Sait Çetinoğlu
Dadrian, Osmanlı savaşa henüz katılmadan İstanbul’da
Ermenilere karşı bir birimin TM’nın oluşturulduğunu kaydeder. Bu birimin
örgütlenmesinin Ege pratiklerinden edinilen tecrübelerden süzüldüğünü
söylemekte sakınca yoktur. “Savaş başladığında, Ermeniler’i baskı ve terör
altında tutma amacıyla çok gizli görev gücü oluşturuldu. Bu organ Milli Emniyet
Müdürü ve Talat’ın yakın arkadaşı Canpolat, Polis Şefi ve Nazır Bedri, onun
yardımcısı Mustafa Reşat [Mimaroğlu] ve Milli Emniyet Teşkilatının iki ayrı
kısmının müdürleri Aziz [Akyürek] ve Esat [Ahmet Esat Uras] Beylerden oluşuyordu.
Bu müdürler, özellikle de, 1915-1917 arasında Emniyet Müdürlüğü 3. Kısım ve Kısmi
Siyasi şefi, akıcı biçimde Ermenice konuşan ve İstanbul’daki tanınmış ve
aydın Ermeniler’e yönelik 11/24 Nisan tutuklamalarının başlıca
organizatörlerinden biri olan Bedri ve yardımcısı Reşat, Ermeni soykırımının
örgütlenmesinde kesin bir rol oynadılar. Aynı şeyler, yalnızca Milli Emniyet
Müdürü olmakla kalmayıp (savaş sırasında, kısa bir süre Dahiliye Nazırı olarak
da görev yapan), Osmanlı İmparatorluğu’nun Emniyet ve Jandarma[1]
Teşkilatı reisi de olan Canpolat için de söylenebilir. Vilayetlerde, tehcirden
sorumlu bu jandarma bölük ve müfrezeleri onun yetkisine tabiydi.”[2]
Dadrian, bu
toplantıda Britanyalı askeri yetkililerle ateşkes görüşmeleri sırasında Milli
Emniyet bürolarından birinin şefi olan ve sonunda, Ermeni soykırımı planının
bir taslağını içeren çok gizli bir İttihadçı belgesini teslim etmeye zorlanan
Esat Beyin [Ahmet Esat Uras] de yer aldığına işaret ederek, Esat Bey’in tasarlanan
soykırımın ayrıntılarının tartışıldığı özel bir oturumun tutanağını tutmakla
görevlendirilen kişi olarak, bizzat bir taslağı hazırladığını kaydeder. O toplantının beş
iştirakçisi. Talat, Dr. Nazım ve Dr. Şakir, Canpolat ve Teşkilat-ı Mahsusa'nın
gizli faaliyetlerinin planlama ve idaresinden sorumlu Erkanıharp II. Dairesi
Müdürü Miralay Seyfi [Gn. Düzgören] dir.[3]
Görüldüğü gibi yönetici kadrolar –komite- parti, ordu ve güvenlik çemberinde
şekillenmektedir. Zürcher,
Taşra
parti başkanlarının bazıları, Teşkilat-ı Mahsusa’nın siyasî işler
yöneticisi (ve İttihat ve Terakki merkez komite üyesi) Bahaettin Şakir’in
yönetiminde Teşkilat-ı Mahsusa vasıtasıyla düzenlenmiş olan bu kırıma
yardımcı olduklarını kaydeder. [4]
Ancak TM’nın 1915 Soykırım süreci ile
ilişkilendirilmemesine özen gösterilir. 2015/Soykırımın
Yüzüncü yılı stratejisi çerçevesinde
yayınlanan çalışmalarda bu konunun özellikle karartılmasına çabalanır: “Ermeni soykırımını savunan
tarihçiler Teşkilat-ı Mahsusa’nın adını ortaya atmışlardır. Teşkilat-ı
Mahsusa’nın soykırımı gerçekleştirmiş olan örgüt olduğu iddiası, Andonyan
belgelerinden yola çıkılarak öne sürülmüştü. Gunter Lewy’nin verdiği bilgilere
göre, Teşkilat-ı Mahsusa hakkındaki iddiaların belgelere dayandığı mevzusu
tamamen asılsızdır. Ancak kuşkulu varsayımlarla bu belgelerin olduğunu
söyleyenler de ortaya bir belge koyamamışlardır. İddialar tamamen varsayımlara
dayanmaktadır. Amerikalı araştırmacı Stoddart’a göre, Teşkilat-ı Mahsusa.
Ermenilerin Sınır dışı edilmelerinde rol oynamamışlardı[r].”[5]
Yazarın Teşkilat-ı Mahsusa hala bitmemiştir.
Sözleriyle çalışmasını sonlandırmasının neyi amaçladığı ayrıca incelenmeyi
gerektirmekte olduğunu söylemekte bir sakınca yoktur. [6]
Popüler tarihçi ve Gazeteci
Orhan Koloğlu’nun yine 2015 faaliyetleri çerçevesinde tanımlayabileceğimiz
çalışmasında TM’nın Ermenilere Karşı
Kuruldu Tezinin çürütülmesine yönelik uzun savunması yer alır. Koloğlu TM’yı
Soykırımla ilişkilendirmez: “Son
zamanlarda Teşkilat-ı Mahsusa'nın sadece, 24 Nisan 1915'te başladığı ileri
sürülen Ermeni Soykırımı kampanyası
çerçevesinde kurulduğunu iddiaya kalkışanlara da rastlandı. Özellikle bu konudaki
Türk resmi belgelerinin açıklanmamış olduğu ileri sürülüyor. Osmanlı
Devleti'nin varlığını sürdürme sorununun daha çok Balkanlar ve Arap
bölgelerinde yoğunlaşmaya zorladığı bir ortamda Ermeni sorununun ikinci planda
kaldığını kabul gerektiği kanısındayım. Zaten Ermenilerin de kendi eylemleriyle
sonuç almak değil, Batılı devletleri tahrik edecek olaylarla onların
müdahalesini temine çalıştıkları biliniyor.”[7]der.
2015 hazırlıkları çerçevesindeki
yeni yayınlanan ve her
fani’nin çalışma olanağı bulamadığı Genelkurmay ATASE Başkanlığı’nda arşiv şube
müdürlüğünü yürüten Ahmet Tetik’in çalışması da TM asli yönünü, soykırımla olan
ilişkisinin karartılmasına yönelik olup özenle 1915 soykırım Süreci ile TM’nın
irtibatlandırılmamasına odaklıdır: “Trablusgarp Harbindeki gönüllü
taburlar teşebbüsü, Balkan Harbinde
de devam ettirilir. Bu dönemde söz konusu birliklerin koordinasyonu İstanbul
Muhafızlığı tarafından gerçekleştirilir.
Teşkilat-ı Mahsusa adı altında sevk edilecek gönüllü taburlarının vapurla
şevkleri için, Başkumandanlıktan İstanbul
Muhafızlığı Erkân-ı Harbiyesine gereğinin yapılması emri verilir. Bu
birliklerle ilgili yazışmalarda Teşkilat-ı
Mahsusa Müfrezeleri ifadesi kullanılır. Bu müfrezelerin komutanları
muvazzaf subaylardır… Gönüllü taburlarına kayıt yaptıran gönüllülerle konturato yapılarak ücret ödenir… Burada
[sözleşmede] açıkça görülen, teşkilat-ı mahsusa müfrezelerini teşkil eden
gönüllülerle bir sözleşme-yapıldığı, kendilerine yeterli miktarda para
ödendiğidir. İaşelerini kendilerinin bedelini ödeyerek sağlamaları da bütün
ihtiyaçları devlet tarafından karşılanan düzenli ordu birliklerindeki
personelden ayrıldıklarına işarettir.”[8]
Biz buradan gönüllülerin [ki bunlara çete
denilmektedir] yağmada serbest olduklarını anlıyoruz. Balkan savaşında kullanılan
gönüllülerin harbiye Nezaretine gönderilmesinde Müdafaa-i milliye Cemiyeti
aracı rol oynarken Cemiyet tarafından gönüllülerle sözleşme yapılmıştır:
“Burada açıkça görülen, teşkilat-ı mahsusa müfrezelerini teşkil eden
gönüllülerle bir sözleşme yapıldığı, kendilerine yeterli miktarda para
ödendiğidir. İaşelerini kendilerinin bedelini ödeyerek sağlamaları da bütün
ihtiyaçları devlet tarafından karşılanan düzenli ordu birliklerindeki
personelden ayrıldıklarına işarettir.”[9]
Harbiye nezareti 16 Mart 1913 tarihli onayıyla gönüllü olarak Harbe
Katılacakların Tabi Olacakları yönetmeliği hazırlayarak yaklaşık bir buçuk yıl
sonra ilan edilen seferberlikle birlikte kurulan gönüllü birliklerin kuruluş
yapılarının neye dayandığını ortaya koymaktadır.[10]TM
ile ilgili hazırlıkların 1913 yılından itibaren sistemli olarak yürütüldüğünü söylemek mümkündür.
TM ile ilgili ilk inceleme niteliğindeki P. H. Stoddard’ın çalışmasında
TM’nın “Balkan Savaşı sırasında
Rumeli’de yürüttüğü başarısız harekâtlarla başlayarak, Teşkilât-ı Mahsusa’nın
faaliyetleri tedricî olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun bütününü kapsadı”ğını
söylemesine rağmen, TM’nın sadece dış bölgelerde yaptığı çalışma ve
operasyonlardan söz eder. Hatta Kafkaslardaki çalışmalardan söz etmediği
gibi. Kuşçubaşı Eşref ile yaptığı uzun
mülakata rağmen Ege bölgesindeki Balkan savaşı sonrası ve Birinci Savaş öncesi
TM operasyonlardan söz etmez. TM ‘nın
1915 Soykırım sürecindeki faaliyetlerinden bahsetmekten kaçınarak, bir
yandan “Teşkilât-ı Mahsusa’nın dayandığı
ideolojik temel ve uygulaması gereken politikalar açık seçik tanımlanmamıştı.”
Derken diğer yandan ideolojik amaç tanımlanması yapmaktadır: “Bu teşkilâtın
gayesi, bir taraftan bütün İslâmları bir bayrak altında toplamak bu suretle
Panislâmizm’e vâsıl olmaktır. Diğer taraftan da Türk ırkını siyasî bir birlik
içinde bulundurmak, bu bakımdan da Pantürkizm’i hakikat sahasına sokmaktır.” [11]
İki yargı ile Stoddard kendisiyle çelişme pahasına TM’nın Soykırım sürecindeki
ölümcül operasyonlarını es geçer.
Oysa Teşkilat-ı Mahsusa’nın çalışmaları döneminde alenidir
ve çete mensupları ortalıkta eğitimlerini yürütmektedirler. Harbiye
Nezareti Ordu dairesi Başkan Vekili
miralay Behiç Erkin hatıratında “Harbiye Nezareti meydanında çete mensupları[12]
talim ediyorlardı.” Sözleri bu aleniyeti kaydeder. Teşkilat etrafında örülen
giz teşkilatın işlediği suçlar ve bu suçların ve suçluların kurucu babalarla olan kopmaz
bağlarıdır. Behiç Bey Hatıratında, TM’nın lağvedilmesine de değinir; “Bir sırasını getirip Enver Paşa'ya bunların
zararlarından bahsederek ilgasını teklif ettim; bilâ-itiraz kabul etti. Cayar
diye Merkez Komutanlığı'na verilecek emri ben imzalayıp gönderdim. Emrivaki
oldu, böylece çeteler de lağvolundu.”[13]
Sözleri Akçam’ın başlangıçta
Harbiye Nezareti bünyesinde kurulan Teşkilât-ı Mahsusa,
özellikle Doğu bölgesinde, orduya doğrudan bağlı çeteler oluşturmuştu. Daha
sonra, ordu ile bu çeteler arasındaki önemli sorunlar çıkmıştı… Dolayısıyla Şubat
sonrası Ordu ile ilişkisi kesilen Teşkilât-ı Mahsusa çetelerinin doğrudan
Partiye Bağlı olarak çalışmaya devam ettiğini kabul etmek gerekiyor… Özellikle Ermeni Kırımı sırasında Parti ile Teşkilât-ı Mahsusa
arasında çok yoğun bir ortak çalışma söz konusu olmuştur.” Sözleriyle
uyumludur.[14]
Behiç Erkin, etrafında bir “efsane” örülen İttihat ve Terakki’nin ünlü fedaisi ve savaş
sırasındaki Teşkilat-ı Mahsusa komutanlarından Yakup Cemil şahsında teşkilatın
yapısı hakkında da önemli bilgiler
verir: “Merkez Komutanı Albay Cevad Bey, bana telefon ederek “… Yakup
Cemil'i tevkif ettim" dedi. Ben de çok memnun olduğumu söyledim.
Bu meselenin künhüne [aslına] vâkıf
olamadım. Enver Paşa'dan kurtulmak için Talât Paşa'nın bu işi teşvik ettiğini
söylerler. Maamafih Yakup Cemil hakkında divan-ı harbin verdiği idam kararının
hafifletilmesini rica eden Merkez Komutanı Cevad Bey'in tezkeresi altına, o
günlerde Harbiye Nâzırı vekili olan Talât Paşa'nın, “Bu gibilerin vücudunun
izalesi [ortadan kaldırılması] müreccahdır
[tercih edilir]” diyerek idam kararını tasdik ettiğini Cevad Bey'den
duydum. Böylece, Talat’ın bir önemli kanıtı daha ortadan kaldırdığını
söyleyebiliriz.
Hakikaten bu Yakup Cemil'in çeteleriyle
yapmadığı zulüm kalmamıştır; idamında çok isabet vardır.”[15]
Dönemin istihbarat subaylarından Ahmet Refik (Altınay) de
çalışmasında bu durumları daha net ifadelerle belgeler: “Harbin hidâyetinde [başlangıcında]
Anadolu'ya İstanbul'dan bir çok çeteler
gönderilmişti. Bu çeteler, mahbesten çıkarılan katillerden ve hırsızlardan
mürekkebdi. Bunlar Harbiye Nezareti meydanında bir hafta talim görürler,
Teşkilat-ı Mahsusa marifetiyle Kafkas hududuna gönderilirlerdi. Ermeni mezaliminde en büyük cinayetleri bu çeteler ika' ettiler
[gerçekleştirdiler].” [16]
Ahmet Refik, TM çetelerine ve yapıkları zulümlere
dair bilgilendirmeye devam eder: … Uzunu Çerkez Ahmet, öteki mülazım Halil'di. Bunlar
Teşkilat-ı Mahsusa marifetiyle gönderilen çete reisleriydi. Hususuyla Halil'in
gazâsı daha büyüktü. Bu mücahit mebus Sûdi Bey'in[17]
çetesi Ardahan'a girdiği sırada o da Artvin'e gitmiş, bu güzel beldede yaşayan
mesut Ermenileri perişan eylemişti. Bu felaketi daha Ulukışla'da bulunduğum
zaman işitmiştim. Bir Alman gazetesinin muhabiri menfur [iğrenç] çeteler
cinayetlerinden nefret ediyordu:
— Görseniz,
diyordu, ne zalimane hareketlerde bulundular! Lanet olsun,…
Alman gazetesi
muhabirinin bu sözleri birer hakikatti. Üç sene sonra Artvin'e gittiğim zaman,
bunun ne derece doğru olduğunu gördüm. Zavallı Ermeni kadınları, Türk
üniforması gördükleri zaman ezile büzüle duvar diplerine sokuluyorlardı… Halil
ve avanesi Artvin halkına o kadar zulüm etmişlerdi ki, Ermenilerin teşviki
üzerine Rus hükümeti tarafından Sibirya'ya sürülen İsmail Ağa, bu bedbaht
halkın çektiklerine dilhun olmuş [içi kan ağlamış] , Rus ordusunun ricatını
müteakip Ermenileri tecavüzden vikaye eylemişti [esirgemişti].
Çerkez Ahmet,
Ermeni fecayii için mühim bir vesika idi. Bu kanlı hadisenin safahatını bizzat
failinden dinlemek istedim. Çerkez Ahmet'e Vilâyat-ı Şarkîye'de neler yaptığım
sordum. Çizmeli ayaklarım birbirinin üstüne attı, cigarasının dumanlarım
karşısına doğru savurdu:
Bey birader,
dedi, şu hal namusuma dokunuyor. Ben bu vatana hizmet ettim. Gidin, görün, Van
ve havalisini Kâbe toprağına döndürdüm. Bugün orada tek bir Ermeniye tesadüf
edemezsiniz. Vatana bu kadar hizmet ettim; sonra o Talat gibi hergeleler İstanbul'da
buzlu bira içsinler, beni de böyle tahte'l-hıfz [muhafaza altında] getirtsinler, yok bu haysiyetime dokunuyor![18]
TM çeteleri ve
marifetleriyle ilgili kaynaklar çoktur. Bir gönüllü başından geçenleri şöyle
nakleder: “Ben
de Harbiye Nezaretinde birçok kişi tanırdım. Fakat harpten sonra orası bir
neferin, eşiğinden adım bile atamıyacağı korkunç bir üniformalar sarayı
olmuştu. Birisi bana Merkez-i umumi’nin sivil çeteler yaptığını, bu
çetelere bildiklerimizin kumanda ettiğini, gidip doktor Nazımı görmekliğimi
söyledi. Sivil - askerliği tercih ediyordum. Hafta arası talimden sonra Merkeziumumi’ye gittim. Doktor
Nazım bekleme odasına geldi; istediğimi kendisine anlattım. Yüzüme baktı,
güldü:Biz çetelere hapishaneden adam
alıyoruz, dedi. Senin gibi genç arkadaşların yeri orası
değildir. Bu kâtiller
ordusundan birşey anlamadım. Kafamdaki harp şiiri söndü. Tersyüzü gene Harbiye
mektebine döndüm.”[19]
Genç asker öğrenci hayal kırıklığını ifade etmekten kendini alamaz.
Talat
ve TM
Ancak Bu işin mimarı olan Talat inkara
kalkışmamaktadır: “[U] mumi karargahta Ermenilerin
tehciri hakkında
bir kanun hazırlanarak heyeti vükelâya arzedildi. Ben bu kanunun tamamile
tatbiki aleyhinde idim, Jandarmalar tamamen, polisler ise kısmen ordu
hizmetine alınmış ve yerlerine milisler [çeteler olarak okuyun] konmuştu.
Tehcirin bu vasıtalarla yapılması halinde çok çirkin neticeler elde edileceğini
biliyordum. Binaenaleyh istikbali düşünerek, bu kanunun tatbik edilmemesinde
ısrar ettim ve meriyete girmesini de geciktirmeğe muvaffak oldum.”[20]
Cemal ve TM
Bir diğer sorumlu daha itirafta
bulunurken kendini mümkün olduğu kadar sorumluluktan uzak tutmaktadır: “Bu sırada
başkumandanlık vekaletiyle yapılan muhaberelerim, ordunun harp ceridelerinde
mahfuz olduğu için, somadan neşrolunduğu zaman anlaşılacaktır ki, ben
Ermeniler’in Mezopotamya’ya gönderilmesindense Konya, Ankara ve Kastamonu gibi
iç vilayetlerde yerleştirilmesini münasip görüyordum. Fakat devletçe hususi
kanuna dayanarak teşebbüs edilmiş olan muameleye itiraz caiz olamayacağından
Ermeni muhacir kafilelerinin Adana ve Halep üzerinden Mezopotamya’ya
nakillerine mani olunmamasına dair kati emir aldığımdan çaresiz olarak razı
oldum. O sırada Elazığ ve
Diyarbakır vilayetlerinde Ermeni muhacir kafileler aleyhine tecavüzler
yapıldığına dair uzaktan uzağa haberler alıyordum, tehcir muamelesi yalnız
mülki memurlar tarafından idare olunuyor ve orduların bu işle hiç ilgisi
bulunmuyordu. Fakat başka ordular mıntıkasında muhacirlere karşı yapılan
tecavüzlerin benim ordu mıntıkamda da yapılmasına katiyen tahammül
edemiyeceğimden bu hususta gayet şiddetli emirler vermeği kendim için bir
mecburiyet telakkisi ettim.”[21]
Diyerek kendini savunmaya çalışmaktadır. Oysa kurmay subayı Paşayı
yalanlamaktadır: “Bir
akşam üzeri Cebeli Dürûz’un ta içerilerinde, harap bir köye geldik.
Viraneler Cemal Paşa’nın şerefine
bayraklarla donatılmıştı. Donanmış viraneler, karşılayan, kasideler okuyan,
havaya silah atan halk arasında, bağırışlar ve alkışlar içinde çıplak, kara
kuru, iskelet halinde insanlar gördüm. Besbelli ki açtılar. Susuyorlardı. Ve
alkışlamıyorlardı; alkışlamaya bile takatları yok görünüyorlardı. Cemal
Paşayı alkışlamayan veya alkışlayamayan yahut alkışlamayabilen bu adamlar
kimlerdi? Merak ettim ve sordum. Göçmenlermiş.
Cebeli Dürûz ordunun zahire ambarıydı ve
hasat vakti idi. Her tarafta tepecikler halinde hububat yığılıydı. Konak
yerinde Cemal Paşadan istirham ettim: “Şu zavallılara bir iki ton buğday ihsan
buyurulsa.”
Cemal Paşa, “Fuad Bey! Sen daha hâlâ
anlamadın mı?” dedi. Ordu Erkânıharbiye Reisi kalın kafalıydı ve sahiden daha
hâlâ anlamamıştı. Anlamadığı içindir ki kudretli ve semahatli [cömert]
kumandanından bunlar için iki ton buğday niyaz etmişti.
Kumandanımın cevabına şaştım ve sustum.”[22]
TM’ın Savaş
Öncesi Tarihi Ermenistan’daki Operasyonları
Çetelerin oluşturulmasından
hemen sonra, Ağustos ayı ile birlikte Rusya içlerinde askeri eylemlere
başlanır. Aynı zamanda bölgede Ermenilere yönelik saldırılar ve katliamlar
gündeme gelir. Özellikle Kafkas sınırlarında, Ermeni köylerine, entelektüellerine,
politik ve dini liderlere yönelik saldırılar tek tek de olsa Eylül ayı ile
birlikte başlamıştır. "Çeteler, asıl görevlerini Ermeni köylerini basmak
ve yağma etmek olarak görüyorlardı. Eğer erkekleri ele geçiremezlerse,
kadınların ırzına geçiyorlar ve ellerinde para ve değerli olan ne varsa vermeye
zorluyorlardı.[23]
Dadrian, Ermenilere karşı saldırıların Bahattin
Şakir’in bölgeye gelmesiyle birlikte sistematikleştiğinin altını çizer: “7
Kasım 1914’de Türkiye ve Rusya arasında savaşın patladığı günlerde, doğu sınır
bölgelerindeki Ermeni sivil nüfusa karşı, oraya yerleştirilmiş Teşkilatı
Mahsusa müfrezeleri tarafından mezalim başlatıldı. 1914 yılının Eylül ve Kasım
aylarında, birtakım Ermeni hedeflerine, köylülerine, aydınlarına, kadınlarına,
siyasi liderlerine ve rahiplerine yönelik seyrek saldırılar daha kötü şeylerin
habercisiydi. Bu olaylar, Dr. Behaeddin Şakir ve Teşkilatı Mahsusa takımının
1914 Ağustos ayı sonlarında Erzurum’a varışlarına denk düşmektedir.”[24]
Artvin 24 Kasım 1914’de, Ardahan 29 Aralık
1914’de, yani Sarıkamış bozgunundan önce ele geçirilmiştir.[25]
Artvin’i ele geçiren Teşkilatı Mahsusa birimlerine, her ikisi de Trabzon’da
vazifeli olan, eski topçu zabiti Rıza ve Katibi Mesul ve eski zabit Nail komuta
ediyordu; Ardahan’ı ele geçirenler, Miralay Stange’ın bir alay gücüne sahip
gerilla kolu üzerinde kumanda yetkisi olan Behaeddin Şakir tarafından
yönetiliyordu. Şakir, Yakup Cemil’in 2.000 haydutundan ve ‘deli’ Binbaşı
Halit’in yönettiği ek bir müfrezeden yardım alıyordu. Tümü de, Teşkilatı
Mahsusa’nın himayesinde gerçekleştirilen katliamların yürütülmesindeki başlıca
suç ortaklarıydı.” der[26]
Erzurum Konsolos
Vekilinden (Scheubner-Richter)’den Olağanüstü Misyonla Konstantinopel
Büyükelçiliği’ne Erzurum’dan 5 Ağustos 1915 tarihinde yolladığı raporda da aynı
kişiler vurgulanır: “…[B]u kişiler Türkler tarafından geçici olarak fethedilen
Ardanus, Ardahan, Oltu vd. yerlerde emsalsiz derecede şiddet uygulamış
kişiler.”[27]
Sözleriyle Teşkilat-ı Mahsusa’nın işlemlerini 1915 te de görevlerini ve
işlevlerini sürdürdüklerini ifade eder.
Aslında bir
yağma alışkanlığı ebedidir, sadece TM değil yerli halk da bir anlamda
yağmacılığın müptelası olmuştur. Erzurum Konsolosu Anders’in 17.1.14 günlü raporunda
ilginç bir anekdot bulunur; “Taşrada ardı arkası kesilmeyen ve genellikle cuma
namazının veya kasaba pazarının ardından yapılması münasip bulunan bir katliam
ve yağma müptelalığı yaratılır.
Jöntürk devriminde izzet Paşa kaçar ama bu iptila kalır. Erzurum Konsolosu
Anders 16.01.1914 tarihli raporunda Erzurum’da kendinin örgütlediği bir
nişancılık yarışmasının silah seslerini duyan ve yine cümbüş var sanan yağmacıların, hemen boş çuvallarla Ermeni mahallelerine geldiklerini yazıyor.”[28]
TM çeteleri de girdikleri
bölgelerde yağmayı meşru görmektedirler, hatta elde ettikleri ganimetleri posta idaresi kanalıyla
transfer de edilmektedir: “Evvelce Artvin’de çete kumandanı iken muharebede
görülen cebâneti üzerine Yusufeli’ye iade edilen Galatalı Halil Bey, Artvin
ahalisinden epeyce bir meblağ toplamıştır. Postahanede mümaileyhin [adı
geçenin] ‘Bayramiç’de pederi Döngelzâde
Ali Ağa’ nâmına kadınların boynundan koparılmış sırf ziynet altunlarından
ibaret altmış beş bin guruş kıymetinde emanet göndermiş olduğunu kayden gördüm.
Cürmün sübûtuna delil olmak itibariyle postahaneden zabt ve müsaderesi
muvafıksa icrası...Dâhiliye Nezareti, bu olayla ilgili olarak Erzurum Valisi
Tahsin Bey’e soruşturma emri verir. O da cevabında, Halil Bey’in burada
kalmasının uygun olmadığını, İstanbul’a çağrılarak orada divan-ı harbe verilmesini,
hem kendisinin hem de Dr. Bahaddin Şâkir ve Hilmi Bey’in münasip gördüklerini
açıklar. Dâhiliye Nâzırı Talat Bey, Halil Bey’in hemen tutuklanarak Erzurum’da
divan-ı harbe verilmesi, söz konusu paralara ilişkin kayıtların divan-ı harbe
gönderilmesi için Posta ve Telgraf Nezaretine yazıldığı, mahkemenin vereceği
kararın uygulanmasının doğru olacağını Dr. Bahaddin Şâkir’e bildirir. Buna
fırsat bulunmaz çünkü Mısır’a gitmek üzere Halil Bey izin almadan
Yusufeli’nden ayrılmıştır.[29]
Galatalı Halil Bey’in soruşturmaya uğraması gasptan dolayı değil elde
ettiklerini zimmetine geçirmesindendir.
Alman konsolosu
Schwarz da 5 Aralık 1914 tarihinde
Erzurum’dan yolladığı rapor’unu “Erzurum
ili çevresinde Ermenilere karşı yapılan saldırılar” olarak özetler: “Erzurum
iline bağlı kırsal alanda yaşayan Ermeni halkı bazı gelişmelerden oldukça
rahatsızlık duyuyor ve bu gelişmeleri yeni bir kıyımın habercisi olarak
algılıyor. Erzurum yaylalarındaki Osni köyünde Aralık ayının birinci gününde üç
Türk çete üyesi Ermeniler arasında oldukça saygınlığı olan bir pedere konuk
olmuş, aynı kişinin evinde yemek yemiş ve sabahlamışlar. Ertesi günün sabahında
pederi köyün çıkışına kadar kendilerine eşlik etmeye zorlamışlar. Köyün
çıkışına gelindiğinde ise pederi kurşunlayarak öldürmüşlerdir…”[30]
TM Kafkas
Müfrezesi komutanlarından Tevfik Bey’in TM heyet-i
muhteremesine gönderdiği 6 Eylül 1914 tarihli yazıdaki. “Ben her ihtimale
karşı hazırlanmaktayım. Evvela ilan-ı harbi müteakip dahildeki çiyanları
körletmek ve bedeni bunların mazarratından def etmek istiyorum.”[31]
Sözleri TM müfrezelerinin örgütlenme nedenlerini açıklamaktadır.
Erzurum komiser yardımcısı İşvok’un Taşnaklara mensup
olduğunu, acil olarak buradan başka bir yere gönderilmesinin yada azlinin uygun
olacağı[32] görüşü de bu şekilde anlamak gerekir.
TM’nın
kaynakları: Suçlular- Mahkûmlar...
[1] Savaş dönemindeki Jandarmayı profesyonel asker
olarak düşünmemek gerekir. Cephaden kaçabilmek için “açıkgöz” siviller
seferberlikte askerlik hizmetini jandarmada geçirmektedirler.
[2] Vahakn N. Dadrian, Ermeni Soykırımında
Kurumsal Roller, çev. Attila Tuygan, Belge Y.2004 s 28
[3] Vahakn N. Dadrian, Ermeni Soykırımında
Kurumsal Roller, çev. Attila Tuygan, Belge Y.2004 s 28
[4] Erik Jan Zürcher, Modern Türkiye’nin Tarihi… s
171
[5] Şükrü Altın, Teşkilat-ı Mahsusa, Bir Gizli
Teşkilatın Öyküsü, İlgi kitap, 2014, s 187-188
[6] Şükrü Altın, Teşkilat-ı Mahsusa… s 370 bu cümleden,
1960 Askeri darbesinden sonra oluşturulan Kurucu Meclis Başkanının Enver’in damadı Kazım Orbay olması, 1960’ta
oluşturulan restorasyon hükümetlerinde celalettin Uzer ile vefik Prinççioğlunun
yer alması, 1980 askeri darbesinden sonra oluşturulan meclis’e Adana temsilcisi
olarak Turgut Yeğena’nın seçilmesi tesadüf olmasa gerek.
[7] Orhan Koloğlu, Curnalcilikten Teşkilat-ı
Mahsusa’ya Kırmızı Kedi Y. 2012 s 132
[8] Ahmet Tetik, Teşkilat-ı Mahsusa (Umur-ı
Şarkiyye Dairesi) Tarihi cilt I: 1914-1916, İşbankası Y. 2014, s 6-7
[9] Ahmet Tetik, aynı yerde
[10] Ahmet Tetik, aynı yerde
[11] Philip H. Stoddard, Teşkilat-ı Mahsusa… s 56
[12] Behiç erkin bu gibi çetelerin “milli
mücadele” döneminde de kullanıldığını ve bu nedenle İsmet İnönü’nün Genel
Kurmay ‘. Başkanlığını kabul etmediğini kaydeder. Ancak İnönü’den çekindiğinden
Mustafa Kemal’e sığınır: “Bu aralık Anadolu'da, ordudan ziyade, çete
şeklindeki gayr-i muntazam kuvvetlerle iş görüldüğünden ve ben bu gibi
teşkilatın öteden beri aleyhinde olduğundan, bunlarla uğraşmaktaki müşkilâtı
düşünerek, Genelkurmay İkinci Reisliği'ni kabul etmek istemiyordum. Mustafa
Kemal Paşa'ya, İsmet Bey, benimle işbirliği yapmadı diye gücenir, siz lütfen
bunu irade buyurunuz dedim. Paşa, Merak etme, ben ona izah ederim cevabını
verdi.” Behiç Erkin Hatırat 1876-1958, Haz. Ali Birinci, TTK 2010 s 192
Kasap Osman
lakaplı Hüdavendigâr [Bursa] ve havalisi Kuvâ-yı Tedibiye ve Akıncı Kumandanı
ve Heyet-i Mahsusa Azasından Miralay Osman’ın ankara İstiklal Mahkemesinde
yargılanması sırasında 9 Ağustos 1340
günlü savunmasında da suçlulardan oluşturulan çetelerden nasıl
yararlandıklarını nakleder: “Gaye-i milliyenin mebdeinde âtik Hüdavendigar
vilâyeti hududu dahilinde, bundan başka Biga, İzmit ve Bilecik sancakları da
dâhil olduğu halde Hüdavendigâr ve havalisi Akıncı Kollan ve Kuvâ-yı Tedibiye
ve, Alay (172) Kumandanı iken o hakir görülen kâtil âmidlerden 101 /
senelikleri zabit, 15 senelikleri Çavuş, 10 senelikleri onbaşı, beş /
senelikleri nefer tayin etmek suretiyle tevsian müfrezeler teşkil ve Y gaye-i
milliye hizmet ve fedakârlıklan sayesinde Konya, Bolu, j Yozgat ve Manyas (‘ın)
küçük ve büyük bilcümle isyanlarını itfada • ve bu hakimlerin hizmeti ile
amâl-i milliyeyi istihsale muvaffak olduk.” Delibaş isyanının bastırılması
sırasında Kasap Osman’ın yarattığı terörden sonra konya’da o tarihte Konya’daki
çocuklar Osman Bey geliyor diye
korkutuluyordu Mete Tunçay, Eleştirel Tarih yazıları, Liberte y. 2005, s
109-110
Sivas Kongresi
üyesi ve İtihatçıların ve Kemalistlerin Sivas mebusu Rasim Başara Kuva-yi
Seyyare'nin misyonunun daha Sivas kongresinde belirlendiğini Mustafa Kemal'in
şu sözleriyle doğrular: "Düşmanlarımızdan büyük devletlerin üzerimize
ordular sevkile yeni baştan bir mücadeleye girmelerine bugünkü dahili ve askeri
vaziyetleri asla müsait değildir. Bundan emin olmak lazımdır. Bizim
mukavemetimize karşı ellerinde kullanacakları yegane kuvvet, yegane silah Yunan
Ordusudur. Bir taraftan birkaç ay Gerilla muharebesile düşmanı işgal eder,
diğer taraftan da yeni baştan ordumuzun tanzim ve takviyesile muntazam bir
cephe teşkil edersek biraz geç de olsa Yunan ordusunun behemmal hakkından
geliriz." Rasim Başara, Kıymetli Bir Hatıra, Tasviri Efkar,29 Ekim 1943
[13] Behiç Erkin Hatırat 1876-1958, Haz. Ali Birinci, TTK 2010 s 192
[14] Taner Akçam, İnsan Hakları…s 175
[15] Behiç Erkin Hatırat 1876-1958, Haz. Ali Birinci, TTK 2010 s 154-55
[16] Ahmet Rekif, İki
komite İki Kıtal, Kebikeç Hz H. Koyokan,1994, s 27
[17] Sudi Bey Osmanlı Meclis-i Mebusan üyesidir.
[18] Ahmet Refik, İki
komite İki Kıtal.. s 41-42
[20] Talat Paşanın Hatıraları, neşreden Enver
Bolayır, Günen y. 1946, s 63-64
[21] Cemal Paşa, Hatırat, haz. Metin Martı, arma
1996, s 369
[22] Ali Fuat Erden, Birinci Dünya Harbi’nde Suriye
Harıraları, İş kültür y. 2003, s 270
[23] Taner Akçam, İnsan Hakları…s 241
[24] Vahakn N. Dadrian, Ermeni Soykırımında
Kurumsal Roller, çev. Attila Tuygan, Belge Y.2004 s 115
[25] Ali İhsan Sabis , Harb Hatıralarım 24. 11.
1914 ‘de TM’dan Rıza Bey Müfrezesi
Artvin şehrini ele geçirdi[ğini] kaydeder. Ali İhsan Sabis, Harb
Harıralarım, Güneş M. 1951, s 95
Sabis: “Bugün
29.12.1914 de Stange müfrezesiyle
Bahaddin Şakir ve Yakup Cemil gönüllü kuvvetleri Ardahan’a girmişlerdir.” Ali
İhsan Sabis, Harb Harıralarım… s 147
[26] Vahakn N. Dadrian, Ermeni Soykırımında
Kurumsal Roller… s 114-115
[27] Wolfgang Gust, Alman Belgeleri… s 348
[28] Serdar Dinçer, Alman Belgelerinde Alman – Türk
silah Arkadaşlığı, iletişim Y. 2011 s 286-287
[29] ATAŞE,
BDH Kol., Kls.246, D.1022, F.l-90, BOA,
DH.ŞFR., D.459, V.39(l), BOA, DH.ŞFR., D.49,
V.240(l)
BOA, DH.ŞFR., D.460, V.78 ATASE ve BOA’dan verilen
referanslar Ahmet Tetik,
Teşkilat-ı Mahsusa çalışmasından alınmıştır.
[30] Wolfgang Gust, Alman Belgeleri, Ermeni
Soykırımı 1915-1916, Alman dışişleri Bakanlığı Siyasi arşiv Belgeleri, Çev Z.
Hasançebi-A. Takcan, son red. S. Adalı- S. Çetinoğlu, Belge Y. 2012, s 195
[31] BOA, DH. ŞFR, D.48, V. 235 ve 267
[32] BOA, DH. ŞFR, D.440, V 121(1)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder