aralık operasyonlarına kadar götüren adımların önünü
açmıştır.
AKP ile Cemaat arasında yaşanan çatışmaların temel nedeninin
Kürt Sorunu ile birebir alakalı olduğunu bellirtmekte yarar görüyorum.
Kamuoyuna açık bir şekilde yaşanan tartışmalı çatışma süreci dershanelerle
başlamış gibi görülse de esas nedenin Kürt Sorunu olmuştur.
2014 yılında yapılacak olan yerel seçimler ve 2015 yılında
da Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçimler AKP’nin Cemaate karşı üstünlüğünü ilan
etmede önemli aşamalar olarak görülmüştür. Bu seçimlerde hem miliyetçi
çevrelerden ve hemde Kürtlerden oy almak için AKP liderliği özel bir konsept
oluşturmuştur. BDP yetkililerinin İmralı’ya gitmelerine izin verilmesi ve Mesut
Barzani ile Şıvan’ın Amed’e çağırılması da bu konseptin birer parçasıdır.
Bunlar yapılırken Cemaat tarafından bir karşı hamlenin yapılacağı AKP
tarafından biliniyor olmaması mümkün değildir.
Burada esas olarak üzerinde durmak istediğim husus
şudur; 17 Aralık’ta başlayan sürecin
esas hedefi Kürt Sorununa çözüm bulma arayışlarını engelemeye dönüktür. Bu
durum hem AKP ve hem de Cemaatin işine gelmektedir. Mevcut durumuyle her iki
güç arasında bir çatışma vardır ancak Kürt Sorunu ile alakalı olarak bu süreç
her ikisinin de işine geldiğini bilmemiz lazım. Zira ne AKP ne de Cemaat
kanayan bu yarayı tedavi etme arzusunda değildirler. Dolayısıyla yine olması
amaçlanan Kürtlerin zararıdır.
AKP yetkilileri şimdiden “Yapılan operasyonlar Oslo ve Çözüm
Sürecidir” diyerek Kürtlere seçim mesajlarını vermektedirler. Yani şu demek
isteniyor; eğer Kürtler bize oy vermeseler o zaman Çözüm Süreci geliştirilemez.
Kürtlerin kendi partilerine değil de AKP’ye oy vermeleri Cemaatin de işine
geldiğini biliyoruz. Bu noktada AKP ve Cemaat ayırımı yapılmamalıdır.
Yaşanan bu süreç karşısında Kürtlerin, özellikle de BDP’nin
çok dikkatli ve politik davranması elzemdir. Ne Cemaate ne de AKP’ye karşı veya
yana bir duruşun yanlış olacağını ve sonucun ağır olacağını bellirtmek
istiyorum. Fakat böylesi bir süreçte hiç birşeyin yapılmaması ve ‘bekleyip
görelim’ gibi yaklaşımların da yerinde olmayacağını bilmek lazım. Dolayısıyla
en fazla aktif siyaset yapılması gereken bir dönemdeyiz.
2013 yılı için ‘son yılların en ‘sakin’ bir yılıni geride
bıraktık’ derken çok çetin geçeceğe benzer bir 2014’e giriyoruz. Buna rağmen
yine de içimden herkesin yeni yılını kutlamak geliyor.
Sersala we pîroz be. 26. 12. 2013
Kaynak:
Faraşin Blog News:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder