30 Mart 2009 Pazartesi

HATAY Seçim Sonuçları






Haber: Murat Altunöz
murataltunoz@hotmail.com

Antakya Merkezini AKP'li Lütfi Savaş Kazandı.

2009 yerel seçimleri, Antakya’da bir sağ, bir sol parti geleneğini bozdu. Antakya tarihinde ilk kez, sağ bir parti iki kez üst üste seçimi kazandı. AKP Adayı Lütfi Savaş, CHP Adayı İris Şentyürk'ü açık ara farkla geçerken, Hatay’ın İskenderun İlçesinde ise 15 yıl aradan sonra CHP belediyeyi kazanırken; ilk kez ÖDP ise Hatay’ın Samandağ ilçesinde CHP’nin kalesini elinden aldı.

29 Mart 2009 seçimleri bazı yerleşim birimlerinde sürprizlerin yaşanmasına da neden oldu.
Kesin olmayan sonuçlara göre; İskenderun’un efsane denilen Belediye Başkanı Mete Aslan, bu seçimi CHP adayı Dr. Yusuf Civelek’e kaptırdı. Antakya Merkeze bağlı Serinyol’un Belediye Başkanı Sabahattin İnal da, koltuğunu DSP adayı Mehmet Oflazoğlu’na kaptırırken,merkeze bağlı Yeşilpınar, Dursunlu ve Harbiye’de CHP’li mevcut Belediye Başkanları Malik Kılıç, Selahattin Altınöz ile Hikmet Karaali seçimin galibi oldu.

"Dursunlu Belediye Başkanı: Selahattin Altınöz"

Hatay’da bir sürpriz de Samandağ’da yaşandı. Samandağ Belediyesini ÖDP adayı Mithat Nehir kazanırken, Merkeze bağlı Odabaşı beldesinde Hasan Tümer, Kuzeytepe Beldesinde Necati Aydın, Turunçlu Beldesinde Ali Zeki Özer, Çekmece beldesinde Cafer Özenir, Yayladağı ilçesinde MHP adayı Mustafa Kemal Dağıstanlı, Payas Belediyesini Bekir Altan kalırken Dörtyol’da seçim yarışına giren DTP Adayı Halis Yurtsever 3 sırada yer aldı.

Hatay’ın İskenderun İlçesine bağlı 13 beldesinde Belediye Başkanlıklarını yedi beldede Cumhuriyet Halk Partisi, üç beldede Ak Parti, bir beldede Anavatan Partisi, bir Demokrat Parti, bir beldede de MHP adayı Belediye Başkanlığını kazandı.

29 Mart yerel seçimlerinde İskenderun’u 15 yıl aradan sonra yeniden kazanan Cumhuriyet Halk Partisi beldelerin de çoğunluğunda başkanlığı aldı. İskenderun’a bağlı Beldelerde resmi olmayan sonuçlara göre belediye başkanlıkları kesinleşen beldeler şöyle:

Karaağaç Beldesinde Necmettin Acar (CHP), Denizciler Esabil Soydan(AKP), Bekbele Bestami Bilgili (AKP),Sarıseki Bülent Özer (ANAP) Karayılan Mehmet Yurtman (MHP), Akçalı Ali Sabahoğlu(CHP),Üçgüllük Bedi Balta(CHP), Gökmeydan Necim Bozkurt (DP), Azganlık Halil Demir(AKP), Gözcüler Necmettin Güler (CHP),Madenli Dr. Asaf Güven (CHP) Nardüzü Mehmet Yolcu (CHP) ve Arsuz Fuat Süme (CHP).Hatay’ın diğer ilçe ve beldelerinde belirlenen belediye başkanları ise şöyle: Altınözü Mehmet Cavid Alkan (AKP), Antakya Lütfü Savaş (AKP) Belen Cemil Yılmazlar (MHP), Dörtyol Fazıl Keskin (MHP), Erzin Kasım Şimşek (AKP), Hassa Mehmet Karataş (MHP), Kırıkhan Murat Sakman (MHP), Kumlu Ali Belkız (CHP), Reyhanlı Hüseyin Şanverdi (AKP) Yayladağı Mustafa Kemal Dağıstanlı (MHP), Payas Bekir Altan (MHP) Yeşilköy Fatma Görgen (AKP), Altınçağ Yaşar Düz, Karakise Yusuf Soylu, Kuzuculu Yaşar Toksoy.

29 Mart 2009

29 Mart 2009 Pazar

Seçimin Galibi: Demokratik Toplum Partisi


Faiz Cebiroğlu

Yerel seçim sonuçları kesinleşmeden ben kesin sonuçları yazıyorum: Seçimleri Demokratik Toplum Partisi kazanmıştır!

Daha önceleri yazdım, tekrarlıyorum: Türkiye’de seçimler, Kürtler / Kürtlerden yana güçler ile AKP arasında yapıldı. Yani DTP ile Kürt ve halk düşmanı AKP arasında yapıldı; emperyalizmin / siyonizmin ve bunun destekçisi olan Türk Silahlı Kuvvetleri ile tarihten silinmek istenen Kürtler arasında yapıldı. Bu şu demek oluyor: Diyarbekir’i kazanan seçimi kazanmış oluyor. Gelen sonuçlar açık: Diyarbekir’i kazandık!.Zaten bizimdi! Bizim kaldı! Bizden kimse de alamaz!... Bu şu demek oluyor: Seçimin galibi: Demokratik Toplum Partisi oluyor.

Seçimin galibi, Demokratik Toplum Partisi’dir!

Seçimi kaybeden AKP’dir!

AKP, Diyarbekir’i kaybetmekle hem genelde seçimi, hem de kendini kaybetmiştir. AKP dönemi bitmek üzere.; AKP dönemi kapanmak üzeredir…

Bu yeni dönemi yaratan Kürtlere selam olsun!

Selam olsun Diyarbekir halkına ve Kürtlerin aydınlık geleceğine!..

Selam olsun onuruna ve geleceğine sahip çıkanlara!..

28 Mart 2009 Cumartesi

ORTAKÇA: OYLARIMIZ DTP’ye!

29 Mart’ta Türkiye’de yerel seçimler yapılacak; ORTAKÇA, oylarımızın Demokratik Toplum Partisine verilmesini savunuyor!

ORTAKÇA
sitesi, halklar düşmanı AKP’ye ağır bir yumruk vurmak için oyların Demokratik Toplum Partisi’ne verilmesini savunuyor.

Bu yerel seçimlerde halk düşmanı AKP gitmez, ama DTP’ye vereceğimiz oylarla AKP ölümcül bir darbe yiyebilir; bu da bu hükümetten kurtulmanın ve bazı can alıcı sorunların çözümü için önemli bir yol açılmış olur.

Türkiye’de çözülmesi gereken ve emek – sermaye çelişkisinden kaynaklanan, onlarca sorun vardır. Bunlar doğrudur. Ama doğru olan bir başka ve önemli nokta var; Türkiye ve Ortdadoğu’da ”kilit sorun” olan Kürt sorunun çözümüdür! Bu sorunun çözümüne dair projeler yaratılmadıkça, diğer sorunların da çözülemeyeceğini artık bilmek gerekiyor.

Evet; bugün Türkiye’nin en acil sorunu Kürt sorunun çözümüdür!

Bugün Türkiye’nin bir başka can alıcı sorunu ”zindanların boşalması” ve Kürt Halk Önderi sayın Abdullah Öcalan’ın özgürlüğüne kavuşmasıdır!

Bu öncelikli sorunlar çözülmeden, diğer sorunlar da çözülmez! Bunları artık öğrenmek gerekiyor.

Bu bağlamda;

Yerel seçimler, bu sorunların çözümüne giden yolda bir vesile olabilir. Bu da seçimlerden Demokratik Toplum Partisi’nin güçlenerek çıkmasından geçiyor. Bu açıdan da;

Demokratik Toplum Partisi’ne oylarımızı verelim, diyoruz!

Bu açıdan da; ”Seçimleri Boykot” gibi ”sol pasifist” tutum içine girenleri uyarıyor; Anadolu’nun kaderinde önemli bir mevzi olacak olan bu yerel seçimlerde, hep birlikte;

Demokratik Toplum Partisi’ne oylarımızı verelim, diyoruz!

Onurumuza ve geleceğimize sahip çıkamanın yolu buradan geçiyor.

Onurumuza ve geleceğimize sahip çıkacağız; Demokratik Toplum Partisine oylarımızı vereceğiz!

ORTAKÇA sitesi adına,

Faiz Cebiroğlu

KÜRT Konferansına diyeceklerim




Dr.İsmet Turanlı, Antalya

dr_ismetturanli@mynet.com

Dünya siyasi tarihinden örnekler.

Dünya siyasi tarihinde ve bugün halen problem olan bölgelerin temelde ayni karakteri taşıdığını görürüz.Tıpkı tarlanın tapusunun bir kimseye ait olmasına rağman,bir başkasının o tarlayı kullanması gibi.Bu iki kişi arasında dava senelerce sürer.Dünyanın çeşitli bölgelerinde toprak sahibi bir devletken,orayı kullanan,işgal eden başka bir devlet yahut halk olunca terörizme varan kavgalar müzminleşir.

1.ELSAS : Fransa ile Almanya arasında asırlardanberi kavgaya,harplere sebep olan bir bölgedir.SAAR bölgesi meskunlarının ekseriyatı Alman olduğu için o bölgeninde Almanlara ait olduğunu iddia etmişler ve son ikinci dünya harbinden sonrada bir müddet Fransız işgalinde kalmışsada Referandumla Almanlara verilmiştir.

2. KEŞMİR : İngilizler Hindistandan çekilirken bu bölgede Müslümanlar ekseriyette olmasına rağman Pakistana değilde Hindistan devletine terkemişlerdi.O zamandanberide bu bölge iki devlet arasında kavgaya,teröristik baskınlara sebep olmakta devam etmektedir.Herhalde bir Referandum yapılsa bu problemde çözülür ve siyaset dünyasını devamlı rahatsız eden bir abse olmaktan çıkar.

3. TİROL : Bu bölgede ikinci dünya harbinden sonra İtalya ile Avusturya arasında kavgalara sebep olmuş.Bombalar patlamış,nihayette referandumla bir kısmı İtalyanlara,bir kısmıda Avusturyalılara verilerek problem halolmuştur.

4. TRİYESTE : Hakeza İtalya ile Yogoslavya arasında anlaşmazlıklara sebep olmuş,Bonbalar patlamış,neticede şehrin merkezi İtalyanlara,,çevresi ise Yogoslavlara verilmişti.

5. HATAY :
Türkiye ve Suriye arasında problem olmuşsada ,neticede Türkiyeye katılmıştır.

6. MUSUL : Lozanda anlaşmaya varılamamış.Osmanlı Meclsi Mebusanın,sonrada BMM hükumetinin teyit ettiği MİSAKI MİLLİ hudutları içinde algılandığı için Atatürk,BMM ninde baskısı ile Musul’u İngilizlere bırakmak istememiş ,Cemiyeti Akvam’a yani o zamanki Birleşmiş Milletlere götürmüş,fakat İngilizler o zamanlar dünya siyasetini belirleyene kimseler olduğu için,Ordumuzunda zayıf olduğunu düşünülerek Iraka terkedilmişti.

7. KIBRIS: Lozanda İngilizlere terkedilen Kıbrıs adasında ekseriyetle Rumlar mukimdi.Osmanlılar zamanında yerleştirilmiş olan Türkler ekalliyette idi.Vaktaki Rumlar adayı İngiliz işgalinden kurtarıp,özgürlüğünü isteyince Türklerle,Rumlar arasında kavga başladı.Ve bu kavga silahsızda olsa devam etmektedir.Rumlar ,Türkiye de Tayyip Erdoğanın dediği gibi ,TEK DEVLET,TEK MİLLET diyorlar.Türkleri ekalliyet olarak kabul ediyorlar.

KIBRIS’ın durumu ile KÜRDİSTAN’ın durumunda ben bir benzerlik görüyorum.Nedense Kürt politikacılar tarafından bu durum pek dile getirilmiyor.

Türkiye Kürtleri ana unsur saymadan,TEK DEVLET,TEK MİLLET,TEK DİL diyorsa ayni iddiayı sürdüren Kıbrislı Rumların Adada tek devlet,tek millet tezini kabul etmeleri gerekir.Ayni tez Türkiye de başka,Kıbrısta başka kabul edilemez.Türkiyenin ya Kıbrista Türklerin ekalliyetini kabul etmesi,resmi devletin Rum devleti olmasını kabul etmesi lazımdır.Yok Kıbrısta Türklerin ikinci bir devleti,milleti olduğunu iddia ederse o zaman Türkiyedede Türklerin ve Kürtlerin milletlerini kabul etmesi gerekir.Demek istiyorum ki Türkiye bu ikileme son vermeli,YA KIBRISTAKİ Statütüyü kabul edecek,YAHUTTA Türkiyede sırar ettiği statütüyü Kıbrısta kabul edecek.

Başa dönecek olursak .Nasıl Kıbrısta bir bölgede Türkler yoğun yaşıyor ve o kara parçası Türklerindir diyorsak.Türkiyedede Kürdistanda Kürtler yoğun yaşıyor ve o bölge binlerce senedenberi Kürtlerin mukim olduğu bir kara parçasıdır.

Türkler politik etik olarak Türkiyede Kürtlere tanımadıkları hakkı Kıbrısta Türkler için isteyemezler.Oda politik etiğe sığmaz.

Gerek Kıbrısta ve gerekse tek devlet,birlikte yaşam isteniyorsa ,Referandumla bu duruma halkın karar vermesi gerekir.Benim intibam Kıbrıstaki halklarda ,Türkiyedeki halklarda bölünmek istemiyorlar. O zaman birlikte yaşamın etik kurallarını siyasetin tesbit etmesi lazım.Kimsenin kimseye lütufta bulunmasına lüzum yok.Yeterki her iki halkta eşit haklara kavuşsun.Kimse kendini diğerinden üstün zannetmesin ve ekseriyet ekalliyeti küçümsemesin.Çünkü Aklın yolu birdir.

Kürt Konferansına Tavsiyelerim.

1. Hudutları hesaba katmadan sanki dört devlet (Türkiye,İran,İrak,Suriye) içinde yaşayan Kürtler ,İSVİÇRE misali Kantonlarmış gibi MÜŞTERİKİYAT prensibine hizmetle,siyasi ve askeri mevzular hariç,çalışmaları gerçekleştirecek institutionları kurmalı ve bunlar ilerisi için YOL HARİTASINI çizmelidir.

2. PETROL ve SU : Bu mevzu Kürdistanın zenginliğini temin ettiği için 4 devlet içinde müşterek bir Petrol politikası ve ticaretini tesbit etmelidir.Ayni tarzda Fırat ve Diclenin Su zenginliğinide Kürdistana uygun bir su politikası tesbit edilmelidir.

3. Kürdistanın inşası ve ticaretinin gelişmesi için Erbil merkez seçilirken,Kültür ve Edebiyatının,Kürt dilinin gelişmesi için Amed(Diyarbakır) merkez addedilmelidir.

4. Sağlık ve sosyal hizmetlerdede müşterikiyat prensibinden hareketle,Çocuk ve ana ölümlerinin önüne geçilmesi için müşterek atılımlar yapılması planlanlamalıdır.
Bu konferansın gayesi sadece PKK nın silah bırakması gibi kısa vadeli değilde bence ilerisinin planlaması gerekir.Kürt sorunu PKK ile özdeşlenmemelidir.PKK vazgeçsede Sorun bitmez.Sorunun bitmesi Kürtlerinde dünya sathında haysiyetine kavuşması için yukarda bahsettiğim planın gerçekleşmesi gerekir.

BERMUDA İngilizlerin müstemlekesi bir adacıktı.Burada zenciler ve az sayıdada beyazlar (yerli olmayan) yaşıyordu.Jamaikalı bir sportmen doktor (zenci),buraya geliyor.Çok tanınmış bir atlet.Önce spor klübü,sonra senika ve nihayet parti kurarak o zencilere oy hakkı tanıtıyor.Yoksul zencilere eşit haklar tanıtıyor ve bugün o yerlilerde zengin ,eşit ve müreffeh yaşıyorlar.

Birde Singapur misali çok enteresandır.Oranın sosyal demokrat fakat oldukçada diktatör bir başbakanı ora halkını sefaletten kurtarıyor.O şehir-devleti bugün 250 milyarlık ticari kapasiyete kavuşuyor.Çalışan,eşit insanlarla.ki çok çeşitli etniğe sahip ,kozmopolit bir halkı vardır.
Yukardaki misallerde gösteriyor ki Kürtlerde Kürdistanda doğal zenginlikleri ile birlikte,eşit olarak çalışırlarsa kısa zamanda ezilen bir millet olmaktan kurtulurlar.

Silahla değil akılla ,çalışmakla tekamül,ve özgürlük mümkündür.diye düşünüyorum.

23 Mart 2009 Pazartesi

MUM YAKTIK IŞIK OLDUK KARANLIK YILLARDA





Haci Cirik (Fezali)

Karanlık yıllarda ışık ararken
Mum yaktık söz oldu dinle bahtıyar
Bin yıl eveli ilm irfan ararken
Saz çaldık söz oldu dinle bahtiyar

Emevi abbasi vurdu inletti
Kılıç kama ile cihatı etti
İnsanlık alemi ezildi bitti
Cem tuttuk söz oldu dinle bahtiyar

Selçuklu osmanlı yarı imanlı
Yıllar yılı elleri oldu kanlı
Yolu yönü arap halife donlu
Dik durduk söz oldu dinle bahtıyar

Millet ırk insana koydular isim
Hanadan yerine kapital kesim
Varıdım o günde duymazlar sesim
O olduk söz oldu dinle bahtiyar

Sınırlı takımlı bölündü dünya
İlmin yolunda olan gitti aya
Rüyalar görürken cennetten yana
Baş koyduk söz oldu dinle bahtiyar

Halife molla hoca kadı kanun
Hak kelamı söde özleri melun
Bu çark yıllar bela başına kulun
Dur dedik söz oldu dinle bahtiyar

Ülkeler kuruldu yöneten oldu
İnsanlık aynada kendini gördü
Bilinen dinciye bu dünya dardı
Bil dedik söz oldu dinle bahtiyar


Yaratan adına verildi ferman
Yakıldık kesildik insaf el aman
Maraşta çorumda sivasta duman
Gör dedik söz oldu dinle bahtiyar

Emperyalist paylaşım yapar pilan
Söyledik ezilen topluma uyan
Sistemi içinde halkları soyan
Sor dedik söz oldu dinle bahtiyar

Atmışlı yıllarda direndik ayık
Sırtımız söküldü kesildi bıyık
İskence zindanlar kazıldı oyuk
Dur dedik söz oldu dinle bahtiyar

Tam bagımsız bir türkiye adına
Semeri vurdu demirel kır atına
Keyfi kıyıldı yiğitler canına
Of dedik söz oldu dinle bahtiyar

Kapalı ikili kararlar alındı
Hükümler verildi ipe salındı
Dogru gerçek daha sonra görüldü
Vah dedik söz oldu dinle bahtiyar

Göbekten bağımlı agabey devleti
Diyarı gurbete attı milleti
Görmedik gerici olan zihneti
Uy dedik söz oldu dinle bahtiyar

Topragı olmayan vatana aşık
Karnı aç evinde bulunmaz ışık
Ülkemde evimde kabedir eşik
Bu dedik söz oldu dinle bahtiyar

Eğitim öğretim görmeyen bizler
Kimin adına öldük içim sızlar
Bir gün elbet çözülür erir buzlar
Şu dedik söz oldu dinle bahtiyar

Altmış yıl da sağ zihniyet adına
Süs oldu emek beyler yatına
Saygı olmaz daha ana kadına
Ver dedik söz oldu dinle bahtiyar

Kurandı imandı baglanır başım
Cahil koyarlar boşa geçer yaşım
Sıkıntı töbekar söküldü dişim
Zor dedik söz oldu dinle bahtiyar

Fezali insandır sorarsan eger
Tanışıp anlamak muhabbet deger
Dünyanın merkezi insanmış meger
Bil dedik söz oldu dinle bahtiyar

22 Mart 2009 Pazar

DAR SOKAK DERGİSİ MART SAYISI ÇIKTI


DAR SOKAK Aylık Edebiyat Dergisi Yıl: 2 Sayı 8 (Mart) 2009

ÖYKÜLERİYLE:

KOKULAR / Remzi Karabulut
Bir Kıyı Kasabası / Ferit Sürmeli
ANLATI:

Hurdacı / Muhsin Boz

Deneme:

Sıradan Çelişkiler / Sertaç Kesici

Kampüs ve şiir / Yunus Yunusoğlu

Birgün Olmayacak / Günay Dağlı
ŞİİRLERİYLE:
Yaser Bereketoğlu / İKİ’LER
İ.Deniz Aslan / Gün içimde
Sabri Kuşkonmaz / Özkardeşim Hrant Üveyim Ben Manzumesi

Yavuz Yavuzer / Pavlonya Sokağı

Mehmet Ercan / Vasiyet

Macid Ebu Goş / Muhammed al-Astal
Murathan Çarboğa / Veda Kopsun

Yunus Yunusoğlu / Göz(ün) Görünmeyince Gözümde

Tan Doğan / Kırgın
Serpil Tuncer / Düşmek ve Ölmek
SÖYLEŞİ:
Roni Margulies ( Ülkemizdeki şairler geçmişle hesaplaşmalıdır ) / Murat Altunöz

------------------------------------------

ADRES: PK 16 Antakya-HATAY

Türkiye Editör: Murat Altunöz / murataltunoz@hotmail.com
Avrupa Editör: Faiz Cebiroğlu / faizce@hotmail.com

Yayın Kurulu: Özcan Özgün, Faiz Cebiroğlu, Ali Özhan Ögün

Web sitesi: http://www.darsokak.blogspot.com

احتباس - MAHKÛMİYET!




ماجد ابوغوش
البحر
أظن أنه أوسع
وأشد زرقة

الشمس
اظن انها أجمل
وأكثر دفئا

الطرقاتأظن انها أطول
وأكثر انسيابا

االعشق
أظن انه مؤلم
واكثر من الفراشات
احتراقا

الشعرمثل عينيك
ليل وسحر
والموت اشتياقا

الصبحملل الليل
من قمر
أطال البكاء والشكوى
وغناء السكارى

الكونحيث تكونين
جاهزة للقطاف
وحيث اكون

رام الله المحتلة 16/11/06

MAHKÛMİYET!
Macid Ebu Goş / Ramallah

DenizO daha geniş
Daha mavi
Olduğunu zannediyorum!

GüneşO daha güzel
Daha sıcak
Olduğunu zannediyorum!

YollarOnlar daha uzun
Daha eşit
Olduğunu zannediyorum!

AşkO daha acı
Kelebeklerden daha yakıcı
Olduğunu zannediyorum!

ŞiirO gözlerin gibi
Geceleri büyüleyici
Ve özlemle ölmektir!

SabahAylı gecenin
Uzayan ağlamalar ve şikayetler
Ve sarhoş şarkılarından bıkışıdır!

KâinatKoparılmaya hazır olduğun
Ve benim de durduğum yerdir!
------------------

Çeviri: Faiz Cebiroğlu

Öcalan: Diyalog Olmadan Silahlı Güçler Tasfiye Edilemez






”…Demokratik ulus ve demokratik konfederalizm çerçevesinde bir Newroz mesajını tüm dünyaya verebiliriz. Bunu halklar için, halkların barışı için önemli buluyorum, tüm halkımızın ve Ortadoğu halklarının Newrozunu kutluyorum!”


Öcalan, Hewler'de düzenlenecek Kürt Konferansı öncesi önemli açıklamalar yaptı. Öcalan, 'ABD politikalarına teslimiyet olmaz. ABD PKK'yi tıpkı Taliban gibi teslim almak istiyor. Devlet, Kürtlerle bir diyalog geliştirirse silahların durumu tartışılır, konuşulur. Halkımızın hakları güvenceye alınana kadar bu silahlı güç tasfiye edilemez' dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgiye göre görüşmede cezaevi koşullarına değinen Öcalan, 'Hava soğuk. Kışı geçirmeye çalışıyorum. Bahar geliyor, bunlar geçer. Ben dışarıdayken de burada da üzerimde büyük baskı var, bir kapatma, sıkıştırma var. Benimle ilgili büyük bir kapatılma durumu var. Bizi her yönden muhalif görüyorlar. Düşünsel olarak da muhalif görüyorlar.' dedi. Öcalan, '1984 Ağustos atılımından bir yıl sonra 1985'te, Almanya bize karşı NATO'nun emriyle savaş açtı. NATO, birçok Avrupa devletine bize karşı olması için baskı yaptı. Gladio biliniyor birçok ülkede NATO'nun emriyle örgütlendi, kuruldu. Gladio, NATO'nun gayri resmi bir kurumudur. İtalya'ya mesela orada büyük bir Gladio örgütü vardı. Avrupa'da da bize karşı bu görevi Almanya devraldı. Birçok Avrupa ülkesini de bize karşı örgütlediler. Sadece İsveç'te Olof Palme bunu kabul etmedi. Olof Palme, 'Ben Kürtlere karşı tavır almam' diyordu. Olof Palme bize karşı tavır almayı reddetti. Palme olayı da bunun üzerinde gelişti.' şeklinde konuştu.

Almanya bizi terörist gösterdi

Öcalan, şöyle devam etti: 'Ben bu konuda daha öncede tartıştım, şimdi ona ek yapıyorum. Bu süreçte anladıklarımla, şimdi tabloyu daha iyi görüyorum. Bu cinayeti de önce bizim üzerimize yıkmaya çalıştılar. Almanya'ya 1985'ten itibaren bizi terörist olarak gösterme, İngiltere'ye de bu işin planlaması verildi. Böylece NATO bütün Avrupa devletlerini bize karşı örgütledi. İsveç, bunu kabul etmedi. Bu yüzden Palme'yi ortadan kaldırdılar. Palme olayının içyüzü buydu. NATO tarafından ortadan kaldırıldı. O dönemde Palme, bize karşı tavır almayı kabul etmemişti, Güney Afrika'ya destek veriyordu. Vietnam'ı da desteklemişti. Olof Palme'nin böyle hareketleri destekleme durumu vardı. Bu yönüyle onların gözünde sabıkalıydı, büyük bir suçluydu! Kürtler için de 'Ben Kürtlere terörist demem' diyordu. Bu nedenle onu tasfiye ettiler. 1985'ten 90'a kadar bize karşı NATO-Gladio yönelimi Almanya üzerinden, 1990'larda ise İngiltere devreye girdi. Benim buraya getirilmemde de ABD-İsrail rol oynadı.'

Talabani Galadio'nun kararını biliyordu

'NATO'nun Türkiye'deki Gladio örgütlenmesi, Türkiye'de infazlara başladılar. İnfaz kararlarının çoğu Amerika tarafından verildi. O zaman Celal Talabani bize gelip 'savaşı durdurun' diyordu. Şimdi anlıyorum ki Talabani Gladio'nun bu kararını biliyordu. Biz '90'larda ateşkes ilan ettiğimizde Talabani, bu işi Amerika'nın yürüttüğünü biliyordu. Bu yargısız infazlar 5 Kasım 2007 Erdoğan-Bush görüşmesine kadar devam etti. AKP de bu infazlardan sorumludur özelikle iktidarının ilk beş yılında. Türkiye içinde de bu infazlara karşı olanlar da tasfiye edildi. Özal, askeri kanattan Eşref Bitlis, Cem Ersever sanıyorum yargısız infaz yapılmasına karşıydılar. Bunlar; 'tutuklama yapıp, yargılayalım' dan yanaydılar. Bunları ortadan kaldırdılar. Bunlar o dönemde PKK'ye de el attılar. İngiltere'nin ikinci adam yaratma planı vardı. İşte Şemdin üzerinden bunu yapmaya çalıştılar. Bu o zaman BBC'nin yayınlarından biraz seziliyordu. O dönem bayağı yol da kat etmişlerdi.'

Beni kontrol altına almak istediler

'O dönem benim çocukluk arkadaşım, köylüm Hasan Bindal'ı öldürdüler. Ben bu olayı araştırdım. Çok ilginç, özel bir suikast yöntemiydi. Ustaca bir vurma var. Çok gelişmiş bir suikast biçimi olduğunu anlamıştım. Tek bir kurşunla vurulmuştu, o kurşun vücuda girdiğinde patlatıyordu. O zaman ben çok düşündüm. Onu niye hedef almışlardı? Anladım ki güya benim yerimi alacak kişi olarak değerlendirilmişti. Hasan Bindal, yakınımdaki tek kişi, köylüm olduğundan dolayı, benim olası imham halinde, bunları bilebilecek, ortaya çıkarabilecek şahit kimse kalmasın diye öldürüldü. Bu suikast onların gücünü de gösteriyordu. Diyarbakır-Bingöl-Muş üçgeninde birçok olay yaşandı, yaşanmaya devam ediyor. Ergenekon'a bağlı çalışan birçok kişi var burada. Yeşil olarak bilinen Mahmut Yıldırım, Çürükkayalar, yine Alparslan Aslan o da Bingöllü, bunların hepsi aynı. Bu üçgende halen tam olarak çözemediğim ve bilmediğim bir şeyler var. Beni de kontrol altına almaya çalıştılar. Kontrol altına alamayacaklarını anlayınca suikastlar yapmaya başladılar. Dışarıda on'a yakın suikast yapıldı. Bunların üç dört tanesini bizzat ben biliyorum. PKK içinde ikinci adam yaratma girişimlerini ve bana yapılan suikast planları o dönem gazetelere dahi yansımıştı.'

Gladio Ergenekon'u kurdu

'Beni kontrol edemeyeceklerini anladıkları için PKK içinde ikinci adam oluşturmaya başladılar. Bütün bunları birleştirdiğimizde bazı şeyleri daha iyi anlıyoruz. Ben, Şemdin'in hırslı hareketlerinden bunu anlamıştım. Ama bunları niçin yapmak istediklerini anlamaya çalışıyordum. Şemdin'i ikinci adam diye lanse ettiler. Beni de etkisizleştirip PKK'yi içten ele geçirmeye çalışıyorlardı. Yani babamı öldürüp anamı da götüreceklerdi. Eski savaşlarda bir gelenek var, galip gelen taraf, diğer tarafın evin erkeğini öldürüp evin malı mülküne kadınlarına ve çocuklarına el koyup götürüyorlardı. Aynı şeyi bana da uygulamaya çalıştılar. Birçok kadını yanlarında götürdüler, bazı kadınlar kaçtılar, bazıları evlendiler. Ben bunlara ayrıldılar, kaçtılar demiyorum, bunun anlamı aslında kadınlara el koymadır. Gladio-Ergenekon'u ABD kurdu. Bunu 5 Kasım 2007'ye kadar kullandı. Bu tarihten sonra cinayetlere, yargısız infazlara son verdi. Bunun karşılığında aldıkları var. 5 Kasım anlaşmasının içeriğin de bunlar var. ABD bunlara işte Levent Ersöz, Veli Küçük'lere dur dedi. Ama bunlar ABD'ye rağmen bu işe devam etmek isteyince ABD tasfiyelerine karar verdi. Ergenekon olayı budur. Bu, tasfiye edilen gerçek Ergenekon değil, yüzeydeki Ergenekon'dur.'

NATO bize karşı savaştı

'Son dönemlerde bazı yererden insan kemikleri çıkarılıyor. Bu suçları, cinayetleri yapanlar Türkiye istihbaratından ayrı bir istihbarattır. Direkt merkezi olarak Ankara'ya bağlı, oraya bağlı olarak çalışıyor. JİTEM, sadece Jandarma İstihbaratı değildir. Emniyet istihbaratı da değildir, MİT istihbaratı da değildir. Bunların içine de sızmış özel bir örgütlenmedir. Gladio'nun Türkiye'deki örgütlenmesidir. Gladio-Ergenekon örgütlenmesidir. Bunlar direkt Amerika'dan emir alıyorlar, maaşlarını da Amerika vermiş, veriyor. Bu suçlar bu cinayetler de bu şekilde işleniyor. Abdulkadir Aygan da bunu itiraflarında kısmen anlatıyor. Diyor ki, Jandarma, Emniyet ve güvenlik teşkilatından ayrı olarak ama onların da içine dâhil edildiği bir örgütlenmedir. Ben şimdi daha iyi anlıyorum; NATO doğrudan bize karşı savaşmış. Biz de savaşı NATO'ya karşı yürütmüşüz. Ben başlarda bütün bunların Türkiye istihbaratının işi olduğunu sanıyordum. Amerika'nın Avrupa'nın bize tavır alışının Türkiye istihbaratının sağladığını düşünüyordum. Başta bunu tam anlamıyordum. Ama sonra Ergenekon İddianamesi, Tuncay Güney'in açıklamaları, Veli Küçük'ün ifadeleri, Aygan'ın itirafları, bu parçaları birleştirdiğimde bütün bunları daha iyi anlıyorum. Bütün bunları birleştirdiğimde bunun Türkiye'nin işi olmadığını, Türkiye'nin sadece bir aracı olduğunu, dışarıdan emir verildiğini anladım. 2. Ergenekon iddianamesinde bu olaylardan bahseder umarım.'

İngilizler katliamlar için yeşil ışık yaktı

''90'lardan sonra Doğan Güreş İngiltere ile görüştü. Sonra da 'İngiltere bize yeşil ışık yaktı' açıklamasını yaptı. ABD bunları destekledi. Ve yargısız infazlar başladı. Güreş ve Çiler bu konuda görevlendirildiler. Çiler'e büyük yetki, doğrudan emir verdiler. Tansu Çiler'e Behçet Cantürk, Savaş Buldan ve diğer Kürt işadamlarının öldürülme emrini de ABD verdi. Hani Tansu Çiler, 'liste cebimde' diyordu ya. O listeyi ona Amerika verdi. Amerika bu işi bizzat örgütledi. Aygan da itiraflarında belirtiyor, diyor ki, biz tutup sıkıyorduk, tutup sıkıyorduk. Yani tuttuğunun ensesinden kurşunlanma. Özal da bize karşı savaşıyordu ama savaş tarzı bunlardan farklıydı, özellikle sivillere yönelik cinayetlere karşı çıkıyordu. İnfazlar ve diğer konularda 5 Kasım 2007 görüşmesinde yeni bir karar verdiler. Bu karar Veli Küçük'ün bir cümlesinden de çıkarabilir. Çok fazla bilgiye ihtiyacım yok, birçok şeyi anlamam için bana bir cümle yeter. Veli Küçük; '5 Kasım'da bizim tasfiyemiz kararı çıktı' diyor. 5 Kasım 2007 Erdoğan-Bush görüşmesinde alınan kararlar bunlardır. 5 Kasım'da Erdoğan ABD'ye 'biz yargısız infazları durdururuz, siz de PKK'yi tasfiye edin' diyor. O tarihten itibaren bir buçuk yıldır infazlar yapılmıyor, infazlar durdu. AKP de iktidarının ilk beş yılında bu infazlara ortaktı. Ve bu infazlardan sorumludur. Karşılığında ABD ne aldı? Kürdistan Federe Devletini. Bu görünen Ergenekon da göstermeliktir, bu Ergenekon, 5 Kasım'da infazların durması kararına direnen gruptur. 5 Kasım kararına karşı geldiği için tasfiye edildiler. Yine o dönem bugünkü ılımlı İslam projesini Amerika hazırladı. Hizbullah'ı da Amerika kurdurttu. İlimciler Menzilciler ve bazı tarikatlar, bunların hepsi Hizbullah'tır. Bunlara birçok faili meçhul cinayetler işletirdiler.'

Hakikat komisyonu öneriyorum

'Bütün bunların açığa çıkması için Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu öneriyorum. Her türlü bilgi ve belgeyi, gazete haberlerine kadar toplasın, arşiv oluştursun, hazırlıklarının şimdiden yapılması gerekir. Önerdiğim Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu kurulduğunda herkes gelecek bu komisyona konuşacak. Tansu Çiler de gelecek konuşacak, Demirel de Mesut Yılmaz da gelip konuşacak, ben de konuşacağım. Kimin suçu varsa, benim de varsa ortaya çıksın. AB ve Amerika'nın rolü, Gladio'nun yaptıkları, bunların hepsinin araştırılıp ortaya çıkarılması lazım. Ancak o zaman halkımız, Türkiye halkı gerçekleri öğrenir. Parlamento da buna göre karar alır, bir af çıkarır. Af olacaksa böyle olur. Kimin ne suçu varsa bu komisyona konuşacak. Korucular, suç işleyenlere de suçlarını itiraf etmeleri şartıyla bir af getirilebilir.'

Konferans tasfiye konferansı olamaz

'Gazetelerde silahların ABD'ye teslim edilmesinden bahsediliyor. Sayın Talabani'nin, silahların ABD'ye teslim edileceğini söylediğinden bahsediyorlar. Şu söylenmelidir; Sayın Talabani, Sayın Barzani, siz silahlarınızı ABD'ye teslim etmeyi kabul ediyorsanız biz de ederiz. Silahlar teslim edilecekse beraber teslim edelim! Güneyli Güçler için silah neyse bizim için de odur. Onların silahlı gücü neyi ifade ediyorsa bizimki de onu ifade ediyor.

Konferans için de gizli olamaz, tasfiye planları üzerine olamaz, olursa bu Konferans olamaz. Yapılacak bu Konferansta bir icra komitesi yani bir Yürütme Kurulu kurulabilir. Ya da diplomatik misyonu yerine getirecek bir kurul olabilir. Buna demokratik konfederalizm demiştim, isim önemli değil. Oluşturulacak bu kurul bir sonraki Konferansa hazırlık yapar, herkesin durumunu ele alır. Kürtlerin ortak stratejilerini belirler. Bu Yürütme Kurulu ne KDP ne YNK'nin ne de PKK'nin kuruludur. Tüm Kürtlerin durumunu ele alan, tüm Kürtleri temsil eden kurul olur. Mesela İran'daki Kürtleri ele alır, diyecek ki, İran Kürtleri için şunları şunları talep ediyoruz. Yine aynı şekilde Türkiye, Irak ve Suriye'deki Kürtler için, 'sorunları şunlardır, şunlar şunları talep ediyoruz' denilir. Devletlere de bu konuda öneriler yapar, Devletleri demokratik çözüme müdahil etmeye çalışır.'

ABD'ye teslim olmayız

'ABD'ye, ABD'nin politikalarına teslimiyet olmaz. Buna teslimiyet ne demektir? ABD PKK'yi tıpkı Taliban gibi teslim almak istiyor. El Fetih gibi PKK'yi de teslim almak istiyor, El Fetih'in ne hale geldiği ortadadır. Devlet, Kürtlerle bir diyalog geliştirirse silahların durumu tartışılır, konuşulur. Halkımızın hakları güvenceye alınana kadar bu silahlı güç tasfiye edilemez. Her kim ister Güneyli Güçler ister ABD, AB, Türkiye bu oyununda yer alırsa, bunların hepsi tasfiyede birleşirse bütün örgüt de halk da bunlara karşı sonuna kadar direnir. Biz kimseye karşı değiliz ama kimseye de teslimiyeti kabul etmeyiz. Ulusal Konferans adı altında ABD’nin politikaları dayatılacaksa biz bu konferansta yokuz, katılmasınlar. Eğer katılacaklarsa da daha öncede tartıştığım beş ilke kapsamında katılabilirler. Beş ilkeyi de ayrıca tüm Kürtler tartışırlar. Eğer Konferansa katılacaklarsa, silah bırakmayı değil, çatışmasızlığı tartışsınlar.'

Terörizmin alasını ABD yaptı, yaptırdı

'Demokratik uzlaşı öneriyorum. Ortadoğu'da Medeniyetler uzlaşısı da olabilir, Avrupa uygarlığının çözümü de olabilir, demokratikleşme de çözüm olabilir, daha öncede teorik çerçevesini tartışmıştım. Sayın Cumhurbaşkanı'ndan, Başbakandan ve Muhalefet partilerinden rica ediyorum; bu çatışmasızlık ortamı sağlasın. ABD ve AB'yi devreden çıkarıp kendi çözümümüzü geliştirebiliriz. Bu konuda herkes katkılarını yapsın. Aksi durum PKK ve halkı kışkırtmak olur. PKK ve halk da meşru direnme hakkını kullanır. Ben de burada hiçbir şey yapamam, hiçbir sorumluluk alamam. '99'da ben etkisizleştirildim. ABD ve Yunanistan benim burada daha sert davranacağımı tahmin ediyorlardı. Bazıları da benim korktuğumu, korkak davrandığımı söylediler. Ben korktuğumdan değil, korkak olduğumdan değil, ABD'nin AB'nin kirli politikalarını gördüğüm için, halkımı ABD'nin pis politikalarından korumak için burada on yıldır 'yumuşak' davranıyorum. Bize terörist diyorlar, bizi terörist ilan ettiler. Teröristin, terörizmin alâsını da ABD yaptı, yaptırdı, en büyüğünü de bize uyguladı. ABD'nin bu kirli politikaları sonucu yirmi bin kişi öldü, korkunç cinayetler işlendi. Yazık değil mi? Bu 'tavşana kaç tazıya tut' politikasıdır. İngiltere dört yüz yıldır Ortadoğu'da 'iti ite kırdırtma' politikası güdüyor. Bu konuda çok deneyimleri var. Adeta iki iti bir çuvala koyup boğuşturuyorlar. Bizi bunlara mecbur ediyorlar. Biz bunların önüne geçebiliriz. Cumhurbaşkanına, Hükümet yetkililerine çağrıda bulunuyorum.'

Halkımıza sesleniyorum

Öcalan, sözlerini şöyle tamamladı: 'Ben buradan Halkımıza sesleniyorum. AKP de 5 Kasım 2007'ye kadar bu özel savaşı yürüttü. Bir özel savaş hükümetidir. AKP başta olmak üzere tüm özel savaş partilerine kesinlikle oy vermesinler. Oylarıyla bu özel savaş partilerini cezalandırsınlar. DTP, Kürtler tüm demokrasi güçleri çok çalışmalı. Kendi çalışmalarını geliştirmeli, genişletmelidir. Diyarbakır'ı teslim alamadılar, alamazlar da, benden koparamadılar. Neden bunu başaramadılar? Bu önemlidir. Dört dörtlük özel bir örgüt kurup çalışsaydım, propaganda yapsaydım halkın gönlünde bu kadar taht kuramazdım. Halkın bana bağlılığı derinlerden, onların ta yüreklerinden geliyor. Tüm halkımızı özellikle çocukları ve gençlerin Newroz Bayramı'nı kutluyorum. Mademki tarihte kardeşlik var, aynı coğrafyayı paylaşıyoruz, bunun gereğinin de yapılması lazım. Türkiye halkının da Newroz Bayramı'nı kutluyorum. Özellikle Türkiye halkının gerçekleri bilmesini istiyorum. Biz ABD'yi ve Avrupa Birliğini devreden çıkarabiliriz. Tarihi köklü iki büyük halklarız. Kürt sorunu için de kendi çözümümüzü sağduyuyla bulabiliriz, bu sorunları aşabiliriz. Dışarıdan müdahaleye gerek yok, kendimize güvenmeliyiz. Ben ulus-devleti değil, demokratik ulusu esas alıyorum. Demokratik ulus ve demokratik konfederalizm çerçevesinde bir Newroz mesajını tüm dünyaya verebiliriz. Bunu halklar için, halkların barışı için önemli buluyorum, tüm halkımızın ve Ortadoğu halklarının Newrozunu kutluyorum.' İSTANBUL

18 Mart 2009 tarihli Görüşme Notu'dur

http://www.gundem-online.com/

19 Mart 2009 Perşembe

PİŞMANLIK YASASI ÇIKARILMALI MI?




Dr.İsmet Turanlı, Antalya
dr_ismetturanli@mynet.com

Böyle bir yasa evvela yurt içinde darbeleri yapanlara,darbeleri hala savunanlara çıkarılmalıdır.Elini kana bulaştıranlar,suçsuz insanları asit kuyularına attıranlar yargıya sevkedilmeli,17 bin katili meçhuller bölgesinde Jitemde vazifeliler yargılanmalı,hala darbeleri savunanlar ise pişmanlıklarını ifade ederler,annelerden özür dilerlerse af kavramına alınmalıdır.

27 mayıs iyi idi,12 eylül yanlıştı diyenler biliniyor.Bu namusu mücessemler (!),şerefli,vatansever insanlarsa erkekçe ortaya çıkıp suçlarını ikrar etsinler.Yoksa bu af teraneleri neticede Susurluk gibi Ergenokoncuları kayırmak içinmi zemin hazırlıyor dersiniz?.İnsan hafızası unutmağa mahkumdur.Hafızayı beşer nisyan ile maluldur.! Fakat Tarih akıllıdır ve unutmuyor.

DEmokrasi yönünde sanki açılımlar ufukta görünmeğe başladı.İzmir belediye meclisi ,bütün siyasi parti fraksiyonları,oy birliği ile EVREN’in isminin Liselerden silinmesine karar veriyor.Batmanda Necdet Sezer’in ,ki hiç Güneydoğuyu ziyaret etmek tenezzülünde bulunmamıştı,yahutta cesaret edememişti,adının verildiği caddeden silinmesi kararlaşmış.Orgeneraller bile tutuklandı.Bütün bunları hayal edemezdik.Bu yaptırmlar ilerde halkın dahada ciddi kararlar alacağına alamet olabilir mi?.Belkide ben iyimser yorumlar yapıyorum.Bahar gelince önce badem ağaçları çiçek açar.Sanki ,naif bir rüya değilse,Türkiyedede bahar gelmeğe başladı.Evren kararı duyar duymaz kriz geçirdi ve hastaneye kaldırıldı.Kırmızı paçalı arkadaşları ile birlikte,Yunanistanda olduğu gibi,günün birinde GATA’ya sevkedilmeden tutuklanabilirler mi?

GAZİ Suikastı

Yakın tarihimizde gerçekleşmemiş bir GAZİ suikastı vardır.O zaman İstiklal mahkemeleri kurulmuş,hatta Gazi’nin en yakın arkadaşları ,kurtuluş savaşını birlikte yaptığı generaller sorguya çekilmiş,İsmet paşanın müdaheleleri ile paşalar ipten dönmüş,bir çok değerli devlet adamı suçsuz idam edilmişti.Son senelerde değil darbe yapan paşalar serbestçe dolaşmakta,hatta yaşamboyu senatörlükle taltif edilmiş,yargıdan muaf kılan anayasal garanti sağlayan kanunlarla dokunulmaz hale getirilmiş,üstelik ‚İç hizmetler kanunu ile ileride darbe yapmalarını sağlayan hertürlü haklar, kanunlar anayasaya koydurmaktan çekinmeyen,demokrasiyi istedikleri an boğazlamaya amade olduklarını deklare etikleri,iftiharla ifade ettikleri malumumuzdur.Bu tarihi hatalarının Türkiyeye,demokrasiye,ekonomiye ne zararlar getirdiğinin bir bilançosu yapıldımı?Kaç bin genç hayatını kaybetti,?Kaç bini zindanlarda zulüm gördü,dışkı yedirildi,kaç bin rejim aleyhtarı insanımız hudut dışına kaçmak,senelerce vatana hasreti,her türlü sıkıntı ve eziyet çektiklerini medyamız hala es geçmekte değil mi?

İNTERNETTE ÇIKAN GÜNLÜKLER

Son senelerde İnternette çıkan darbe günlükleri ,bazı arsız aydınlar tarafından adeta karikatür malzemesi yapılmaktadır.Gazi suikastında devletin gösterdiği aşırı reaksiyonlara karşı,belkide kanıksandığı için,devleti yıkacak darbe teşebüsleri ciddiye dahi alınmamaktadır.

Polise taş atan çocuklar(belkide kardeşleri,babaları Jitem tarafından katledilmiş) 18 sene hapse mahkum edilirken,mankenlerin arkadaşlıkları basının en mütena maşetlerinde.

Düseldorfta Kommödchen diye bir kabaretin seneler öncesi bir oyununu seyretmiştim.Aklımda kalan,benzetmek gibi olmasın,Nazilerin milyonlarca yahudi vatandaşını gaz odalarında imha etttiği günlerde basında çıt çıkmadığı halde ,bir köpeğin sokakta öldürülmesinin basında manşetlerde dile getirilmiş olduğudur. .

SİLOPİDE KUYULAR AÇILIRKEN

Masum Kürtlerin katledildikten sonra asitli kuyulara atıldığını ailelerinin iddia etmesi senelerce devlet tarafından ignore edimesine karşı ,şimdi bu kuyular açılıpta insan kemikleri,saç kırıntıları bulununca,bazı hayvan kılları neyi ifade ederki diye alay eden basın mensuplarının kin ve nefret dolu açıklamaları insan olduğuma beni utandırmaktadır.Hala o katliamları savunanlarında Ergenekon davasına alınması ve yaptıkları utanç verici hezeyanları gereken cezayı bulmaları gerekmez mi?

OSMANLILIKLA ÖVÜNMELER

İsveçte iken bir meslektaşımın kralları Karlın Balkanlarda ne işi vardı diyerek utanç duygusunu ifade etmesini duyunca birden irkildim ve Osmanlıların Balkanlarda ,Arap dünyasında ne işi vardı diye düşünmeğe başladım.Viyana kapılarına kadar dayanmıştık diye iftihar edenlerden utanıyorum.Kaç milletin başında Boza pişirmişiz?.Ne hakla?.Sonra o milletler özgürlük savaşı yapıncada ‚’onları hainlikle suçlamamız ve bizi arkamızdan hançerlediklerini sıkılmadan iddia etmemiz hangi etik kurallarına sığmaktadır.

Singapurda bir kongrede bir İngiliz Profesör ‚’buralarda bile ne gibi kötülükler etmiş İmparatorluğumuz ‚’Çanakkale işleri neydi? diyince ,ya bizimkiler dedim içimden.İngilizler Arabistanı ona,Kürdistanıda dörde bölüp bir parçasını Türklere hediye edince bu kazanılan müktesep hak bir PKK terörizmini doğurmuştur.Siyasetende DTP yi.Fıratın ötesine diğer partiler ancak güvenlik kuvvetlerinin koruması altında gidebilmeleri neyin ifadesidir?

Fransızlar Napolyonla,Almanlar Hitlerle iftihar ettikleri gibi zamanlarının tarihi icapları olarakda Osmanlı fütühatları övülebilir.

.Kendi kendime soruyorum CHP ve MHP nin oralara gitmemesi neyin ifadesidir?.Sizmi Kürtleri sevmiyorsunuz? Yoksa Kürtlermi sizi görmek istemiyor.?

Şimdi PKK yı ifna etmekle Kürt sorunun çözüleceğini zannediyorlar.Talabani büyük Kürdistan şiirlerde bir hayal diyor.Barzani ise hakkımızdır ama şimdi değil diyor.Bir DTP mebusu aradaki hudutları kaldırın diyor.Harranda huduta kadar gitmiştik kaç sene önce.Eşim Suriye tarafının fotoğrafını çekmek istediğinde huduttaki nöbetçi askerler ‚YASAK’’ demişti.Hudutun öteki yanında oradaki insanların dayıları,amcaları,teyzeleri yaşıyordu.Bana Berlindeki utanç duvarlarını hatırlattı.Ben elli sene önce Kürtlerin böyle sesli konuşabileceklerini hayal olarak ,tasavvur dahi edemiyordum.Dün akşam en azından altı televizyon kanalında Kürt sorunun tartışıldığını görünce hayret etmedim değil.Sanki orta doğudada demokrasi yönünden bir kıpırdama var.Gerçi Bush 1,5 milyonun ölümüne sebep oldu deniyorsada, acaba Saddam ,2 milyon arabın,2 milyon acemin,on binlerce Kürdün,Türkmenin ölümüne sebep olmuşken ,yaşasaydı kaç milyon insanın daha ölümüne sebep olacaktı?

Bugünlerde kahraman yapılan BALBAY Kölne geldiğinde ve sonra gazetedeki köşesinde Yogoslavyanın ve kafkasların parçalanmasına batının sebep olduğunu iddia ettiğinde kendisine bir sual sordum.Hadise parçalanmış olmalarımı yoksa Bosnanın,Makedonyanın,Kosovanın,Özbekistanın,Azerbeycanın,v.s. özgürlüklerine kavuşmasımıdır ?Bu Türklerin üstün bir millet olduğunu iddia etmek .Çetin Altanın dediği gibi kendi kendine hamaset çığırtkanlığı yapmak bizi gülünç duruma sokmuyormu?

DOKUNULMAZLIK SAĞLAMAK ÇOK KOLAY

Tıbbi otoritemin bazı hastalarca kabul görmediği anlarda kendime dokunulmazlık sağlamak için müracaat ettiğim bir taktik vardı.Hastam şayet fazlası ile mümin ise ona Hazreti Muhametten bir anektod,milliyetçi görünüyorsa ona Atatürkten bir anektod anlatarak kendime bir dokunuzmaklık sağlıyordum.Geçen gün televizyondaki bir oturumda ilahıyatçı,siyaset adamı bir profesör Layıklıktan bahsederken,bunun islamda mevcut olduğunu,Peygamberimizin bunu sağladığını,Türkiyedede Atatürkün bunu gerçekleştirdiğini söylüyordu.Yani bir çırpıda her iki dokunuzmaklık taktiğini kullanıyordu.CHP de biz Atatürkün partisiyiz diyerek kendilerine bir zırh takınıyorlar.Atatürkün koltuğuna seni oturtmayız gibi duygusal,problemleri şahsileştiren bir argüman acaba ne derecede ciddiye alınıyor halk tarafından.

Hakiki inandırıcı olmak ,yandaşlarının hoşuna giden fikirleri serdetmekle değil,karşıt düşüncedekine karşı ne derecede mukni olabileceği argümanları ifade ile mümkündür.(Bu da benden bir vecize).

Bütün demokratik açılımlara rağmen TSK nın Layıklik ve KÜRT mevzuunda aşırı allerjisi olduğunu,27 mayısta askeri hiyerarşiyide yıktığı genel kurmay başkanına dahi astteğmenlerin çirkin davranışlarda bulunduğunu hatırlarsak,şimdide TSK nın iç hizmet kanununa dayanarak iktidara müdahele edebileceği ihtimalinide göz ardı etmemek lazımdır.Balbayın astteğmenler rahatsız manşetli makalesine genelkurmay üst kademelerinin sert açıklamalar verdiği,hatta Balbaya hakaret etmelerine rağmen Cumhuriyet gazetesi bu haberi yayınlamadığı gibi Balbayın arkasında olduğunu bildirmişti.

Zamanında Enver paşanın bir müfreze askerle Babıaliyi nasıl bastığını ve iktidara geçtiğinide unutmamalı.Yeniçerilerdenberi asker kendini siyasilerden daha çok milletin sahibi olduğuna inanmıştır.Bu zihniyet kaybolmadan Türkiyenin darbelerden masun kalabileceğine inanmak güçtür.Hatta Atatürkün gençliğe değilde ,milletin vesayetini askere miras bıraktığı iddiası vardır.AB ninde hassasiyetle üstünde durduğu askerin siyasete mesafeli durması tavsiyesini ciddiye almak lazımdır.

17 Mart 2009 Salı

SİSTEME REQUİEM




Prof. Dr. M. ŞEHMUS GÜZEL

Zaman akıp geçtikten sonra olayları daha farklı ve kimi kez daha iyi değerlendirmek mümkün oluyor. 1989’dan bugüne geçen yirmi yıl, o yıl içinde olup-bitenleri anlamak, yorumlamak ve yeniden değerlendirebilmek açısından son derece önemli derslerle yüklü. Hele bu yirmi yıl içinde tarihin de daha hızlandığı göz önüne alınırsa. Evet tarih hızlandı, tarihle birlikte olayların akışı da. Bugün kapitalizm cephesinden gelen haberler kötü, çok kötü evet. Kapitalizm yirmi yılın sonunda iflas etmiş bir vaziyette iki elini birden havaya kaldırdı : Teslim !

Ancak bu iş hemen bitmiş te sayılmaz. Bu hamur daha çok su kaldırır. Daha adil, daha özgürlükçü, daha dayanışmacı, daha feminist, daha çevreci...bir dünya için mücadelenin alacağı yeni biçimler, yeni boyutlar bu konuda birincil belirleyici olacaktır.

Yirmi yıl öncesine gidelim şimdi : Anımsıyorsunuz mutlaka, « Duvarın » düş(ürül)mesi sonrasında patronlar, işverenler, tuzu kurular ve yandaşları şenlik yaptılar. Biz sessiz ve müdafaada kaldık. Onlar « Tarihin sonu geldi » dediler : Yani « En iyi sistem kapitalizmdir ve kapitalizm yeryüzüne hakim olacaktır » demek istediler. Biz tartışmaya başladık. Kimse komünizmden söz etmez ve/veya edemez oldu. Biz devam ettik. Sosyalizmden söz edenlerin sayısı azaldı. Biz acaba nerede hata yapıldı diye araştırmaya başladık. Herkes kendini « değişen dünya koşullarına » göre yeniden « konumladı ». Biz yolumuzda yürüdük. Hâlâ da yürüyoruz.

Eh en akıllı düşünürler, her şeyi bilen ekonomi uzmanları, en başarılı siyasetciler bile « kapitalizmin zaferi »nden söz etmiyor muydu ? Ediyordu. O halde bizim artık « derslerimize » dönmemiz gerekiyordu. Anfileri, derslikleri, meydanları pardon salonları ve iktidar odaklarını öbürlerine ve a’dan z’ye bırakmalıydık. Biz bırakmak istemedik ama olanlar oldu. İktidarı onlar aldılar, bizleri anfilerimizden, dersliklerimizden, öğrencilerimizden, öğretim üyesi dost ve arkadaşlarımızdan ayırdılar : Çünkü « Herşeyin en iyisini biz yaparız, yaptık, yapacağız » havasını verdiler. Seçmenler de buna inandılar, buna kandılar. Kandırıldılar. Rengi biraz pembe olanlar da dahil herkes kapitalizmin değirmenine su taşıdı...

Aradan çok geçmedi. İşte hesabı ortada tam yirmi yıl. Hemen belirtmek te lazım : Yakında zaten « yirminci yılı » deyu yeni bir bombardımanla karşılacağız ve yirminci yıl kutlamaları bahanesiyle bilinen masallar yeniden anlatılacak mutlaka. O nedenle gelin biz önceden hazırlıklı olalım diyorum.

Evet aradan yirmi yıl geçti ve bugün o kadar övülen, o kadar göklere çıkarılan sistem duvara toslamış bir durumda. Duvara toslamış ve motorundan garip, acaip, bilinmeyen sesler, can sıkıcı cızırtılar çıkıyor. Bu işi bilenler hükmü verdiler : Motor « yanmış ». Evet kapitalizm can çekişiyor. İyi can çekişiyor. Yani bu iş bir süre daha sürebilir. Ama işte sonu geldi : Kapitalizm ölecek. Bunun maalesef başka çaresi de yok. Evet kapitalizm ölecek. Yeryüzü, gökyüzü, çevre, ormanlar, nehirler, göller, dereler...atlar, eşekler, ceylanlar, geyikler, tavşanlar, keklikler...kurtulacak. İnsanlar, kadın, erkek, çocuk ve emekçiler ve işçiler ve ücretliler, herkes özgürleşecek.

Burada söylediklerimi ispat edebilmek için yirmi yıl öncesine yeniden dönmemiz lazım : Hemen aklıma Polonyalılar geliyor. Polonya halkı 19. yüzyılın ortasından itibaren bağımsızlıklarına sıkı bir biçimde bağlı oldukları için öteden beri sevgiyle izlediğim bir halktır. Polonyalı birkaç arkadaşımın olmasının da bunda rolü vardır mutlaka. Ama bu tek tayin edici değil. Evet Duvar yıkılınca Polonyalılar çok sevindiler : Sandılar ki komünizmin onlara karşılıksız sunduğu sağlık sigortası, toplumsal güvenlik, ucuz ev, ucuz taşıma, iyi yabancı dil öğrenmek te dahil sıkı ve sahici öğrenim ve hele yükseköğrenim sürecek ve kapitalizme geçişle herbirine ayrıca birer adet ev, birer adet son model otomobil ve birer tane de dünya güzeli verilecek. Hediye olarak. Noel Baba’nın heybesinden. Ve haybeden ! Eee doğal : Adamlara (Adam aynı zamanda bu ülkede şirin bir isimdir de) on yıllardan beri bu anlatılmadı mı ? « Kapitalizm özgürlük, zenginlik ve mutluluktur » denilmedi mi ? Denildi. Benim gibi anasından bıyıkla doğan ünlü sendikacı da, hizmetleri sayesinde papalık gibi yüksek bir mertebeye ulaşan papaz da, muhaliflerin hepsi de bunu bıkmadan usanmadan yineleyip durdular. Başka ülkelerde bunu başkaları yaptı. Ama bunun bir hayal, bir serap olduğu anlaşıldı. Belki ilk günlerin sarhoşluğunda değil. Ama kısa süre sonra her şey anlaşıldı...Ellerindeki her şeyi aldılar ve hiç bir şey vermediler. Eh aradan geçen yirmi yıla rağmen hala anlamayan varsa onları da artık bir bilene havale etmek şart...Ev verilmedi. Otomobil hediye edilmedi. Dünya güzeline gelince, « En iyisi yine evdeki Kör Maria » denildi. İlk cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Polonyalılar az daha ABD vatandaşı birini bile seçeceklerdi. Neyse ki Bıyıklı malı götürdü...

Peki sonra ? Peki diğer ülkelerde ? « Komünizm öldü » diyenler bize « Mutluluğun Kapısını açacak » iki sihirli sözcük hediye ettiler : Özelleştirme, rekabet.

Özetle bize şunu söylediler : Bakın özelleştirmeler sayesinde aynı işkolunda, aynı alanda, aynı kasabada, aynı kentte birçok şirket kurulacak ve onlar kendi aralarında rekabet edecekleri için fiyatlar düşecek. Harika ! Hayat ucuzlayacak demek. Bu, sadece hayatın zaten ucuz olduğu sosyalist ülkeler için değil, güya devlet kapitalizmi içinde devinenler için de ve bilhassa bu ikinciler için, geçerliydi. Evet harika. Hayat ucuzlayacak(tı). Ne güzel.

« İyi Bilenler », Kamu İktisati Şirketleri’nin, devlet sermayesiyle çalışan işletmelerin etkisiz olduğunu ileri sürdüler. Siyasi yatırım hesabıyla bu tür kurumlara dünya kadar adamın doldurulduğundan söz ettiler. Ki bunun bir bölümü doğru(ydu). Özel şirketlerde böylesi « kaldırım mühendisleri » olmayacağı için giderler düşecek, bunun sonucunda da fiyatlar da biraz daha azalacaktı. Bu arada bu vesileyle işten çıkarılacakların ne olacağı konusunda elbette kimsenin aklına herhangi bir soru sormak gelmedi : Madem ki « boşta gezenin boş kalfasıydılar », işten çıkarılmaları eşyanın tabiatına uygundu. Gerisi hikaye !

Adamlara bıraksak istediğiniz her şeyi beleş elde edebileceksiniz diyeceklerdi. Ama demediler. « Huriler »den de söz eden olmadı. Ne kadar iyi ( !!!) Hani ne olur ne olmaz.

Peki, biz saf ve iyi niyetli insanlarız, bütün anlattıklarına inandık. Madem hayat ucuzlayacak. Bir ekmek yerine birbuçuk ekmek alabileceğiz. Küçüklerin karnı doyacak. Çocuklarımız okuyabilecek. Yıllardır işsiz oturan kayınbirader nihayet bir iş sahibi olacak. Evde kalan kızımıza nihayet bir koca bulabileceğiz. Nineyi nihayet doktora götürebileceğiz. Dedenin mezarına nihayet bir mezar taşı yaptırabileceğiz. Dedik. Dedik babam dedik. Ve o zaman onlara oy verdik. Bir de bunları deneyelim dedik.

Elimiz kırılsaydı da bu adamlara oy vermeseydik...

Baksanıza : Bizi ikna için söylediklerinin hiçbiri doğru çıkmadı. Hiçbir vaatleri tutmadı. Hiçbir vaatlerini tutmadılar. Hiç bir şey hiç te söyledikleri gibi olmadı. Kendi ceplerini doldurdular ama. İşte ispatı :

Özelleştirme dediler özelleştirdik. Ama aynı işkolunda asla iki özel şirket kurulmadı. TEK BİR ÖZEL ŞİRKET bütün işkolunu tekeli, denetimi ve vesayeti altına aldı. O zaman elbette rekabet te olmadı. Rekabet olmayınca da fiyatlar düşmedi. Bunun beteri de oldu : Bir işkolunda tekel olan şirket fiyatı da istediği gibi belirlemeye başladı. Su örneğinde bu çok vahim boyutlar aldı : Su ticarileştirildi, fiyatı gittikçe artırıldı. Elektrik fiyatı artırıldı. Gazın fiyatı artırıldı. Ekmek fiyatı artırıldı. Gazete, dergi ve kitap fiyatları artırıldı. Herşeyin fiyatı artırıldı. Hiç bir şey ucuzlaştırılmadı. İşte son yirmi yılların rakamları önümüzde, buyurun bakınız. Ucuzlayan tek şey gösterebilene iki ekmek, bir kitap hediye edeceğim.

Evet şimdi diyeceksiniz ki kimi işkolunda ve/veya kimi alanda birkaç özel şirket kuruldu. Birkaçı için doğru. Ama zaman içinde anlaşıldı ki bu şirketler kamuoyunun, « denetim kurum »larının haberi olmadan kendi aralarında anlaşıp ülkeleri veya bir ülkedeki kentleri veya bir kenttteki mahalleleri paylaşıyorlar. Bunun en çarpıcı örneğini Fransa’da süpermarket şirketleri veriyor : Ülkeyi bölge bölge, bir bölgeyi kent kent, bir kenti mahalle mahalle paylaşıyorlar. Ve fiyatların birbirinden çok farklı olmaması için gizli anlaşmalar yapıyorlar. Bu konuda cep telefonu şirketleri örneğini de verebilirim : Fransa’daki şirketlerin fiyatların saptanmasında böyle bir yolu seçtikleri artık biliniyor.

Evet ulusaldan uluslararasına genişleyen dev şirketler, ülkeleri, işkollarını, işkolunun değişik alanlarını, bölgeleri, kentleri, mahalleleri, piyasaları paylaşıyorlar ve aynı zamanda düzenli ve sürekli olarak artırdıkları fiyatları aşağı yukarı aynı düzeyde tutmak için aralarında gizlice anlaşıyorlar.

Özelleştirmeler sonucunda yeni zenginler türedi, zenginler daha zenginleştiler. Yoksullar daha yoksullaştılar ve yoksullara yeni yoksullar katıldılar : Bugün birçok « gelişmiş ekonomi »lere sahip devletlerde çalıştıkları halde aç yatanlar var. Kirasını ödeyemeyenler var. Hem çalışıyorlar hem yoksullaşıyorlar. İşte o kadar övülen düzenin yarattığı « mucize ».

Evet kardeşlerim, küçükler yine yarı aç yarı tok okula gidiyorlar. Orta ikide veya en kabadayısı lise ikide okuldan dönüyorlar. Kayınbirader hâlâ işsiz, sakal uzatıyor. Evde kalan kızımız kocadan umudu kesti ve intihar etti. Nineyi doktora götüremedik. Nine sizlere ömür. Dedenin taşını bekleyen mezarının yanına gömdük. Eşim evi terketti. Büyük oğlumla çalışıyoruz, çalışıyoruz ama geçinemiyoruz. İşte durum bu. Aynen.

Özelleştirmelerden biz yararlanamadık. Ama belli kesimler öncelikle yararlandılar : Lübnan’da bilinen bir aile veya iki aile zenginleşti. Ürdün’de özelleştirmelerde Kral’ın/Saray’ın adamları aslan payını götürdüler. Rusya Federasyonu’nda Yeltsin’in yakınları ve/veya ona ya da kızına ve damadına rüşvet verenler... Yabancı şirketlerle anlaşarak. Sermayeyi genellikle yabancılar getirdiler. « Yerliler » ve iktidara yakın adamlar sayesinde şirketler ucuza kapatıldı ve bundan o adamlar da paylarını aldılar. Dahası bu şirketlerin bir kısmına kimi devletçe yıllık kar garantisi bile tanındı. Lübnan’da elektrik dağıtımını yapan şirkete örneğin. Lübnan’da Batı’nın kurdu(r)duğu devlet son derece zayıftır ve bu zaten bu amaçla böyle düzenlenmiştir. O zaman yabancı sermayenin, Lübnan örneğinde özellikle Fransız sermayesinin, desteklediği bir aile, burada Hariri ailesi, bütün ülke ekonomisine el koyabilecek önemi kazanabiliyor. Onlar kazanıyor yabancı sermaye kazanıyor. Biz kaybediyoruz.

Bunlar Osmanlı İmparatorluğu’nun son demlerindeki yöntemlerin tıpkısının aynısıdır.

Bu tür düzenlemeler jeostratejik dengelerin bozulmasına bile yol açabiliyor. Bunun sonucunda devletler tuzak kuruyorlar, cinayetler işliyorlar... Savaş ilan ediyorlar. Savaşıyorlar. Elbette devletler savaşmıyor, o devletlerin vatandaşları savaşıyorlar ve birbirlerini öldürüyorlar. Cinayetler kitlesel boyutlar kazanıyor...

Türkiye’de özelleştirmelerden kimler yararlandı biliniyor. Ancak Türkiye ve benzeri birkaç ülkede daha BELEDİYECELİK YÖNTEMİ diyebileceğim bir şey icat edildi : Su, elektrik, toplu taşıma, toplumsal konut, elektrik, toplu ısıtma, gaz gibi belediye hizmetlerinin özelleştirilmesinde belediye başkanları ve belediye yönetimleri de pay aldılar. Belediyeciliğin akıl almaz bir rant kapısı olduğu bu kadar büyük boyutlarıyla hiç bir zaman görülmemişti. Bu kez görüldü. Ve bu işten çok hoşlanan, çünkü feci biçimde zenginleşen, belediye başkanları ve/veya yönetimleri ve onların uzak yakın akrabaları, « takımları », siyasi iktidarı ele geçirmek için kolları sıvadılar. Türkiye’de bir ölçüde başardılar da. Benzer bir şeyi birkaç yıldır Fas’ta Türkiye’deki iktidar partisiyle aynı ismi taşıyan parti deniyor...

Elbette her yerde bu işler özel sektörün arzuladığı ve beklediği gibi gelişmiyor : Bir örnek : Buenos-Aires’te su dağıtımı işini üstlenen Fransız şirket (Adını reklamını yapmamak için yazmıyorum ama bilenler kolayca bulabilir) su borularını banliyölere kadar döşedi ama banliyölerin yoksul insanları « Bu kadar pahalı su istemeyiz » dediler ve su şebekesine bağlanmayı redettiler. O zaman özel şirketin eli bögründe kaldı. Beter olsun ! Ama o insanların da evlerinde akar suya ihtiyaçları var. Burada bir kez daha vatandaşın sağlığı, yaşam koşullarının belli bir düzeyi tutturması için zarurî alanlarda, işlerde asla ama gerçekten asla özelleştirme yapılmaması gerektiği ortaya çıkıyor. Su, elektrik, toplu taşıma, toplu ısınma ve daha birçok iş bu konuda örnek olarak gösterilebilir...

Sistemin çöktüğünü ispatlamak için bir örnek daha vermek olası : Teknoloji gelişti, çok da iyi oldu. Televizyon ekranları akıl almaz biçimlere büründürüldü. Ne kadar hoş. Ama bir : Herkes satın alamıyor, çünkü çok pahalı. İki : İstediği kadar incelsin, istediği kadar « top » olsun, hepsi evet evet bütün kanalların tümü aynı şeyleri göstermiyorlar mı ?Aynı şeyleri veya benzerlerini. Yani suyunun suyununu suyunu. Şimdi böyle bir şeyi 1960’lar yapımı bir ekranda izlemişsiniz veya 2000’li dev ve ince ekranda ne fark eder ? O zaman neden yeni bir televizyon alayım ? O zaman yeni ve güya « daha özgür » olacağı iddia edilen televizyon kanallarının ne önemi kalıyor ? Vatandaşları binbir parçaya ayırmasını, küçük ve beyaz ekran karşısında « esir alınmasını » daha kolaylaştırmasını saymazsak. Şunu da eklemek şart elbette : Vatandaşları, bu kadar saf, bu kadar öksüz ve yetim, bu kadar kimsesiz de bıraksalar otuz yıl, kırk yıl aynı masallarla uyutmaları mümkün değil. Bugün varılan noktada « Televizyonlarınızı kapayınız, gözlerinizi açınız ! » diyenlerin sayısı gittikçe artıyor.

Teknolojinin gelişmesi sonucunda bireycilik te aldı başını gitti. Bireycilik artık son noktasında, sınırın sınırında deviniyor. New-York’ta, Berlin’de, Londra’da, Paris’te, Roma’da ve diğerlerinde insanların yalnızlıkları içinde perperişan olduklarını duymayan kalmadı. Ölenler oluyor öldükleri aylar, yıllar sonra öğreniliyor. Hangi komşuluk ilişkisinden söz edilebilir hangi ?

Dahası cep telefonu sayesinde artık insanlar sokakta bile « kendi kabilesiyle », kendi dar ve boğucu « ailesiyle » ilişkisini koparamıyor. Ne kadar müthiş bir olay. Anne ve/veya babanız, eşiniz veya sevgiliniz, patronunuz veya işvereniniz size istediği zaman ulaşabiliyor. Harika ! Ne çevrenizdeki ağaçlar, kuşlar, ne yanı başınızdan akıp geçen insanlık !

Cep telefonunun patronların serbest çalışan işçilerini uzaktan denetlemesine olanak sağlamasını da anımsatayım mı ? Eve musluk değiştirmeye gelen işçinin işi yarım saatlik mi ? Yarım saatlik evet. Tam işi biter bitmez cep telefonu çalıyor. (Burada orijinal bir olay olması nedeniyle yazmak istiyorum : Bir seferinde evde salonun zeminine betonarme dökmekle ugraşan emekçinin cep telefonu çaldı. Ve kulaklarıma inanamadım : Müzik olarak bizim usta Enternasyonal’i seçmişti. Şaka zannettim. Ama sohbetimiz ilerledikçe ustanın sıkı ve sahici bir komünist olduğunu da öğrendim. Enternasyonal’i cep telefonu müziği olarak seçen başka dostlarım da var. Örneğin bir öğretim üyesi arkadaşım. Bu o kadar önemli değil denebilir. Ama bir ustanın tercihi önemli.) Arayan patronudur ve güya haber almak için arıyor. Oysa bunun yakından takip olduğu apaçık. Yakında cep telefonları sayesinde herkes her yerde denetlenebilecek. Aman çocuklarınıza, bebelerinize aldığınız cep telefonlarını bir an önce iade ediniz. Ayrıca faturalar da gittikçe tuzlu olacak. Bizden yazması ve uyarması.

Neoliberal ismi takılan oysa temel bakımından bilinen yöntemlerden oluşan ve yine kâr daha çok kâr diye özetlenebilecek sistemin adamları da bizzat farkettiler sistemin yürümediğini. Zaten istemeseler bile sistem çatırdayınca Sağır Sultan bile duydu : Mali krizin gürültüsünü duymayan kaldı mı ? Hiçbir ekonomiye de teğet geçmedi. Bunun üzerine ideolojik açıdan bir ölçüde taviz vermeye başladılar. Neoliberalizmin her derde deva olduğunu artık yüksek sesle söyleyen kalmadı. Sistemin adamları bizzat kendilerinin « pragmatik » olduklarını ilan etmeye koyuldular. Bu saatten sonra ne olursa olsunlar, gemi su alıyor ve batmak üzere.

Yıllar önce Türkiye’de ortaya çıkarılan « Banker Kastelli », Duvar’ın düş(ürül)mesinden sonra Arnavutluk’ta yaşanan « Piramid Vurgunu », Bernard Madoff’un yıllardan beri ABD’de yürüttüğü üçkağıtçılığın yanında çocuk oyuncağı gibi kalıyor. Ve o zaman, işte böylesi bir vurgunun ancak böylesi bir düzende yapılabileceği ortaya çıkıyor. Ve sadece bu tür bir vurgun saklanamaz olunca çare aranıyor : Neymiş ? « Bu tür mali işlemler daha sıkı denetlenmeliymiş ». Peki güzel. Ama yıllardan beri neredeydiniz ? Türkiye’de Cevher Özden’in düzeni ortaya çıkarılabilirken, Arnuvatluk’taki vurgun insanların uyanıklığı sayesinde kısa sürede deşifre edilirken neden ABD’deki elli milyar dolarlık vurgun görülemedi ? Neden ? Dahası bu adamın, Madoff’un, hile hurda yaptığını yıllardır yazanların varlığı da bilinince. Kim suçlu ?

Vatandaşlarla alay ediyorlar : Borsa oyunlarını izlemek için öteden beri her devlette denetleyicilikle görevli kurumlar bulunuyor. Bize sanki bunlar yokmuş gibi ve yenileri kurulunca bütün sorunların üstesinden gelinecekmiş havası verilmek isteniyor. Bizimle alay ediliyor.

Daha komiği bile var : Sistem kurulduğundan beri Avrupa’da (İsviçre Konfederasyonu, Andor Prensliği, Luksemburg Büyük Dükalığı, Monako Prensliği en bilinenleri ama başkaları da var), Amerika’larda (Antilles’deki mikro devletleri saymaya kalksam bir sayfayı doldurur), Asya’da, Afrika’da sistemin sürgitmesi için zaruri olduklarından bizzat sistemin kurduğu « vergi cennetleri » ile « mücadele » kararı bile aldılar. Gözlerim yaşardı. Demek bugünleri de görecekmişiz. Vay anasını ! Fransa Cumhuriyeti bizzat « kendi yaratığı » olan Andor ve Monako prenslikleriyle eğer « vergi cennetliğinden » vazgeçmezlerse mücadele edecekmiş. Ne haber ama ! Aman lütfen duyanlar duymayanlara haberi versinler. Hani herkesin bilmesinde yarar var. Bu minik cografyalardaki dev bankalarda hesabı olanlar varsa çaresini bulsunlar. Aman geçikmeden.Aman aman.

Bu gelişmelerin sonrasında ve bu koşulların bastırması sonucu, neoliberalizmin sıkı savunucuları daha da ileri gittiler, gözerini kırpmadan bir günden ertesine sosyaldemokrat kesildiler ( ! ) : Ve kimi toplumsal sorunlara şöyle bir göz atıyormuş gibi bile yaptılar. 2007’de Fransa cumhurbaşkanı seçilmek için ne kadar liberal olduğunu vurgulamaktan yorulmayan Nicolas Sarkozy, malî krizin vurması üzerine zaman zaman kalkıp sıkı bir troçkist gibi nutuklar bile attı. Fransa’nın en troçkist örgütleri bile küçük dillerini yutuyorlardı az daha. Nutkunu yazan demek ki troçkist yayınları yakından izliyor diyerek.

Bu arada su fiyatının azaltılacağını ilan edenler bile oldu. Elektrik fiyatının da. Çok ilginç : Bu satırları yazdığım 13 Mart 2009’da Fransa Cumhuriyeti Başbakanı « 1 Nisan 2009’dan geçerli olmak üzere gaz fiyatı azaltılacak » duyurusunu yaptı. Nefesim kesildi. Kardeşim bu, insanla alay etmek değilse nedir ? Havalar ısınacak ve 1 Nisandan itibaren ısınmak için kimse artık gaz kullanmayacak. Mutfak için gaz kullanımı ise toplam gaz tüketiminde devede kulak. Gaz fiyatının indirimini petrol fiyatındaki düşüşe bağladı Başbakan. Oysa petrol fiyatının düşüşü aylardır sürüyor. Gaz fiyatını aralık 2008’de veya ocak 2009’da indirseydi belki anlamlı olabilirdi. Hele GDF’ın (Fransa Gaz kurumu) gaz tüketicisi sanayi şirketlerine satılan gaz fiyatını Ocak 2009’dan beri % 20 azalttığını da bilince. İşte göz boyamaya yönelik « önlem », işte iki yüzlü « çare ». Bu yönetici takımının ar damarı çatlamış. Komşumuz, 80’lerini aşmış ve ayda 560 öroluk emekli maaşıyla geçinmeye çabalayan Madame Noire aklıma geliyor : Gaz tüketiminden tasarruf için binbir yol deniyor aylardır çünkü.

Elbette daha « cömert » yöneticiler de var : Nihayet kimi yönetici güya emekçileri, mütevazi gelirli vatandaşlarını düşünüyormuş gibi yaparak « yeni tür toplumsal sözleşme » den söz ediyor. Fransa’da Cumhurbaşkanı herhangi bir alanda bir « reform » önerince ve buna karşı önemli bir muhalefet ortaya çıkınca, grevler, gösteri ve yürüyüşler ciddi boyutlar kazanınca, hemen geri vitese takıyor ve « Tamam, en iyisi bu konuda genel görüşmeler açmalıyız, filan tarihte her kesimden (yani işçi, işveren, devlet kesimlerinden) katılacaklarla büyük bir toplantı düzenlenmeliyiz, yeni bir toplumsal sözleşmenin yollarını aramalıyız, bulmalıyız » diyor.

Burada anlatılanların tümü, kapitalizmin, ve ona güya yeni bir yüz takmaya yönelik veya eskiyen yüzüne makyaj yapmak amaçlı neoliberal politikaların ve küreselleşmenin çok ciddi sorunların yaratıcısı olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Burada elbette şunu sormak ta hakkımız : Kapitalizm milliyetçilikle birlikte yürüdü. Devlet-Ulusla kolkolaydı. Acaba uluslararasılaşma evrensel bir boyut kazanınca mı kapitalizm ve neoliberalizm tökezlemeye başladılar ? Yani uluslararasılaşma ve kapitalizm birbiriyle anlaşamıyorlar mı ? Bu soruların yanıtlarını aramak lazım.

Öte yandan kimi siyasi liderin, yöneticinin neoliberalizmin iflas bayrağını çekmesi üzerine milliyetçi yöntemlere dönüşleri de dikkat çekiyor. Elbette milliyetçilik artık gündemden düştüğü için ve mazisi kirli olduğundan bu sözcük yerine « yurtsever » sözcüğü tercih ediliyor. Örneğin « millî » işletmelerin korunması amacıyla alınan önlemlere « yurtsever ekonomik yaklaşım » adı takılıyor.

Neoliberal politikaların şampiyonlarından birini oynayan ancak çok uzakta bulunmasından ve çok az sayıda nüfus sahibi (300 binden biraz fazla) olmasından herkesin dikkatini çekmeyen İzlanda devletinin neoliberalizmin karaya vurmasıyla tam anlamıyla iflas etmesinden sonra olup-bitenler de anılmaya değer : Malî ve ekonomik kriz üzerine sakinliğiyle ünlü İzlanda halkının Ocak ve Şubat 2009’da, o zamana dek bu ülkede hiç görülmemiş yoğunlukta, sıklıkta, kitlesel biçimde gösteri ve yürüyüşler yapması ve hükümetin istifa etmek zorunda kalması, bu arada malî ve ekonomik krizin baş rol oyuncuları en önemli üç bankanın millileştirilmesi/kamulaştırılması kimi gözlemciye göre « 21. Yüzyılın ilk devrimi » niteliğindedir. İzlandalı feministler ise şu sonuca ulaştılar : « Bizi bu hale erkekler getirdiler, o nedenle artık iktidarı bizlere bırakmaları gerekiyor. Kadınların devlet yönetimini almasının saati geldi. Kadınlar tehlikeleri daha önce sezebiliyorlar, daha çok ve daha iyi düşünüyorlar ve bizi ancak bu tür değerlere sahip olanlar yönetebilirler. ». Nitekim yeni başbakan bir bayan : Johanna Sigurdardottir. Gösteri ve yürüyüşlerde öncülük yapan müzisyenler, ressamlar, yönetmenler, türkücüler, ozanlar, sanatcılar arasında kadınlar erkekler kadar etkiliydiler. Onlardan Krıstin Eysteinsdottir ile Thurıdur Jonsdottir’i anmak isterim Bu arada ünlü şarkıcı ve sesiyle buzul dağlarını titreten Björk’ü de unutmamak gerek. İzlanda « devrimi »nden mutlaka çıkarılacak dersler vardır.

Bugünkü iflas küreselleşme adı verilen mekanizmanın çökmesi anlamına da geliyor : Evet kapitalizmin uluslararasılaşması başarılı olamadı ve yeniden « milliyetçi » yöntemlere dönülerek derde deva aranıyor. Bunların yararı olacak mı ?

Burada önemli olan şudur : Çok açık ve çok kesin bir biçimde görülüyor/görüldü : Sistem can çekişiyor. Çatırdayan sistem kalıcı olmayan, temele inmeyen çarelerle kurtarılmaya çalışılıyor. Bunların yeterli olmayacağından eminim. Kalıcı ve temele inen çareler ve yöntemler gerekiyor. Kooperatiflere dayalı bir üretim biçimi, barışçıl yaşama, yaratmaya ve çevreye önem veren bir düzen ve insanın insan tarafından sömürülmesinin önüne geçecek bir yapı gerek. « Başka bir dünya » ve başka bir düzen mümkün. Bugünden bu dünyayı kurmak için kolları sıvamak lazım. Belediyecilik bu konuda kimi önemli adımların atılması için bir başlanğıç olabilir. Bu açıdan 29 Mart 2009’daki seçimler önem kazanıyorlar. Ve herkes mutlaka özgürlük, eşitlik, kardeşlik yanlısı, barışçı, çevreci, dayanışmacı adayların kazanması için elinden gelen gayreti göstermelidir.

Dalga hiç bir zaman üstten gelmedi, gelmez, gelmiyor. Dalga bir kez daha dipten geliyor. Bunu herkes duyamayabilir. Ama bilinçlerin ve inançların isyan saati çaldı. Bunu herkes duymak zorunda. Bunu herkes duyacak. En önce çatırdayan, can çekişen kapitalizmin adamları. Hırsızlar, açgözlüler, katiller elimiz yakanızda artık.

14 Mart 2009 Cumartesi

Göbekbağı (Umbilicus)





Dr.İsmet Turanlı / Antalya dr_ismetturanli@mynet.com

Göbekbağı henüz ana rahminde yaşayan çocuğun beslenmesini,yaşamını temin için anne ile organik bağı,bir köprüsüdür.

Doğumu müteakıp bu bağ ebeler tarafından kesilir. Böylece çocuğun beslenme kaynağı anne sütü olur.Çocuk emme refleksi ile annenin meme başından kendisine gerekli sütü temin etmeğe başlar.:Çocuk bir yaşına gelince yürümeğe ve konuşmağa başlar.Parklarda bu küçük çocuklar annelerinden kaçmağa başlarlar.Şayet anne arkasından gelmiyorsa geri dönüp annelerine sarılırlar.Yani annelerinden menfeat sağladıkları müddetçe bu bağlılık sürer.Ergenlik yaşına geldiklerinde ise kendilerine yeni bir partner ararlar ve annelere olan bağımlılık sona erer.Benden artık menfeat beklemeyenlerin çevremde görünmemelerini bir realite olarak kabulleniyor,hayal kırıklığını duygusal addediyorum.

Bu girişten maksadım ayni menfeat ilişkilerinin sosyal hayatta tekerrür etmesini aydınlatmam içindir.İnsanlar arasındaki ilişkiler ekseriyatla bu menfeat gözetme esasına dayanır.Karşılık beklemeden sağlanan dostluklar,arkadaşlık bağları,ilişkileri bugünkü cemiyette nadirattandır.Hatta devletler arası ilişkilerdede bu çıkar politikası hakimdir.

Türkiye de son 8 yıldır yaşamımda tesbit ettiğim ,batıdan farklı olarak,dürüstlüğün safdillik olarak algılanmasıdır.İnsanların hilafı hakikat ifadeleri doğal bir davranış gibi burada.Ya yandaş bir pohpohlama,yahutta habis bir karalama.Siyah,beyaz davranışlar.Positif,objektif düşünmeğe alışkın bir insanın ,batıdakiler gibi,bazan gülünç,bazanda teessürü mucip bir haleti ruhiyeye düçar olması kaçınılmaz..

İngilizlerin tanınmış avukatlarından biri olan Mortimer’in yaşamda duruş şekli , güzel sözleri adeta bir huzur reçetesi.Kabullenemeyeceğiniz fikirleri olanların davranışlarınada izin vermelisiniz diyor.Aslında benim hoşgörü inancım tevazumu aşıyor.Mortımer pornodan nefret etmesine rağmen Lady Chatterly romanının yasaklığını kaldırmağı başarmıştı.Diyojen’in anektodlarını okudukça,annemin ‚Gösterişe sakın kapılma’ tavsiyesini hatırladıkça daha çok huzura kavuşuyorum.İhtiras balonlarından kendimi tecrit edebiliyorum.

Huzur içinde olmamın arkasında şu anda, her türlü beklentiden mahfuz olmam var.Hiç kimseden ne mektup,ne SMS,ne e-mail,ne telefon bekliyorum.Hele hele maliyeden ,bürokrasiden posta kutuma düşen bir çağrı olmaması huzur verici.

Retrospektifime bakınca ,geride kalan yaşam tarzıma, mesut olmamı kadere terk etmediğimi tesbit ediyorum.En tehlikeli gençlik yıllarımda dahi, etrafıma,arkadaşlarıma uyupta kötü alışkanlıklara zaafiyet göstermemiş olmam,mümkün olduğu kadar,ilim,san’at ve spor dışında ambisyonumun olmaması,hep güzelin,doğrunun peşinde olmam ,bugünkü yaşam tarzımı garantilemiş diye düşünüyorum.

Önce Yeşilaycı idim,sonra Avrupadaki içki kültürünü merak ettim.Nekadar çok lisan öğrenirsem okadar çok insan tanımam,sevmem imkanım olur diye düşündüm.Müziğe olan affinitemin her geçen günde ruhumu zenginleştirdiğinin farkına vardım.Beni bu istikamette motive edecek çevredende mahrumdum.Para,giyim kuşam gibi maddi heveslerim hiç olmadı.

Sabah kahvesini balkonda içerken,denizin sonsuzluğa varan maviliğindeki barışı,huzuru doyumsuyorum.Bir tatlı huzur almağa geldim Kalamıştan(Antalya koyundan)diyorum Münir Nurettin gibi.

14.03.09

9 Mart 2009 Pazartesi

SEN ÖLMEDİN








FEZALİ HACI CIRIK(*)




Mavi gözün masum yüzün hayelim
Yaşıyor yüreğimde sen ölmedin
Gürsesin gerçeği haykırdı dilin
Yaşıyor yüreğimmde sen ölmedin

Gönülde yer eder müzikte tonun
Ezğilerle geçti yaşamın günün
Halk seninle sanma boş sol yanın
Yaşıyor yüreğimde sen ölmedin

Dokundu duruşun haksıza çetin
Bakışın yüzünle gülüşün metin
İnsana hizmette katıldın gittin
Yaşıyor yüreğimde sen ölmedin

Fezalim der haci yanıyor canım
Yusuf hayeloğlu çürümez tenin
Kalblerimiz seninle yüzbinlerin
Yaşıyor yüreğimde sen ölmedin


------------------

(*) Ben Berçenekli Fezali Haci Cırık, Yusuf Hayaloğlu’nu sevenlerin başı sağolsun der, yürekten selamlarım.

(**) Sevgili Gülten,
Yanındayız, Yusuf'un yüreklerimizi sarsan kelamını, yorgunluklarımıza son veren ihtarını hiç unutmayacağız.

8 Mart 2009 Pazar

BİR KÜRT KADINI



Faiz CEBİROĞLU
Askerler sardı köyümü
Sonra evimi.
Hem köy yabancıdır askerlere
Hem de evim.
Ben Kürtçe konuşuyorum
Onlarsa Türkçe.
Ne ben onları anlıyorum
Ne onlar beni.

Sonra
Evimi terkettiler
Sonra
Köyümü.
Geriye
Bakışları kaldı.
Geriye
Bakışları kaldı bizde, köyde, evlerde.

Biz onları bakışlarından anladık.
Ya onlar bizi?

6 Mart 2009 Cuma

TEKRAR MERHABA




Yener Orkunoğlu / y.orkunoglu@fbi.h-da.de

’ Hiç kimse başarı merdivenine elleri cebinde tırmanmamıştır.’ M.HEAD

Değerli okurlar, ‘Mola’ başlıklı köşe yazısında haftalık yazılarıma bir süre ara vereceğimi ve Mart ayında yeniden yazmaya başlayacağımı duyurmuştum. 5 haftalık moladan sonra yine merhaba diyorum. .

Daha önce 12 yıl boyunca Özgür Politika ve Özgür Gündem gazetelerinde yazdım. Gazeteden ayrılırken, bir süre mola vermek istedim. Mola vermek için ayrıca başka özel gerekçelerim de vardı.

Hoşuma giden bir söz vardır: ‘Her gün birbirini görmenin tadı başka, ayrılıp kavuşmanın tadı başkadır.’ Bundan sonra beraber olmanın getireceği güzellikler ve de sorunlar bizi bekliyor.

Son 2-3 haftadır, güncel politik gelişmeleri hiç takip edemedim. Gazeteler ve sitelere göz atamadım. Bu nedenle bu yazımda güncel politik gelişmeler konusunda yorum yapamayacığım.

(Haa, bu arada Beybun Site’sinde yaşanan sorunlardan hemen haberim olmadı. A. Kadir Konuk’un siteden ayrılmasını çok sonradan kendisine telefon açtığımda öğrendim. Günay Aslan, sitede yazmaya başlamış. Hoş geldin Günay! Sitede, komşu olmuşuz. Fotoğraflarımız üst üste.)

Gazeteye yazı yazmak ile siteye yazı yazmak arasında belirli farkı hissettim hemen. Gazeteye gönderilen yazının, mutlaka belli bir zamanda gazeteye ulaşmış olması gerekiyor. Gecikme durumunda, sayfa sorumlusu telefon açar, ‘yazı ne oldu’ diye sorar. Dolayısıyla gazeteye yazmanın bir sorumluluğu var, gazetedeki köşe yazarı üzerinde tatlı bir ‘zaman basıncı’ ve ‘stress’ hisseder. İnternet sitesindeki köşe yazarlığı böyle değil. İnternet sitesinde yazan zaman baskısı ve ‘stress’ten uzaktır, çünkü ‘yazı nerede kaldı’ gibi sorularla pek karşılaşmaz.

İnternet siteleri de böyle bir şey yapabilirler mi? Yazarların günlerini saptayabilirler mi? Yazarlara, ‘yazının nerede kaldı’ diye sorular yönetebilirler mi? Böylesi bir yaklaşım, hem yazarı ‘ilerletir’ hem de sitenin ciddiyetini artırır, diye düşünüyorum.

Bir köşede iki üç ayda bir yazı yazmayı okur nasıl karşılıyor, bunu merak ediyorum.

Neyse, bunlar site yöneticilerinin düşünmesi ve yapması gereken şeyler, ben sadece bir noktaya parmak basmak istedim. Site köşe yazarlığı konusu tartışılabilir mi? Tartışma fayda getirir mi? Bu soruların muhatabı kimdir? Böylesi soruların yararı olur mu? Bunları tam olarak bilmiyorum.
Burjuva ideolojisi, mevcut tüm kanallar aracılığıyla insanlık üzerindeki egemenliğini sürdürüyor. 80’li yıllardan sonra, dünya gerici ve muhafazakar düşünce atmosferine girdi. Öyle ki, sınıf ve sınıf ideolojisi gibi kavramlar, neredeyse kullanılmıyor. Bu kavramlar, büyük ölçüde, sözlüklerden çıkarılmış. Burjuva, kapitalist, işçi, tarım işçisi, yoksul köylü vb. kavramlar unutulmuş gibi. Sınıfa ilişkin kavramlar, yerlerini, ‘ulusal kimlik’, ‘azınlık’, ‘kültürel kimlik’, ‘etnik kimlik’, ‘dinsel kimlik’ vb. gibi sözcüklere bırakmış durumda. Türk, Kürt, Alevi, Sünni vb. gibi ulusal- etnik ve dinsel kimliğe vurgu yapan sözcükler egemen olmaya başladı.

Örneğin Neşe Düzel’in, Barzani’nin Kürdistan Demokratik Partisi’nin Türkiye temsilcisi Ömer Merani’yle ile yaptığı söyleşide, Merani Kerkük’teki referandum konusunda şunları diyor:

‘Irak halkının yüzde 80’i yeni anayasayı onayladı. Bu anayasadaki Kerkük maddesine göre, Kerkük üç aşamada normalleşecek. Önce Saddam’ın yerleştirdiği nüfus Kerkük’ten kendi topraklarına gidecek. Saddam’ın Kerkük’ten göç ettirdiği Türkmen ve Kürt nüfus Kerkük’e geri dönecek. Ardından nüfus sayımı yapılacak ve kimin Arap, kimin Kürt, kimin Türkmen olduğu belirlenecek. Sonra da referandum yapılacak. Kerkük’ün kime ait olduğuna Kerkük halkı karar verecek.’

Günümüzde burjuvazinin gerici ve muhafazakar ideolojisinin, ‘sol’ ve solcular üzerinde de derin etkisi oldu.

Bu etkinin en belirgin özelliklerinden bazıları şöyle sıralanabilir:

- Sol, ideallerini yitirince, iktidar perspektifini de yitirdi. İktidar talebinde bulunmayan garip bir sol anlayış gelişti.

- Solcuların büyük bir çoğunluğu okumayı ve araştırmayı bıraktı. Kimileri sisteme entegre oldu, kimileri kapitalizmin dayattığı bireyciliğe teslim oldu.

- Gelecek perspektifini yitirenler, geçmişe takılıp kalıyor, geçmişin anılarıyla kendini tükettiğinin farkına varamıyor. Çünkü gelecek perspektifi olmayan sosyalist parti ve örgütlerin, gücünün artırması, güç toplaması mümkün değildir.

- Aydınlanma düşüncesinin ilerici düşüncelerinden taviz veren, ‘dinin gücüne’ boyun eğen solcu tipler ortaya çıktı.

Burjuvazinin gerici ve muhafazakar ideolojisinin etkilerine karşı direnmeyen ve gelecek - iktidar perspektifine sahip olmayan bir sol hareketin gelişme şansı yoktur. Oysa kapitalizm dünya çapında tarihinin en derin krizlerinden birini yaşıyor. Bankaların devletleştirilmesi üzerine yapılan tartışmalar, özel mülkiyete dayanan kapitalizmin sınırlarına işaret ediyor. Dolayısıyla kapitalizme karşı alternatif düşünceleri tartışmak her zamankinden daha acil bir hale gelmiştir.