Sait Çetinoğlu
Enver’in savaş öncesi Harbiye Nezareti’ne bağlı olarak, ordudan ayırdığı
subaylara kurdurduğu Teşkilat-ı Mahsusa’da Osmanlı vatandaşlarının yanında İngiliz ve Rus
kontrolündeki topraklardan Müslümanlar da yer alır. Bunlar savaştan çok önce
bu yörelerde propaganda çalışmalarına başlarlar. Daha sonra hapishanelerdeki
adi suçlulardan ve dağlardaki başıbozuk çetelerinden de yüzlerce ağır suçlu
Teşkilat-ı Mahsusa saflarında vatan hizmetine
alınır.[1]
BahaettinŞakir
1914 yılında Talat’a gönderdiği mektubunda. “Günden güne büyüyen teşkilatımız
için ümidvarım. Tecrübe etdik. Her yerde Rus kuvvetlerini bozdu. Şimdiye kadar
binden fazla koyun, dörtyüze karib sığır iğtinam etdi. Ruslara dehşet ilka
etdi. Ruslar diyor ki bu kılıklı âdemler insan mıdır, şeytan mıdır? Hem
sürüleri sürüyor, hem harp ediyor hem de saatde yedi verst gidiyor. Afv
edilecek mücriminden (suçlulardan) büyük istifade memûldür. Harble
beraber çetelerimi düşman ordusuna yanlarına ta’biye edeceğim (tertibleyeceğim).”[2]Dikkat
edilirse Şakir’in öğünçle sözettiği TM
çetelerinin yaptıkları sınırın öteki tarafındaki Ermeni ve Rum köylerinde
yağmadan başka bir şey değildir. Sınırın bu tarafında yaptıkları da bundan
başka bir şey değildir.
İşe TM müfrezelerinin Mahkümlar ve kaçaklardan oluşturulmasıyla
başlanılmıştır. Daha herhangi bir af çıkmadan Trabzon’da bu uygulama faaliyete
geçilmiştir. Seferberlik sona erdiğinde
haklarında yapılacak kanuni işlemlerde kolaylık sağlanacağı sözü
verilip, vilayette bulunan firarilerin perdeypey katılımları kabul edilmekte,
emir altına alınmaktadırlar[3].
Bu işleri Rıza Bey, Nail Bey ve Cemal Azmi Bey ortak karar alarak
yürütmektedirler. [4]
İttihat
ve Terakki’nin Doğu Politikası başlıklı bir “Akademik” çalışmada da uzun bir TM değerlendirmesi
bulunmaktadır. Çalışmada teşkilat-ı Mahsusa’nın Vilayet-i Şarkiyye Misyonu ara
başlıklı bölümünde: “I. Dünya Savaşı sürecinde Doğu Anadolu’ya Türk
Ermenistan'ı gibi yaklaşılması ve böyle adlandırılması çok kötü olayların
yaşanacağının habercisi gibiydi. Anadolu’nun hiçbir yerinde % 30’u geçmeyen Ermenilere
bu şekilde yaklaşımlar, Ermenileri tahrik etmiş ve Rus ordusu ile anlaşacak
kadar ileri gitmelerine zemin hazırlamıştı.
Gelinen bu noktada Osmanlı Hükümeti,
birtakım tedbirler alma mecburiyetinde kalmıştır. İşte bu tedbirlerin bir
tanesi de; Vilâyât-ı Şarkiyye Bölgesi’nde, daha önce kuruluşu gerçekleşen
Teşkilât-ı Mahsûsa’ya da görev vermek olmuştu.”[5]
Sözleri bölgedeki TM birliklerinin ikili görevini tanımlamaktadır. Çalışmada TM
birliklerinin mahkûmlardan oluşturulmasına da özel bir bölüm ayrılmıştır.[6]
“Teşkilât-ı Mahsûsa’nın gönüllü müfrezelerinin [TM çeteleri olarak okuyun]
aşiret ve göçmen toplulukların yanında önemli kaynak da mahkûmlardı… Mahkûmlardan istifade
edilmesi hiç şüphesiz kanunî yollardan olacaktı. [Ancak yukarıda gördüğümüz
gibi Kanuni prösedür beklenmeden uygulamaya geçilmiştir] Bu mânâda Dahiliye Nâzın Talat Bey’in 12 Eylül
1914 tarihinde Van, Bitlis, Musul; Erzurum, Diyarbakır Vilâyetleri’ne
gönderdiği tamimde mahkûmlarla ilgili
bilgi almak istenmişti… Talat Bey, 31 Ağustos’ta da alman bu kararı Van’da Ömer
Naci, Erzurum’da Bahaeddin Şakir, Trabzon’da da Rıza Bey’e de bildirilerek bu
konuda dikkatlerini çekmiş ve mahkûmlardan istifade edilmesi noktasında
gerekli hazırlıkların yapılmasını bildirmişti[r]… Vilâyetlerin bu tamim
karşısında yapacağı işler belli olunca her vilâyet kendi bölgesindeki
mahkûmların isim ve suçlarını Bâbıâli’ye bildirmeye başlamıştı. Dahiliye
Nezareti bu cevapları inceleyip cevabî yazısını göndererek gerekli işlemlerin
zaman kaybedilmeden yapılmasını istemiştir… Vilâyât-ı Şarkiyye
Vilâyetleri’ndeki bütün hapishanelerde istihdamları uygun görülenlerin afv
edildiği bildirilmişti…
Mahkûm gönüllüler yalnız Vilâyât-ı Şarkiyye hapishanelerindekileri kapsamıyordu.
Aşağı yukarı bütün vilâyetler için bu kararlar geçerliydi. Özellikle
göçmenlerin yoğun olduğu vilâyetlerin bu konuda dikkatleri çekilmiştir. Mesela
İzmit Mutasarrıflığına yazılan tamimde, tutuklu ve hükümlülerin çetecilik
hizmetlerinde gösterecekleri hizmet ve faaliyetleri üzerine af iradesinin
çıkacağı, şimdilik takip ve cezalarının tecillerinin münasib görüldüğü belirtiliyordu
ki[7]183,
bu tamim diğerlerinden daha bir başka anlam taşımaklaydı. Bu tamim üzerine
İzmit Mutasarrıfı, sancaktaki mahkûmların elverişli olanlarının isim
cetvellerini göndermiş, cevabî yazı beklenmeden de mahkûmlardan 285 kişi
derhal İstanbul’a gönderilmişti. Mahkûmlar İstanbul’da ya da mahallinde kısa dönemlerde
eğitildikten sonra savaşa sürülmekteydi. Zaten çoğu çete faaliyetlerini bildiğinden
başarılı ve uyumlu bir süreç geçiriyorlardı. Bunlar savaş meydanlarında da
önemli başarılara katkıda bulunmuşlardır. Talat Bey’in 13 Ocak 1915 tarihli
Erzurum Vilâyeti’ne çektiği şifre son derece dikkat çekicidir. Şöyle: Vilâyet
hapishanelerinde mevkuf iken bittahliye çete halinde mücahedeye [kutsal savaşa] sevk olunan aftan faide temin edildiği
anlaşılmaktadır. Bu suretle Kafkasya’da işe yarar iâakall... gönüllü tedarik ve
şevki mümkün olacağından Hafız Hakkı Paşa’ya bu cihetin izahıyla muvafakat
olunduğu surette hemen vilâyetlerden yola çıkarılmak üzere inbâsı [ haber
verilmesi]…
İttihat
ve Terakki Partisi’nin Teşkilât-ı Mahsûsa’sı için bu tür örgütler zararlı ve anlamsız olduğunu söyleyen Köprülü Şerif
Bey, Vilâyât-ı Şarkiyye’ de gönüllü 'birliklerin organizesi hakkında şu bilgiyi
aktarmaktadır:
Erzurum’da
Bahaeddin Şakir Bey’in oluşturduğu çetelere Haşan İzzet Paşa’nın emriyle IX.
Kolordu birliklerinden en seçkin subay ve Erzurum’un en babayiğit erleri
verilmiştir.”
Bunun yanında Köprülü Şerif Bey, bu hususta bir de eleştiri yaparak; Ben daha sonra bu çetelerin bizim ilerimizde
değil, gerimizde dolaştıklarını ve köyleri yağma etmekle uğraştıklarını
gördüm. Bu atlı erler süvari tümenimizde ve bu seçkin subaylar kendi
bölüklerinde görev yaparlardı. Elbette daha verimli ve daha soylu bir iş
görürlerdi demektedir. [8]
TM’nın bu derece irrasyonel olarak
nitelenmesine rağmen bu birliklerin sürekli yetiştirilmesi, takviye edilmesi
bölgedeki çalışmalarına ve sakinlerine korku salma ile yağmanın ne kadar önem
arzettiğinin ifadesidir. Köprülü Şerif (İldem) bu sözleriyle bir gerçeği dile getirmektedir ancak bir
eksikle:TM çetelerinin geride dolaştığı
ve yağmaladığı köyler Ermeni ve Rum köyleridir.
TM ve Soykırım
Seferberliğin
başlamasıyla birlikte Osmanlı henüz savaşa dahil olmadan Partinin Katib-i
mesullerinin TM çetelerinin çalışmalarını organize için büyük ümitlerle çalışma mıntıkalarına gönderilir: “Merkez-i
umumî o sırada herkesin silah altına alınması üzerine merkez azasıyla katib-i
mes’ullerinde harbe katılmalarını düşünmüştü. Şimdilik yalnız katib-i
mes’uller İstanbul’dan hareketle Erzincan’a kadar gidecekler ve orada emir
bekleyeceklerdi. Daha sonra Merkez-i umumî azasından. Doktor Bahaettin Şakir
Bey’in Kuzey Kafkasya’ya, Ömer Naci ve Ruşeni Beylerin İran mıntıkasına,
Süleyman Şefik Paşa, Rauf Bey ve Ubeydullah Efendi’nin Afganistan’a
hareketleriyle İbrahim İskeçeli Ali Rıza ve Bulgar meb’uslarından Celal vesaire
beylerin Rumeli’deki teşkilât gibi muhtelif kollara ayrılan ve Süleyman Askeri
Bey’in idaresi altına geçen Teşkilât-ı Mahsusa işine evvela kâtib-i mes’ullerin
İstanbul’dan denizden Trabzona ve kara yoluyla Erzincan seferleriyle TM
birliklerinin Birinci Büyük Savaş
macerası başlar. Alman öneri ve desteğiyle oluşturulan en önemli etkin birlik,
öncelikli hedef müttefik güçlere karşı, özellikle Kafkasya’da Rusya'ya karşı,
istihbarat ve sabotaj eylemlerini yürüteceklerdir. Ancak bu girişimler hiçbir
yerde başarılı olmaz ve Ocak 1915’te bütün ümitler kırılarak TM birlikleri
örgütlü çeteleriyle tamamen içe döner 1915 ortalarında TM’nın mümtaz
şahsiyetleri Soykırımı organize etmeye çalışmaktadırlar.
Koloğlu, TM birliklerinin Ermenileri
engellemeye yönelik olduğunu söylemesi bu birliklerin ikincil görevinin örtülü
itirafı olarak okunabilir: “TM’nın bölgede çeteler kurarak Ermeni eylemlerini
engellemeye çalıştı. Ancak çeteler önceliği kendi ailelerini kurtarmaya verince
etkili olamadılar… Şubat 1915’te Kafkas Cephesindeki Teşkilat-ı Mahsusa’nın
faaliyeti hiçbir sonuç vermediğinden Trabzon kumandanlığı lağvedilir ve
Bahattin Şakir istanbul’a döner”[9]
“Doktor Bahaettin Şakir Bey İstanbul’da artık Teşkilât-ı
Mahsusa’nın haricî düşmanlan ilgilendiren işlerinden vazgeçerek memleketin
dahili düşmanlarıyla meşgul olmaya karar vermişti.”[10]
“Dr. Bahaddin
Şâkir, İstanbul’a gitmek arzusundadır. Talat Bey’e gönderdiği 25 Ocak 1915
tarihli telgrafında bu isteğini açıklar.[11]
İlk gerekçesi, İstanbul’da siyasî ve askerî olayları Erzurum’da dolaylı
yollardan öğrenmesidir. Bölgedeki askerî ortamı ve ruh hâlini, buradan
uzaktakilerin bilmesi mümkün değildir. Bunu anlamanın yolu askerin ve halkın
arasında bulunmaktan geçer. Dr. Bahaddin Şâkir söz konusu hali bilmektedir.[12]
Yaşanan Ardahan bozgunu onu etkilemiş, zafer hülyaları yerini gerçeklere bırakmıştır.
Yeniden harekete geçip, zafer kazanmanın peşindedir. Güçleri kendisinin
bulunduğu cephede toplamak, bunun yolunu açacaktır. Saha-i harbi tevsi’ etmeyiniz [Savaş alanını genişletmeyiniz]. Kuvvetleri
dağıtmayınız. Şarkdaki işi her şeye tercih ve bu sûrede asırlardan beri
mağlubiyetden başka bir şey görmeye alışmamış milleti ma’nen yükseltmek
esbabına [sebebine] tevessül etmezseniz [inanmazsanız] madden olduğu gibi
ma’nen iflas etmiş oluruz. Harbin merkez-i sikleti ne Mısır ne Basra ve ne de
Rumeli’dir... Şarkdır.”[13]
İşte bütün bu hususları görüşmek için Trabzon’a gelip geri dönecek torpido ya
da vapurla bir haftalığına İstanbul’a gitmek istemektedir.. Bölgeden geçici bir
süre ayrılmasında sakınca olmadığını bildirmektedir. “[14]
TM ‘da önemli görev üstlenen A. Cemil,
Bahaettin Şakir’in cinayetlerine zemin hazırlayan bir tablo sunar. Bu tabloda
hedef Ermenilerdir. “ İşte memleket dahilinde teşekkül eden ve cephe gerisini
tehdit etmek üzere olan dahilî düşmanların hazırlıkları ve buna benzer daha
birçok vesikalardan anlaşılıyordu. Doktor Bahaettin Şakir Bey bunları
İstanbul’da İttihat ve Terakki Merkez-i Umumîsi’nin dikkatine koyarak orduyu
büyük bir tehlikeden kurtarmak için alınacak tedbirleri müzakere ile meşgul
bulunuyordu. Bu müzakereler nihayet tehcir kanununun neşri ile neticelenmişti.
Doktor Bahaettin Şakir Bey bir müddet sonra Kafkas cephesine döndüğü zaman
yeni vaziyet tamamıyla ortaya çıkmış bulunuyordu. “[15]
Teşkilat-ı Mahsusa girişiminin büyük
başarısızlıkları sonrasında Ittihadçı
elebaşılar, Dr. Şakir’in ısrarıyla, Teşkilatı Mahsusa için yeni bir misyon
belirlediler; Türkiye içinde ve özellikle altı doğu vilayetinde Ermeniler’in
imhası.[16]
Alınan
kararlar ışığında TM birlikleri yeniden düzenlenir. En önemli karar, artık
birliklerin orduya bağlı olmaktan çıkarılmasıdır. Birlikler bölgede bağımsız
hareket edecekler ve Bahaettin Şakir’e bağlı olacaklardır. Künzler, 1915’in ilk aylarındaki bir tanıklığı Soykırım kararının
alındığını ifade eder: Bağdat’a
seyahatimiz çok yavaş ilerliyordu, kesinlikle Almanların istediği hızda
değildi. Seyahatimiz sırasında bir akşam, kafile başı, binbaşı Nafiz Bey Ermeni
sorununu gündeme getirdi. Genç Türklerin liderlerinden biriydi; 1908 yılında
İstanbul, Taşkışla hücumunda takdire şayan işler başarmıştı. Bu nedenle onun
açıklamaları benim için ilginçti. Biz
Türkler, diyordu, Ermenileri ya
toptan imha etmeliyiz ya da onları göçe zorlamalıyız. İmparatorluğumuz
sınırları içerisinde onlarla beraber yaşamamız imkânsız.”[17]
Soykırım
araştırmacıları, TM’nın Bölgeye geri
dönen Bahaettin Şakir tarafından yönetildiğinin altını çizerler: Operasyonları
Mayıs sonlarına doğru Erzurum’a geri dönen Bahattin Şakir-çoğu kez onun
talimatlarına uymak zorunda olan Vali Tahsin Beyin isteği hilafına-
yönetiyordu.[18]
TM’nın Kafkas
müfrezelerinin yanında diğer bölgelere gönderilen diğer müfrezelerde görev yerlerinde başarısızlıklarından dolayı
geri dönmüş ve içeriye odaklanmıştır. TM’nın mümtaz şahsiyeti Ömer Naci
Mardin’de, Ayn- Wardo’da, Hazax’ta… direnişleri
bastırmak ve soykırımı kolaylaştırmakla uğraşmaktadır: Ömer Naci’nin
komutasındaki “TM Müfreze[si] , Ekim ayı sonlarında Cizre’ye geldiğinde,
bölgede Ermenilerin silahlı isyanları baş göstermiştir. Scheubner, karargâh
kurma hazırlıklarını ve bazı işlerini halletmek üzere, birliğini Ömer Naci’ye
bırakarak, Musul’a gider. İsyan Midyat’a da sıçrar. Bölgede isyancıların
üzerine gönderilecek birlik bulunmadığından dolayı, 12. Kolordu Komutanı Halil
Paşa, Ömer Naci kuvvetlerinin isyanı bastırmak üzere görevlendirilmesini Başkumandanlık
Vekâletine yazar.[19]
Ömer Naci de bu görevden kaçınmaz, o sırada Cizre’ye gelecek olan 51. Tümen
birliklerinden bir tabur, bir seri dağ topunun emrine tahsisini ister. Talebi
kabul edilir. Ömer Naci, emrindeki kuvvetlerle isyanı bastıracaktır. Harbiye
Nâzırı da isyanın hemen bastırılmasını ister ancak öncelikle, isyancıların
hayatlarının emniyette olacağına teminat verilerek ellerindeki silahların
toplanmasından yanadır.[20]
Rauf Bey müfrezesi de soykırım sürecinde o bölgededir.
Osmanlı
müttefiki Alman komutanların TM operasyonları ile ilgili üstlerine verdikleri
bir çok rapor bulunmaktadır. Bu raporlar TM’nın Soykırım sürecinin en önemli
aktörlerden biri olduğunu belgeler: Yarbay Stange[21],
Erzurum’dan sürülen Ermenilerin akibetleri hakkında şunları bildirdi: “Bu Ermenilerin tamamının Mamahatun (Tercan)
civarlarındaki çeteler (gönüllüler), aşiretler ya da benzer gruplar tarafından
öldürüldüğü kesindir ve bu cinayete askerî refakat göz yummuş, hattâ yardımcı
olmuştur. “Ermenilerin imhası
diye, yazdı sonra Stange, Bal gibi
örgütlenmiş ve ordu mensuplarının
yardımı ve gönüllü çeteleri tarafından gerçekleştirilmiştir.[22]
Bir başka alman
görevli Bergfeld 9.7.1915 günlü
raporunda: “Tehcir edilenlerin nakil esnasındaki güvenlikleri konusunda Vali
bana rahatlatıcı garantiler verdi. Valinin, kendi yetki sınırları dahilinde
Ermenilerin başlarına bir şey gelmeyeceği konusundaki azim ve isteğine de
güveniyorum. Bununla beraber diğer bölgelerde Ermenilerin yok edilmesinin
düşünüldüğü yolunda belirtiler var. Ayrıca söylentiye göre Ermeniler, Erzincan
ile Diyarbakır arasındaki dağ geçidinde Kürtler tarafından katledilmiş ve
Erzurum ile Bayburt dolaylarında ise liderleri Fransızca konuşan büyük soyguncu
çeteleri görülmüştür. Yine de şimdiye kadar tamamen güvenli olan bu civarda
büyük çetelerin oluşması dikkat çekicidir.”[23]
Alman görevliler
raporlarında TM birliklerinin infazlarını ve infazcılarını da belgelerler.
Alman arşivlerinde bu konuda da birçok örnekler bulunmaktadır: “Resmî
üniformaları içindeki askerleri, zaptiyeleri ve jandarmaları teşhis etmek zor
değildi. Buna karşın özel olarak soykırımı tertiplemek için bir araya
getirilmiş ve Şakir tarafından yönetilen özel
örgüt (Teşkilât-ı Mahsusa) ise büyük oranda gizlilik içerisinde hareket
etti. Bunların ne sosyal kökenleri ne de etnik kökenlerini hemen tespit etmek
kolaydı. Buna rağmen, Alman kaynaklarında bunlar hakkında da bilgiler bulunur,
bazen başıbozuk, bazen çete ya da eşkıya olarak tanımlanırlar. Aralarında
katliamlar için serbest bırakılan çok sayıda ağır suçlular da vardır.
Bu konudaki ilk
uyarı kurbanların kendilerinden geldi. Wangenheim, hadiseler için Ermeniler
tarafından sorumlu tutulanlardan söz ederken şunları yazdı: “Milis kuvvetleri
adı altında askerî biçimde örgütlenmiş düzensiz Türk kuvvetleri ve yağmacı
çeteler; köylerde oturan Ermeni nüfusa karşı girişilen birçok yağmalama,
hırsızlık için adam öldürmeler ve diğer taşkınlıklarda suçlu görülmektedir.”[24]
Konsolos
Bergfeld, Trabzon’dan şunları bildirdi: “Söylentiye
göre Ermeniler, Erzincan ile Diyarbakır arasındaki dağ geçidinde Kürtler
tarafından katledilmiş, Erzurum ile Bayburt dolaylarında ise büyük soyguncu
çeteleri görülmüştür. Yine de şimdiye kadar tamamen güvenli olan bu civarda
büyük çetelerin oluşması dikkat çekicidir.”[25]
Konsolos Rößler, “Türk hükümeti” diye
yazdı, “gönüllü Çerkesleri aldı ve
Ermenilerin üzerine saldı”.[26]
Elçi Wangenhein
1915 Temmuzunda Tel-Ermen’de Ermenilerin öldürülmeleri hakkındaki raporunu
Alman albayı Mikus’un ifadelerine dayandırdı: “Milis ve jandarma cinayetlere muhtemelen katıldı, en azından seyirci
kaldı. Nusaybin ve Tel-Arman arasındaki yedek birlikler (bırakılan hükümlüler)
dahil olmak üzere, katliamdan coşkuyla sözettiler, katliam yapılan bir Ermeni
köyü tamamen yağmalandı.”[27]
Konsolos Rößler[28] ise, “Türk
hükümeti mahkûmları serbest bıraktı ve onları asker üniformaları içine sokarak
tehcir konvoylarının geçtiği yerlere gönderdi,” diye yazdı.”[29]
Alman
arşivlerinde batılı gazetecilerin tanıklıklarına dair belgelerde bulunmaktadır.
Gazeteci Tyszka’nın 30 Eylül 1915 günlü
raporu[30]
tanıklığa ilişkindir: ”Bayburt, Maraş, Şebinkarahisar, Ankara, Malatya gibi
Ermenilere katliam yapılan yerlerde, erkekler ailelerinden ayrıldı. Kadınlar
telâşla toplayabildikleri şeylerle yola çıktılar. Çeteler savunmasız insanları
takip etti, onları canları istedikleri gibi soydular, ırzlarına geçtiler ve
öldürdüler. Çanakkale’de savaşan ve kısa bir süre için başkente gelen bir
Tuğgeneral, Trabzon ve Sivas’ta yaşayan akrabalarının Türklerin Ermenilere
yaptıkları katliamlar hakkında yazdıklarını gözyaşları içinde anlatıyordu.”[31]
Tyszka, tanıklığına bir Türk generalin gözlemini de eklemekten kendini alamaz.
AB s481
MT’nın
Boyutu
TM’nın boyutu sorusu, kuruluşu ve
faaliyetleri konusunda yüksek düzeyde gizlilik egemen olduğundan, hep cevapsız
kalmıştır. 30.000 ve 34.000 arasında tahmin edilmektedir.[32]
-----------------------
[1] 1915-09-25-DE-001 (referans verilen Alman
Belgeleri, Wolfgang Gust’un çalışmasında
alınmıştır.
[1] 1916-01-31-DE-003.
[1]1915-04-15-DE-002.
[1] 1915-07-09-DE-002.
[1]1915-07-27-DE-001.
[1] Wolfgang Gust Alman Belgeleri …. s 115
[1] 1915-10-01-DE 001 ek.3
[1] Wolfgang Gust Alman Belgeleri… s 481
[1] (Stoddard, The Ottoman, s. 58; Teşkilatı oluşturan insanların toplam
sayısını 30.000 olarak belirtir. Fransız tarihçi E. Doumergue, L’Armenie,
les nıassacres, et la question d’Orient, Paris, s. 24-5’de 30.000 rakamını
kullanır; İsviçreli tarihçi S. Zurlinden, Der Weltkrieg, Zürih, 1918, c.
2, s. 657’de sayının 34.000 olduğu tahminini yapar.) Vahakn N. Dadrian, Ermeni Soykırımında Kurumsal
Roller… s 112.
[1] Serdar Dinçer, Alman Belgelerinde Alman – Türk
silah Arkadaşlığı… s 359
[2] BOA, DH.ŞFR.,
D.442, V.31 (1,2); ATAŞE, BDH
Kol., Kls.246, D.1022, F.l-19; Arif Cemil, age, s. 48
[4] Ahmet Tetik, Teşkilat-ı Mahsusa… s 285
[6] Aydoğan, çalışmasının sunuşunda
anlayamadığımız garip bir düşünce ile “kullanılan arşiv belgelerinin
bazılarında dosya ve vesika nuraraları değiştirilmeden verilirken bazılarında
belge ve numaraları farklı verilmiş ve bununla bilim hırsızlığının önüne geçilmeye
istenmiştir. Bu uygulamamız işin özünde bir aksaklık oluşturmamaktadır.
“sözlerine yer vermiştir. Bu ibretlik bir düşüncenin Türk akademileri ve
akademisyenlerinin düzeyini belirlemekte olduğunu söylemeden geçemedik.
[7] BOA DH. ŞFR
D. 451, V. 12(1)
[9] Orhan Koloğlu, Curnalcilikten Teşkilat-ı
Mahsusa’ya Kırmızı Kedi Y. 2012 s 137
[10] Arif Cemil, Birinci Dünya Savaşında Teşkilat-ı
Mahsusa, Haz. Metin Martı, Arma s 238
[11] BOA, DH. ŞFR, D.459, V4(1,2,3,4);ATASE,BDH
Kol, KLS 246, D.1022,F.1-93
[12] BOA, DH.
ŞFR, D.459, V4(2)
[13] BOA, DH. ŞFR, D.459, V4(3);ATASE,BDH Kol, KLS
246, D.1022,F.1-93
[14] Ahmet Tetik, Teşkilat-ı Mahsusa… s 353-355
[15] Arif Cemil, Teşkilat-ı Mahsusa… s 244 Arif
Cemil bütün bunlara rağmen TM’yı Soykırımla ilintilendirmez: [B]u noktalara
[Soykırım] temas edemeden geçeceğiz.
Çünkü Ermenilerin tehciri meselesi Teşkilât-ı Mahsusa mevzuunun büsbütün haricinde
kalmaktadır.
[16] Vahakn N. Dadrian, Ermeni Soykırımında
Kurumsal Roller, çev. Attila Tuygan, Belge Y.2004 s 29
[17] Jacob Künzler, Kan ve Gözyaşı Ülkesinde, Çev.
Perim Ozan, Belge,2012 s 38
[18] Yves Ternon, bir Soykırım Tarihi, haz. R.
Zarakolu, Belge, s 314
[19] ATASE, BDH Kol, Kls. 17, D.81, F. 27-1,3
[21] Tehcire ve katliam eylemlerine karşı açıkça
tavır alan çok az Alman subayı söz konusudur. Alman arşivlerinde çalışan Gust
bunlara örnekler verir. “Eğer Erzurum tehcire karşı bir iç protesto adası
olabilmişse, orada konsoloslukta tehcir karşıtı bir ihtiyat subayı olan
Scheubner-Richter’in bulunuyor olmasından dolayıdır. Onun yanı sıra üç subay da
sürekli olarak şehirdeydiler. Bunlar: İstihkam komutanı, Alman albayı ve aynı
zamanda Türk tümgenerali olan Posseldt, Prusya albayı ve 21. Piyade Alayı
komutanı Stange ve savaştan sonra Lepsius’a tehcir hakkında kişisel
gözlemlerini sunan, ancak hiç ilgi görmeyen 27. Öncü Alayı Keşif Karargâh
Komutanı Albay Straszewski’ydi.
Bu üçlü, Alman
Dışişleri Bakanlığı dosyalarında bilinen subaylardı ve muhtemelen Straszewski
de Ermenilere yardım etmek istemişti. Hepsi tutumlarının diyetini ödediler.
Scheubner-Richter daha sonra doğuya İran’a sürüldü. Posseldt, (Alman tanıkların
izlenimlerine göre) Ermeniler´le ilgili girişimlerinden ötürü sürüldü, aynı
şekilde Yarbay Stange de, Batı Cephesine gönderilip orada zehirlenmiş olarak
hayatını yitirmeden önce, İstanbul’da postane hizmetinde görev almak zorunda
kaldı .” Gust’un verdiği örneklerde TM ve Soykırım ilişkisini belirleyen alman görevliler
bölgedeki görevlerinde tutunamamış sürgün edilmişlerdir.
[22] Wolfgang Gust Alman Belgeleri Ermeni
Soykırımı, 1915-16 s 116
[23] Wolfgang Gust Alman Belgeleri …. s 302
[24] 1915-09-25-DE-001 (referans verilen Alman
Belgeleri, Wolfgang Gust’un çalışmasında
alınmıştır.
[25] 1916-01-31-DE-003.
[26]1915-04-15-DE-002.
[27] 1915-07-09-DE-002.
[28]1915-07-27-DE-001.
[29] Wolfgang Gust Alman Belgeleri …. s 115
[30] 1915-10-01-DE 001 ek.3
[31] Wolfgang Gust Alman Belgeleri… s 481
[32] (Stoddard, The Ottoman, s. 58; Teşkilatı oluşturan insanların toplam
sayısını 30.000 olarak belirtir. Fransız tarihçi E. Doumergue, L’Armenie,
les nıassacres, et la question d’Orient, Paris, s. 24-5’de 30.000 rakamını
kullanır; İsviçreli tarihçi S. Zurlinden, Der Weltkrieg, Zürih, 1918, c.
2, s. 657’de sayının 34.000 olduğu tahminini yapar.) Vahakn N. Dadrian, Ermeni Soykırımında Kurumsal
Roller… s 112.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder