29 Ocak 2015 Perşembe

AZRAİL DUA KABUL ETMİYOR...




Dr.İsmet Turanlı

 
Azraile Almanlar TODES ENGEL (Ölüm meleği) diyorlar. İnsanların canından ruhunu alana nasıl melek diyorlar anlamadım.
 
Önce yeğenimin, sonra sevgili ablamın ruhunu ahrete taşıyan AZRAİL şimdide Yaşar Kemal abinin, son olarakta kadim dostum Fikret Otyam’ın yakasına yapışmış. Bildiğim duaları onlar için okuyorum ama dualarım kabul görmüyor.
 
İsviçrede bir kayak merkezinde kahvede otururken Yaşar abi eşi Ayşe hanımla karşıma çıkıyor. ‘’ 
Ben seni Kölnde aradım. Kısmet bu dağ başında imiş’’ dedi. Ormanda beraber yürüdük. Kelebekleri gösterdim. Bunların güzelliğine hayranım diyince ‘Bende’’ dedi. Kelebeklerin güzelliğini nasıl dile getirdiğini anlattı. Senelerdir her İstanbula geldiğimde Boğaziçinde buluştuk. Son buluşmamız Vaniköydeki evinde oldu. Kendi eliyle Adana kebabı yaptı. Onunla birlikte olduğumuz anları beynimdeki vidoyaya kaydetmişim. Şimdi yoğun bakımdan çıkmış. İnşallah duam kabul görürde Azrail onun yakasını bırakır.
 
25 sene öncesinde öğlen kahvemi içerken Milliyet gazetesinde bir haber okudum. Firkret Otyam Leverkusende resim sergisi açmış. Buluştuğumuzda kadim dostum Bedri Rahminin talebesi olduğunu söylemişti. Bende onbeş tablosu olduğunu söyleyince heyecanlandı.  Bir İtalyan restoranında buluştuğumuzda 50ye yakın müşterek dostlarımız olduğunu tesbit ettik. Erstesi akşam başka bir kaç sanatkarla benim terasta hasbıhalimize doyum olmadı. Beni Gazipaşadaki evine davet etti. Yaşam maceramından bir roman yazmak istiyordu. Sonra ben Monografimi ‘’ Serindi benim mavilerim’adıyle yayınladım. Ardından hikayelerimi, bestelerimi, şiirlerimi, değişik konularda makalelerimi ‘’Aşk Günah mı? ‘’ adıyle yayınladım. Bu arada internette yayınlanan 350 makalemi tasnif ettim. Yakında 3 kitabım yayınlanacak. Fikretede duacıyım.
 
Asıl Azrailin yakasını bırakmaması gereken IŞID belalılarıdır. Üstelik müslümanız diyorlar. İnsan oğlu bu asırda hala vahşi tutumunundan vazgeçmiyor. Kobaniden kovulduklarına öyle sevindim ki sormayın.
 
Ya Almanyadaki Pegidalılara ne demeli. İki defa dünya savaşı çıkarmışlar gene uslanmamışlar. Amerikalıları sevmeyen çok kimse var ama her iki dünya savaşındanda onlar gelip kurtardılar o medeni Avrupalıları. Şimdide İŞİD’i bombalıyorlar. Bir taraftanda kırallara silah satıyorlar. Bir yerde isyan, savaş bitince silah satıcıları başka bir yerde savaşı kışkırtıyorlar. Asıl melanet PARANIN gerçekliğinde. Para denen ŞEYTAN dogmalarından önüne geçti. Devlet başkanları, siyasiler olan bitende figuran rolü oynuyorlar.
 
Bu hengamede, bu tarihi oluşumda acaba KÜRTLER paçayı sıvayıp özgürleşekler mi? Erdoğanda Atatürk gibi Kürtlere hıyanet mi edecek. 1924 de Atatürk Kürtleri silmeseydi , yüzbinlercesi katledilmeseydi bugün Kürtlerde insan gibi yaşama sevincine kavuşurlardı. Ama Atatürke toz kondurulmuyor. Hatta onu sevmek mecburiyeti getiren yasa var. Bayar ne demişti. ‘’Seni sevmek ibadettir’(!).  Kürtlerinde en büyük kabahatı dayanışma içinde olamamaları, herbiri diğerine hain demek cehaleti gösteriyorlar. Güneşin doğduğu ana ŞAFAK yahut TAN denir. Acaba Küertlerde bir şafak anımı yaşıyorlar. İçim titreyerek haberleri izliyorum.Nufusu on binleri bulmayan milletler UNO’da akredite olurken 40-50 milyonluk KÜRDE Azrail dokunmaz inşallah.!!!.
 

Köln. 29.01.15

25 Ocak 2015 Pazar

DUYMAYAN DUYSUN...



DUYMAYAN DUYSUN.

Haci Cirik / Fezali

Bayraklar yarıya yeşil sermaye
Bu kral da öldü duymayan duysun
Koşarak gittiler safa durmaya
Bu kral da öldü duymayan duysun

Zıkkımla beslendi bedeni şişti
Kaç canın katili bilenler şaştı
Doymayı bilmedi vay be ne işti
Bu kral da öldü duymayan duysun

Suudi şeyhine akan gözyaşı
Ağrıttı ülkede düşünen başı
Defoldu dünyadan doksandı yaşı
Bu kral da öldü duymayan duysun

Gizli servis sermaye halkı vurdu
Yıllar böyle zalim tepede durdu
Çıkarı uğruna yaktırdı yurdu
Bu kral da öldü duymayan duysun

Petrolün paranın güvenli kralı
Aç kaldı yoksullar yürek yaralı
Koruttu kendini zabıt paralı
Bu kral da öldü duymayan duysun

Terörist grubu finanse eden
Kaçıncı insana sardırdı kefen
Dincilik sermaye araya sinen
Bu kral da öldü duymayan duysun

Elleri kanlı insanlık düşmanı
Yıkılsın dünyada kalmasın hanı
Utanmaz musibet çirkeftir canı
Bu kral da öldü duymayan duysun

Rantın kralına üzülen vatandaş
Sormak isterim bulabildin mi aş
Evin de kurumaz tabanın da yaş
Bu kral da öldü duymayan duysun

Çıkarı vicdanın kör eden adam
Adam sıfatında dolaşan yamyam
Zalimin ölümü mazluma bayram
Bu kral da öldü duymayan duysun

Soma'da katliam yaşandı duymaz
Üçyüzbir çalışan öldü ey haylaz
Nedense ağlamaz bunlara yobaz
Bu kıral da öldü duymayan duysun

Vahabi dinine mensup ilahi
Hürüler yanında durur vallahi
Cennette hurisi olacak sahi
Bu kral da öldü duymuyan duysun

Soygunla zenginin bu yüz karası
Sarılmadı halklarda zulmün yarası
Hani nerde bunun kırkbeş karısı
Bu kral da öldü duymayan duysun

Fezalim sabır mı dayanır zülme
Kurtuluşu yoktur ağlayıp gülme
Kurtuluş elinde başkasın bilme
Bu kral da öldü duymayan duysun

23 Ocak 2015 Cuma

Yaşar Kemal’i Okuma Keyfi…


          
Dr.İsmet Turanlı


“Yaşar Kemal’in öykülerini, romanlarını içeride ve dışarıda inceleyenler, onun öykü anlatış sanatını, vokabüler zenginliğini, insan tiplerinin ruhiyatındaki algılamalarını yüze çıkarma yeteneğini dile getirmişlerdir. Fakat onu okuyanların varabilecekleri ‘keyif’i pek dile getirmemişlerdir yahut getirmişlerse bile ben bilmiyorum. İşte bu denememde şahsi keyfimi anlatmaya çalışacağım.

 “Ben Beethoven hayranıyım, derinden bir keyifle dinlediğim bir müzik duyunca, onun Beethoven’e ait olduğunu tespit ederim. Sonra Mozart ve onların en yücesi Bach. İşte aynı hazla okurum Yaşar Kemal’i.

 “İnsanın alveollerine kadar inhisar eden çam kokulu havasını Büyükada’da teneffüs ederken bir taze gonca, Marmara’nın efsuni güzelliğini temaşa ederken, kollarında ise ve masum, tadına doyum olmayan buselerinde duyduğun hazzı,(Anlaşılmıyor) Yaşar Kemal’i okurken de duyabilirsin.

 “Fransızlar için yemeklerin lezzeti seksle eşit değerdedir. Cannes’da plajda uzanmışken, akşam hangi restoranda hangi yemekleri yiyeceklerini, bütün teferruatıyla anlatan hanımların sohbetlerini duyarsınız. Dün akşam Moujin’deki 3 yıldızlı lokantada yedikleri Chataubriand’ın yanındaki sosların çeşitliğini nasıl ballandıra ballandıra anlattıklarına kulak misafiri olursunuz. Damak zevkinin insana yaşattığı hazzı, Yaşar Kemal’i okurken de tadarsınız.

 “Stanford’da yahut Harward’da yaptığınız ilmi araştırmalardan netice alınca duyduğunuz heyecanı, Yaşar Kemal’in anlattığı kelebeklerde duyabilirsiniz.


“Seçim neticeleri ekranlara yansıdığında politikacıların kalplerinin titreşimlerini, Yaşar Kemal’i okurken de yaşayabilirsiniz
“Sömestr sonlarında imtihan neticeleri amfilerde asılır. Geçerler listesinde numaranı görünce yüreğin ağzına gelir. Yaşar Kemal’i okuduğunda da öyle.

 “Sekse doymak bilmeyen Güney Amerikalı bir mulat (???) ile birlikte olurken zamanın durduğunun farkında olmayabilirsiniz. Aynı keyfi Yaşar Kemal’i okurken de duyarsınız.

 “ ‘Bu tepeden tırnağa çiçek açmış erik ağacı’ der Orhan Veli ve bütün güzel duygularınızı harekete geçirir. Tepeden tırnağa eflatun çiçeklerle bezenmiş begonvili görünce mest olmamak mümkün mü?

“Karayipler’de kumsal süt beyazdır ve kumlar haşhaş kadar ufak. Turkuaz renkteki deniz suyu vücudunuzun bütün noktalarını okşar. Bir haz duyarsınız, tıpkı ana karnındayken yüzdüğünüz sudaki rehaveti hissedersiniz.

 “Antik heykeltıraşların üstsüz yaptığı yapıtlardaki meme başlarına odaklanmanız Freud’un izahına göre doğum sonrası bebekteki emme refleksindeki (???) hazzı, Yaşar Kemal’i okurken de yaşarsınız.

 “Ben Yaşar Kemal’i okurken yukarda belirttiğim bütün ‘keyif’lerin fazlasını yaşarım. O keyfi yaşamayanların kabahati, Yaşar Kemal’i okuma fırsatı, şansı olmamalarıdır.

13 Ocak 2015 Salı

“İşsiz”





“Patronların ve devletlerin elinde ücretlilere karşı işsizlikten daha şiddetli bir zor aracı yoktur. Hiçbir fiziksel baskı, coplayan, göz yaşartıcı bomba atan vb. hiçbir polis gücü… Sadece bir saygınlık talep etme, insan yerine konulma  olasılığını hayata geçirme iradesine karşı hiçbir araç bu denli güçlü değildir. Gerçeklik, budur…”

Henri Krasucki
(Fransa) Genel İşçi Konfederasyonu (CGT) eski genel sekreteri.

Fikret Başkaya

Televizyonda “uzman konuk” , uzun uzun işsizliğin “piyasanın normal işleyişi sonucunda” nasıl sorun olmaktan çıkacağını anlatıyordu. Program sunucusu genç kadın da uzmanın “bilimsel” açıklamalarını başını sallayarak onaylıyordu... Acaba o profesör, işsizlikle ilgili gerçeği dile getirecek biri olsaydı oraya çağrılır mıydı? Dahası profesör yapılır mıydı? Profesörün kafası daha öğrencilik yıllarında geçerli neo-klasik iktisat teorisyenlerinin “bilim” diye uydurduğu safsatalarla doldurulmuştur bir kere!.. Ve iflah olma şansı yoktur... Dolayısıyla, söyledikleri sadece bilime, bilimselliğe değil, bu dünyanın gerçeğine de yabacıdır ve başka türlü olması da mümkün değildir. Kimi zaman ‘kanaat önderi’ de denilen uzmanların misyonu da zaten şeylerin gerçeğini ortaya çıkarmak değil, üstünü örtmek, olup-biteni kabullendirmektir. Maalesef içinde bulunduğumuz çağ artık “neden” sorusunun zihinlerden silindiği, sadece “nasıl” sorusuyla yetinildiği bir çağ... “Nasıl” sorusuyla şimdilik durumu idare edebiliyorlar ne yazık ki!..

Burjuva iktisat teorisi veya aynı anlama gelmek üzere geçerli kovansiyonel iktisat öğretisi, işsizliği, istisnai, geçici, önemsiz bir şey, bir tür yol kazası olarak görür. Ve işsizliği de iradî bir şey sayar. İnsanlar işsizdir zira verili ücret düzeyinde çalışmayı reddetmişler, boş zaman tercihi yapmışlardır..! Tabii şeylere işçiler tarafından değil de, işveren kapitalist patronlar ve onların devleti tarafından bakanların bu tür safsatalarla kendilerini ve başkalarını aldatmaları mümkündür ama, şeylerin gerçeğine dokunmaları, nüfûz etmeleri asla mümkün değildir.

Kapitalizm öncesi dönemde bu günkü gibi bir kitlesel işsizlik söz konusu değildi. İşsizliğin yıkıcı ve yakıcı bir insanî-sosyal sorun haline gelmesi, sanayi kapitalizmiyle başladı. Zira, eski çağlarda insanların üretim ve/veya yaşam araçlarına yabancılaşması, istisnai olarak ortaya çıkan bir durumdu. İşsizlik ( chomage, unemployment) kelimesi yakın tarihlerde sözlüklerde yerini aldı. Zaten doyumluk ekonomi koşullarında işsizlik diye bir sorunun esâmesi bile okunmazdı. Köleciliğin ve haraca dayalı üretim tarzlarının ve/veya onun feodal denilen versiyonunun geçerli olduğu toplumsal formasyonlarda, insanların üretim ve yaşam araçlarına, burjuva toplumunda olduğu gibi bütünüyle yabancılaşması söz konusu değildi.

Kapitalizmle birlikte kitlesel işsizlik ortaya çıktı. Birincisi, kapitalizm demek mülksüzleştirerek veya aynı anlama gelmek üzere,  insanları üretmek ve yaşamak için gerekli araçlardan mahrum ederek, proleterleştirerek, sermaye biriktirmek demektir. Velhasıl her ileri aşamada toplumun bir bölüğü (çiftçiler, esnaflar, zanaatkârlar, küçük ticaret erbabı, serbest çalışanlar...) üretmek ve yaşamak için gerekli araçlardan mahrum ediliyorlar. Dolayısıyla yaşamlarını sürdürmenin yegane yolu, emeğini satmak, ücretliler sınıfına dahil olmaktır. Zaten proleter kavramı da Latince proletarius’tan türemedir ve hiç bir şeyi olmayan, çıplak, korumasız, çulsuz... anlamındadır. Proleterin yaşamını sürdürebilmesinin yegane yolu, emeğini satmaktır ama bunun hiç bir güvencesi yoktur.

İkincisi, kapitalistler (kapitalist işletmeler) ücretleri düşürmek için her zaman bir ‘yedek işsizler ordusuna’ ihtiyaç duyarlar. Yedek işsizler ordusu (rezerv işgücü) ne kadar büyükse, çalıştırdıklarını daha yoğun, daha uzun ve daha da düşük ücretlerle çalıştırabilmeleri mümkün hale geliyor... Zira, çalışanlar üzerinde “baskı” oluşturan, onların yerini almaya hazır, binlerce, on binlerce işsiz ve çaresiz, emeğini satmaya mecbur insan vardır. Marx, Kapital’in birinci cildinde bu durumu şöyle ifade etmişti: “Bir yandan, işçi sınıfının çalışan kesiminin  aşırı-çalışması yedek ordunun saflarını şişirirken, öte yandan da bu yedek ordunun rekabet yoluyla çalışanlar üzerindeki artan baskısı, bunları, aşırı çalışmaya boyun eğmek ve sermayenin diktası altına girmek zorunda bırakır.” Böylece kâr oranını ve sermayeyi büyütmek mümkün hale geliyor. Zaten kapitalistin yegane kaygısı da dur-durak bilmeden kâr oranını, kâr kütlesini ve toplam artı değerden aldığı payı, dolayısıyla sermeyesini büyütmektir. Onu öyle davranmaya zorlayan da yıkıcı rekabettir... Kapitalist başka türlü yapamaz! Az sayıda işçiyi olabildiğince uzun süre çalıştırmak ve çalışma yoğunluğunu artırmak ve ücretleri olabildiğince düşük seviyelerde tutmak işin doğası gereğidir...

Üçüncüsü, kapitalizm doğası gereği, teknikçi bir sistemdir, teknolojiyi sürekli yenilemek zorunluluğu var. Rekabet, üretim tekniklerini sürekli yenilemeyi dayatıyor. Her teknik ilerleme de her seferinde daha az işgücü kullanarak daha çok üretmeye imkân veriyor. Kapitalist mantığın geçerli olduğu koşullarda her teknolojik yenilik daha çok işsiz, daha çok yoksul ve çaresiz insan demeye gelir. Bu yüzden, 1810’lu yıllarda İngiltere’de Luddist hareketi, haklı olarak makinaları kırma, fabrikaları ateşe vermeye yöneldiğinde, son derecede haklı ve tutarlı bir şey yapıyorlardı... Çünkü üretim sürecine sokulan yeni makinalar ve teknikler binlerce, on binlerce insanı işsizlik, açlık ve çaresizlik ortamına itiyordu...

Ve dördüncüsü, kapitalizm, krizler üretmeden yol alamaz ve her krizde ilk yapılan şey, çalışanların önemlice bir bölümünün işine son vermektir...

Eğer durum yukarda kısaca özetlediğimiz gibiyse, her türlü üretim ve yaşam araçlarından yoksun, çalışmadığı zaman aç kalması mukadder olan birinin “iradî” olarak çalışmama tercihi yapması mümkün müdür? Öyle biri için “çalışmama özgürlüğü” diye bir şey olabilir mi? Eğer çalışmamanın karşılığı açlık, yokluk, yoksunluk, sefalet, daha da ötede ölüm ise? Soma’da, Ermenek’te ve başka yerlerde son bir kaç ayda 350’ye yakın maden işçisi trajik bir biçimde ama biraz da herkesi utandıracak tarzda hayatlarını kaybettiler... Ekmek parası için hayatlarından oldular. Aslında biraz meraklı biri, bu ölümlere dair birazcık kafa yorarak, kapitalizmin işleyişine dair bir fikir sahibi olabilirdi. Cinayet denmesi gereken kazalardan sonra oluşan kamuoyu baskısı, AKP hükümetini bir şeyler yapmaya zorladı. Çalışma süreleri, ücretler ve iş güvenliği konusunda kerhen de olsa bazı iyileştirmeler devreye sokulunca, maden işletmelerinin patronları ocakları kapatarak oralardan çekildiler. Maden ocaklarının kapatılmasının faturası işsiz kalan binlerce işçiye çıkmak koşuluyla... Eğer çalışanların güvenliği için harcama gerekiyorsa, ücretler sefalet ücretinin biraz da olsa üstüne çıkarsa ve çalışma süreleri “normal’ seviyeye inerse, biz o işte yokuz dediler, pılıyı-pırtıyı toplayıp gittiler...  İşçiler işten atıldıklarını cep telefonlarına gelen bir kısa mesajdan öğrendiler... Türkiye’de büyük emekçi çoğunluğun nasıl, hangi şartlarda ne kadar çalıştığına dair “bilgiler” gazete ve televizyonlarda hiç sorun ediliyor mu? Akademinin onu sorun ettiğini hiç duydunuz mu? Kaldı ki, “el öpenler akademisinden” öyle bir şey beklenir mi? Çok sayıda insan sefalet ücreti karşılığında günde 11-13 saat çalışıyor. Sabah saat 6’da kalkıp yollara düşen ve eve akşam saat 10 da dönenlerin sayısı biliniyor mu? Büyük kentlerde yolda harcanan zaman sorun ediliyor mu? Edilebilir mi? Onca çalışmanın, eziyetin sonunda kazanılan para, bir insanı insanca yaşatmaya yetiyor mu?

Türkiye’de üç milyon issiz var dendiğinde bu neyi ne kadar ifade ediyor? O rakam aslında işsizliğin kaç kişinin canını yaktığını söylemiş oluyor mu? Her bir işsizin kaç kişiye dokunduğunu söylemiş oluyor mu? Televizyonlar, sabahtan akşama, borsa-döviz-faiz haberleri veriyor. O haberler aslında kaç kişiyi ilgilendiriyor olabilir? İşsizlerin akıbetiyle ilgili haberler de akıllarına geliyor mu? Anayasa’da: Çalışma herkesin hakkı ve ödevidir” deniyor. Eğer bir hak ve ödev söz konusuysa, çalışmayanlar ödevini yapmamış olmuyor mu? Demek ki, ödevden kaçanlar var ve cezalandırılmaları gerekirdi... İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde de: “ herkesin çalışma, işini özgürce seçme, adil ve elverişli koşullarda  ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır”, deniyor. Aradan 67 yıl geçmişken, manzara nasıl görünüyor? Ne yazık ki, bir ilkeyi ilân etmekle, bir hakkı tanımlamakla iş bitmiyor...

Bir şirketin çalıştırdığı işçileri işten çıkarması, bir “hak” sayılıyor ama işçinin “haksızlığa uğraması” kimsenin umurunda değil. Dışardan bir örnek: Otomobil devlerinden General Motors  2010 yılında Anvers’deki fabrikasını kapatmış ve yaklaşık 2.400 işçinin işine son vermişti. Fakat, 1995-2008 aralığında Avrupa ve Amerika’daki fabrikalarındaki toplam 187.000 işçinin işine son vermişti. Ve o zaman zarfında şirket ortaklarına  16 milyar dolar kâr payı (dividendes) dağıtmıştı... Bu rakamlar söylemek istediğimi özetlemeye yetiyor mu?

O halde sadede gelebiliriz: İşsiz kalmak, sadece maddi güvenliği kaybetmek değildir, açlığa mahkûm olmak değildir. İşini kaybetmek, aynı zamanda “sosyal kimliğini” kaybetmektir, sosyal ilişkiyi, mesleğini kaybetmektir. İşsiz, insanların (en yakınlarının bile) uzak durduğu biridir, herkesin kendinden kaçtığı biridir. Bir kere işsiz kaldınız mı, artık bir mesleğin erbabı olmanın hiç bir değeri yoktur, İster uçak pilotu, ister, kaynakçı, bakkal,  kuyumcu, öğretmen... olun, ehil olmanın, kalifiye olmanın, bir bilgi ve beceri sahibi olmanın  bir önemi ve değeri yoktur. Bir meslek icra edilmiyorsa, yok demektir... İşsizse mesleksizdir... İşsizlik çaresizliktir, itibarsızlıktır, moral zaafı ve psikolojik bunalıma girmektir... Hiçliğe mahkûm olmaktır ve işte proleter böyle bir şeydir!

O halde ne yapılabilir veya yapılmalıdır? İşsizlik sorununu çözmek için halen geçerli çalışma sürelerini mesela üçte bir oranında veya yarıya indirmekle işsizlik sorunu anında çözülebilir ama böyle bir şey kapitalizm dahilinde asla mümkün değildir.

Daha radikal çözümse, bir gelir elde etmekle, çalışma arasındaki bağı koparmak olabilir. Herkes için her koşulda yaşamasına yetecek bir geliri garanti altına almak... Üyelerinin bir bölüğünü işsizliğe, daha çoğunu da yoksulluğa mahkûm eden bir insan toplumu arzulanır, insan haysiyetiyle uyuşur bir şey midir? Böyle bir medeniyet sürdürülebilir midir? Eğer bu dünyanın kaynakları herkese ait olması gerekiyorsa, eğer dünya dar bir oligarşinin “çiftliği” değilse ve öyle olmaması gerekiyorsa, bu söylediğim neden mümkün olmasın...



HÜDA-PAR, IŞİD ve El-Kaide...



"Allah'ı ve Kuran'ı siyaset malzemesini yapmak çok kötü ve gerçekleri manşet yaparak hasıraltında siyaset meydanına girmek ve dini, mezhebi araç etmektir. Allah'ın partisi ve Allah'ın askeri diyorsanız, Hz. Muhammed kimin askeriydi ve ona bağlı savaşçılar kimin savaşçı askerleriydi?


Kutbettin Özer

HÜDA-PAR dili Türkçe ve marşını Kürtçe okuyor ve Türkçe propagandasını yaparak Kürt-Türk İslam Partisi olmak istiyor ve bu parti Allah’ın partisidir diyor. Allah'ın partisi yoktur bu bir günah işlemedir.
Allah'ın askeri yoktur. Allah'ın partisi olamaz. Kuran’ı-Kerim 'de böyle bir açıklama da yok. Allah mı bu HÜDA-PARI kurdu? Allah’ın partisi diyorsunuz?

Bana ve kamuoyuna hikâye ve masal, rivayet, yalan edebiyatı yapmadan cevap verirseniz memnun olurum. Sonra Türk devletin sisteminde ne zamandan beri Kürt ve İslam Partisi veya Kürt ve Türk siyasi Partisi dile getirilmiştir?

Aksine Kürt-Türk kardeş derken Kürtler basılarak darağacına asılmıştır, Kürt İslam hareketi kanla basılmıştır, Et ve tırnak derken tırnak uzadıkça Kürtlerin başı kesilerek ateşe vermişlerdir. Açıkçası Kürt adına çıkan bütün kuruluşlar inkâr ve darbelerle imhalara uğramıştır.

IŞİD, HİZBULLAH, EL-NUSRA, El-Kaide ve buna benzer bütün gerici hareketlere bağlı olan örgütler, egemen devletlerden sürekli destek alırken, Kürt hareketi aksine destek değil asimile, imha ve katliam deneylerle karşı karşıya geldiler. Kürtler dinini, mezhebini Zerdüşt’ten İslam âlemine kabul ettikleri halde Kürtlere düşman gözüyle baktılar. Üstelik tarih boyunca baskı, barbar ve jenosit katliamlarla karşı karşıya kalması hiç eksik olmadı.

Soruyorum, acaba İslam devletleri Kürtlerin Müslümanlarını bağrına koyup sevdiler mi? Kendi ırklarını bir Üst Irk olarak kabul ettikleri zaman Kürtleri de Üst bir Irk olarak kabul ettiler mi? Hayır!!! Ayrıca HÜDA-PAR, Hizbullah’tan kurulu bir siyasi örgüttür, bütün terör örgütlerin ağı ile bağlantılıdır. Karanlık bir İslam partisi olarak Kürdistan’ın göbeğinde ve Türk devletin egemenliğinde kurulu ve destek gören bir gayri-Sünni Kürt ve Türk İslam Partisi-Allah’ın Partisi olarak tanıtılmış.

HÜDA-PAR’ a sormak lazım gerçekten bu parti Allah’tan ilahi yollarla gönderilip alın bu Allah’ın partisidir yürüttün mü dedi, yoksa birileri mi sizleri besleyerek alın Kürtleri kandırın, nasıl olsa saf, keriz, cahil ve her açıdan köleliği benimseyen, ezgiyi seven, çok çabuk aldanan, ırkını, cinsini inkâr ve itiraf eden, Kimliklerini başka egemenlerin yanında mutlu gören, üst-kimlik istemeyen ve üst kimlik -lere hayran olan ve onlara ömür boyu köle bekçiliğini yapan ve en önde yürüyen aptal kahramanlardır. Açıkçası, IŞİD, El-Kaide, El-Nusra Kürtleri parçalayan, Türk egemen devletin partisidir. HÜDA-PAR gibi uyuşturucu zihniyeti taşıyan tehlikeli ve Kürtleri kandırıp Allah’ın askeri diye lanse etmektedir.

CİZRE olaylarında HÜDA-PAR’ ın parmağıyla insanların ölümüne sebep oldu.

Kobani ve Şengal’ de olan katliam saldırı Ortadoğu’nun göbeğinde önemli bir sorun çıkarak uluslar arası konu olarak gündemin ajandası oldu. Kürdistan ülkesi. IŞİD, El-Kaide ve diğer İslam örgütlerini örgütleyen emperyalist ülkeler ve onların kuklası Türk devletinin İslami Örgüt-lere maddi, manevi ve stratejik destek vererek ilk başından beri devam etti. Buna bağlı kukla devletler de bu ateşin içine girdi. İslam dini ve Mezhebi adı altında örgütleyen Örgütler, güya Arap Baharı denilen demokratik iç isyanlar başlatarak yenileme, değişim ve dönüşümle demokratik sisteme geldiğine inanarak bedel verdiler. Arap Bahar’ın gelmesinden sonra Ortadoğu daha da kıvılcımlaştı ve Ortadoğu ülkelerini ateşe vermiş oldu. Başarılmayan son nokta Suriye’de Esad ayakta dimdik durdu ve karanlık cephede İslami örgütlerle doldu ve taştı.

İslam Örgüt Hareketleri, Bağdat’ı, Şam’ı ve Ankara’yı kuşatma hedefli amaçlı değildi, bunları maksatları Kürtleri alttan kuşatma ve Kürdistan’ı Ortadoğu coğrafyasından silmekti. Suriye’de PYD-PKK güç alternatif haline geldi. Rojava ’nın kurtarıcısı ve koruyucusu oldu ve savunmaya devam etmektedir. Tabii ki (Suriye’deki Kürt olumsuzluluklarını tartışmasız bitarafa bırakalım, şimdi onun sırası değil).

İŞID’in aniden Musul’u işgal etmesi ve Bağdat ordusu IŞİD’de soğukkanlı bakması ve seyretmesi bütün dünyayı şaşırttı. ABD, BB-Londra ve İsrail, Ortadoğu’da çizmiş olduğu kader-projesine denk gelmeyen IŞİD hareketine karşı tavır alarak Avrupa’yı devre soktu. İlk Almanya devleti Peşmerge’lere maddi ve manevi yardımda bulundu, arkasında Fransa devleti de Kürtlerin yanında yer alarak sonuna kadar yanındayız dedi. IŞİD’leri çılgına uğratan şey, Peşmerge ve PYD Kürt Askeri Güçlerin birlikte IŞİD’ e karşı aynı cephede savunma alanında yer almasından dolayı İslami hareketlerini şaşkınlığa uğrattı.

İŞID ne yaptı?

Kürtleri destekleyen ülkelere karşı eylem Gerçekleştirdi. Paris olayında katliamı gerçekleştiren Uluslar arası Terörist Örgütü İŞID ve I ŞİD ’in yerine El-Kaide eyleme sahip çıktı. Yani sağ gözüm değil sol gözüm eylemi yapıldı.

Fransa’da IŞİD’in kanlı eylemini proteto ediyor ve katilleri örgütleyen örgütleri derhal uluslar arası yargılanmasını istiyorum. Fransa’da 12 günahsız insanlar katledildi ve bunun yanında da birçok insanlar da ağır yaralandı. İki (2) İslami Teröristleri yakalanması için 80 kadar polislerin arkalarına düşmesi normal görülerken, Kürdistan ili olan Şengal ve Kobani’de binlerce insanlar öldürüldü, kafaları kesildi, Kürt kadınları rehine alınarak taciz edildi, yüzlerce Kürt kadınları da Araplara satıldı. Avrupa ve dünya ülkeleri Kürdistan’daki katliamı görmezlikten gelerek 57 ülkenin Fransa’ya gidip acıyı paylaşması ve başsağlığı dilemesi düşündürücüdür. Bütün dünya yazar ve aydınlara düşen kalemşorlara bir görev düşüyor, bu ikilim ayırmanın ve farklılıkların üzerinde mutlaka tartışılmalı ve yazılmalıdır.

Egemen ve İslam-i siyasi Hareketler Kürdistansız bir Ortadoğu olmasını isterler.

Önce Kürt kazanımları yok olsun, Kürt halkı silinsin, Kürtsüz yeni bir Ortadoğu projesi olsun. Irak, İran, Suriye ve Türkiye’de devlet-destekli kurulan bütün İslami partilerin amacı da yukarıda yazılanın aynısıdır. Kürdistan’da HÜDA-PAR bu dava için her yerden destek alarak yürütüyor. Buna benzer tuzak; Kürdistan’ın bağımsızlığına karşı gelen, çarpık ve akla yatmayan teoriyle gündemi dolduruyor. Maalesef ‘’BARIŞ’’ çığlığını atan bazı Kürt örgütleri de Kürtlerin kaderini ve geleceğini bile bile cehenneme attıklarının farkındalar, farkında oldukları halde teslim olmayı tercih etmişlerdir. Gündemde Kürtlerin konumu, egemen ülkede iktidar mücadelesi değil, bilakis Kürdistan ulusal iradesi söz konusudur…

Kürtlere sesleniyor ve kulaklarını çınlatmak istiyorum;

Önce Kürdistan bağımsızlık uğruna çalışın, uluslar arası devlet olarak tanınsın, kendi idarenizi, yönetiminizi Anayasanızın çerçevesinde şekillensin ve fiiliyatta resmileşsin ondan sonra ne yapıyorsanız yapınız, özgürsünüz.

Kürtlerin siyasi Hareketi egemen ülkelerde iktidar için değil, kendi ulusal bağımsızlığını kazandıktan sonra Kürdistan ülkesi sınırlar dâhilinde diğer ülkeler gibi siyasi çalışmalarına başlar. Çoğulcu siyasi partiler arasında en güçlü siyasi parti hangisi ise o parti iktidara gelir. Bunun dışında hiçbir şeyin Gerçekleşmediğine inanıyor ve bunun dışında hiçbir alternatifin olmadığını düşünüyor ve görüyorum. Türk, Türk’e ne Kadar sahip çıkıyorsa, Kürt Kürt’e de o kadar çıkarlarına sahip çıkmalıdır.
Son sözüm; Kürtlerin ve Alevilerin ortak hedefi ve ortak birlikleri her şeyden önemlidir. Ve bunun yanında Kürt, Türk İslami Parti Allahın partisi, askeri, Cihadı memnun eden İslami amaç mı, ya da Allah’ın Partisi mi adını bile duymak istemiyorum.

Dr. İsmail Bşikçi;Ulusun ve vatanın özgür olmadığı durumlarda aile kurumunun özgür olması, akrabalık ilişkilerinin bir değer ifade etmesi de olası değildir.

Bayram gelmiş neyime, Kan damlar yüreğime

Sevgi ve Selamlarımla

Kutbettin Özer / 12.01.2015

KutbettinO@t-online.de  
Uluslararası ve Gazeteci ve Yazar. 

9 Ocak 2015 Cuma

TERRÖRİZMİN TEDAVİSİ...




Dr.İsmet Turanlı

Sene 70 li yılların sonuydu. Terrörist faaliyetler azıtmış, her gün 30 a yakın sağdan soldan gençler karşılıklı birbirlerini katlediyorlardı. Gerek siyasiler , gerekse asker kararlarıyle, eylemleriyle duruma hakim olamıyorlardı. Ecevit hükumetleri, muhalefet partileri acizlik içinde idiler. Ben ilim adamı duruşumla kafa yoruyor, saldırganlık mevzuundaki literatürü tetkik ediyor, Orhan Veli’ye nazire, toplantılarda kürsüye çıkıp şöyle haykırıyordum. Bir taraftanda duygusal açıklamalar yapıyordum. Şimdi o günleri düşününce boyumu aşan çalışmalar yapmıştım.

‘’ Dokunabilirmisiniz gözyaşlarıma KURŞUNLARINIZLA?’’ diyordum. Kimler vardı o zamanlar dostlarım. Milliyet gazetesinden Türkiyeden kaçıp gelen Örsan Öymen, Brükselde gene Milliyetten Mehmet Ali Birand. Milliyetin Köln temsilcisi Orhan Türel.

 Evvela Hayvanlardaki saldırganlıklar hakkında ilmi araştırmalara mehaz olarak SOZİALBİOLOJİ kitabını hatmettim. Sonra Filozof ERİCH FROMM’un ANATOMİE DER MENSCHLİCHEN DESTRUKTUVİTAET ( insanın saldırganlığının Anatomisi ) analizi kitabını tetkik ettim. Ve Terrörizmin tedavisi adında 100 sahifelik ilmi bir manuskrip hazırladım. Bizdeki siyasilerin, eli kalem tutanların problemin derinliğini farkedemediklerini, sosyologların ilmi analizine ihtiyaç olduğunu farkettim.

Daha, daha AGGRESSİON (Saldırganlık) mevzuundaki yabancı yayınları gözden geçirdim. Nihayet Mehmet Ali BİRANDile Kuşadasında buluştum. Orada , Hacettepeden kıymetli dostum Prof. Yılmaz Sanaç’ta vardı. Birlikte yemek yemiş, Mehmet Alinin hazırladığı 12 Eylül kitabına katkımı sağlamak için Manuskriptimi vermiştim. O kitabı hazırlarken Demirel ve Ecevit’te kendisine 150-200 sahifelik yazılarıyle katkıa bulunduklarını söylemişti. O kitabındaTerröristin Anatomisi hakkındaki bölümünü benim yazımdan almıştı.

İnsanlardaki davranış ları (BEHAVERİSMUS) izah eden teorileri SKİNNER ortaya atmıştı. Keza Sosyolog KONRAD LORENZ’in Aggression teorileri vardı. FREUD’da Agression ( Frustration ve Aggression theorisi) tabirini izah ediyordu. İnsanlardaki instiktiv insanları ölüme götürme geninin varlığından bahsediliyordu. Köpek balıklarında mevcut olan bu genin Geyiklerde ve Ceylanlarda mevcut olmadığı iddia ediliyordu. Bu TRİEB’İn politik ve sosyal etkileri, psikoanalitik analizleri saldırganlık hakkındaki düşüncelere aydınlık sağlıyordu. Bu instiktin beyinlerdeki neuro-fizyolojik temelleri araştırılmıştı. İnsanlar avcılıkla öldürme kabiliyetine haizdi. Sonraları harplerle insanoğlu saldırganlığını sürdürmüştür bugüne kadar. İşte son günlerde ki Paristeki katliamlara kadar. FREMDENHASS (Yabancı düşmanlığı) (XENOPHOBİE), Sadismus, Hitlerin antisemitusmus, Stalinismus örnekleri gibi.

Leningraddaki Eremitage müzesinde büyük ressamları REPİN’in eski harplerin sonunda kellerden yapılmış türbeleri tablolosu beni irkiltmişti. Mesela Cengiz Hanın. Madride El Prado müzesinde gördüğüm GOYA’nın bir asinin bir manga asker tarafından kurşuna dizilirken seyircilerin gözlerindeki dehşet keza beni çok etkilemişti. Kadim dostum Fikret Otyamın sergisine İnöniye arz ettiği bir askerin süngüsüyle yaşlı ihtiyar bir kadına saldırıken fotoğrafı hatırımdan çıkmıyor.
Gelelim teröristin anatomisine. Mehmet Ali 16 yaşındaki Ferhat Tüysüzün ifadelerini kitabına almıştı. Merak edenlerin 12 Eylül kitabını okumalarını tavsiye ederim. Bir parmağın tetiğe değmesinin insanda nasıl saldırganlığı, öldürme hissini gıdıkladığı psikologlarla İZAH EDİLMİŞTİ.

Türkiyedeki terrörizmin temelinde yatan KÜRT SORUNUNU da o zaman yazmıştı. Bu hususta ona yardımcı olmak için Brüksele gidip kendisine 10 yakın yabancı neşriyatı vermiştim. Minorskynın. Nikitin v.s. Bundan seneler çnce Fethullah hakkında yazdıklarıda bugünlerde yayınlanınca onun ne derece ileri görüşlü bir gazetci olduğu anlaşıldı. Bende 6 sene önce Diyarbakırdaki Kürt hekimler konferansından sonra Fethullahın universitelere nasıl öbeklendiğini yazmıştım. Cumhuriyetten Hikmet Çetinkaya Fethullah hakkında kitablar yayınlamıştı.

Geçen sene Pariste Fransız akademisi Kanadalı bir profesöre Laparoskopideki katkıları için bir tören hazırlamıştı. Bu mevzuda dünyada , ta 1958 de yaptığım araştırmalardan dolayı, benide duayen olarak davet etmişti. Gare de Lazarre’n karşısındaki kahvede kahvemi yudumlarken 3 PKK lı genç kadının katledildiğini öğrendim. İçim sızladı o genç özgürlük savaşcısına.

Parist4n bir hatıramda 1958 de Sorbonn daki Kürdoloji enstitüsünün kurucusu Kamuran Bedirhaanı ziyaret etmiş, 1964 de ,ise o Bonn’a gelip Alman hükumetinden Kürt gençlerinin Almanyadan burs alması için girişimlerde bulunmuş ve benden Türkiyedeki Kürt universite mezunlarının doktora yapması için sağladığı bursa layık on gencin adını vermemi istemişti.

Bir başka hatıratımada burada değinmek istiyorum. 1944 de zannediyorum Lalelide MUSA ANTER’in FIRAT talebe yurdunda Kemal BADILLIyı abimin tanıştırması. Kürtçe-Arapça bir lügat hazırlıyordu. Geçenlerde vefat haberini aldım üzüldüm. Kimler geldi, kimler geçti yaşamımda, o güzel insanlar. Lozan da İsmet Vanlı, Stockholmde ilmiaraştırma yapıp yayınladığım Dr.Salahattin Rastgeldi,nihayet kuzenim, kürt sorununa çare arayamak kurduğu partisi ile tanınmış HEMREŞ (Hamdi Turanlı).

1980 yazdığım Terrörizmin tedavisi Manuskriptimi bulursam arşivimde, yeniden yayınlamak isterim.

Ben Paristeki katliamın bir başlangıç olduğunu tahmin ediyorum. Annem derdi ki ‘’ Oğlum beterin, beteri vardır’’. Korkarım beterin beterinleri yaşayacağız, insanlardaki bu AGGRESSİON instinkti olduğu müddetçe.


 Köln, 08.01.15

6 Ocak 2015 Salı

DAVOS’un Hatırlattıkları…




Dr. İsmet Turanlı
DAVOS,  isviçre’nin en tanınmış kış sporlarının yapıldığı bir şehirdir. Ben de bir davete icap ederek bir hafta geçirdim. 40-50 senedir kış sporları yapmak için İsviçre’ye giderdim. Artık bu yaşta ( 85) kayak sporu yapacak halim yoktu. Fakat senelerdir sürdürdüğüm günlük yarım saatlik yüzme sporunu ihmal etmedim.

 Yılbaşına yakın bir haftada ”SPENGLER BUZHOKEYİ”  karşılaşmaları için dünyanın en başarılı takımları DAVOS’ta buluşurlar.

Ocak ayında da dünyanın en önde gelen ekonomistleri, devlet adamları , medya temsilcileri, sosyal alemden tanınmış şahsiyetler DAVOS EKONOMİ HAFTASINDA buluşurlar. Hani Erdoğan’ın ONE MİNUTE çıkışı yaptığı toplantı; ‘Bir daha benim için DAVOS yok‘‘ demişti. Yeni başbakan Davutoğlu ise bu seneki toplantıya katılacağı kararını aldı.

Davos’un havası akciğer hastalıklarının tedavisinde en uygun bir yer olması hasebiyle evvelce burada çok sayıda sanatoryum vardı. Bugün verem tedavisinde yapılan gelişmeler sayesinde artık o klinikler kapanmış. Şimdilik tek bir hastane mevcut. Bir eski sanatoryum yıkılmış, yerine son modern İntecontinantal oteli yapılmış. Türkiyenin tanınmış Oteller zincirini Dünyanın her tarafında kurmuş olan Tamince burada da yeni bir RİXOS otelini restore etmiş.

 DAVOS VE ATATÜRK

Davos diyince otomatik olarak ATATÜRK’ü hatırlamamak mümkün değil.

Atatürk’ün gençliğinden beri sevgilisi olan FİKRİYE verem hastası idi. Onu tedavi için Davos’a gönderdi. Kilinik Cecil“de Fikriye hanım bir sabah yatak komşusunun okuduğu gazetede Atatürk’ün resmini görür. Atatürk’ün Fethiye  hanımla evlendiğine dair bir haber vardı. Fikriye çılgına dönmüş, Zürih üzerinden trenle Ankaraya döner. Çankaya köşküne çıkar. Fethiye hanım onun gelmesinden çok rahatsız olur ve Atatürk’ten onu kovmasını ister. Hatta bir gün Fethiye’ye hitap ederken Fikriye diye seslenince, Fethiye’nin kıskançlığı son dereceye varır. Atatürk yaverlerine emir verip Fikriye’yi köşkten uzaklaştırır. Genç kadın senelerce her türlü ihtiyacını karşıladığı, hizmet verdiği sevgilisinin bu muamelesine çok üzülür ve şehre inmek için bindiği faytonda çantasında taşıdığı tabanca ile intihar eder. İddia edilir ki, Atatürk’ün o anda kılı kıpırdamaz. Tıpkı senelerce onu koruyan Topal Osman’ın öldürülmesi anında da... Anafartalarda da ‚‘askerler! sizi ölüme gitmenizi emrediyorum‘‘ demişti. Şöyle bir düşündüm de Atatürk’ün emriyle kaç bin insan hayatını kaybetmiştir.

Trablus’ta İtalyanlara karşı savaş için gittiğinde göz hastalığına yakalanır. İskenderiye’de yapılan tedaviden netice alamayınca bir gemi ile Marsilya üzerinden Viyanaya gider ve bir gözüne protez takılır. Bilmem hangi sebeple bu hadise Türkiyede’ki tarihçiler tarafından bahsedilmez. Atatürk şehla bakışlı derler. Fakat o zaman çekilen filimlerde ve fotoğraflarında bu durum belirlidir. Atatürk Osmanlının müstevli olduğu yerlerde muharebe kazanamaz. Ancak Rumların, Rusların, Ermenilerin, İngiliz , Fransız ve İtalyanların müstevli olduğu yerlerde savaşları kazanmıştır. Çünkü arkasına milleti alamayan askerler başarı sağlayamıyorlar. Atatürkte Libya’dan, Suriye’den kaçmak zorunda kalmıştır. Gerçi Çanakkale’de binlerce Mehmetciğin şehadeti ile başarı sağlamışsa da , sonradan Mütteffiklerin İstanbulu istilasına mani olamamıştır.

 Asıl en büyük hatayı, İstiklal mahkemeleri kurarak binlerce insanın adaletsizce idamını emretmiştir. Hatta en yakın savaş destekçisi arkadaşlarını da o istiklal mahkemesine göndermiş, Kazım Karabekiri, Rauf Orbayı, Ali Fuat Cebesoyu yaşamı zindan ettirmiştir.

 Lozan’da İsmet Paşa ‚‘ Biz savaşı Kürtlerle birlikte yaptık, devleti de onlarla beraber kuruyoruz‘‘ demesine rağmen, Atatürk ikinci anayasada Kürtleri inkar etmiş ve birlikte yaşamı sağlayan dini birliği de Halifeliğin ilgası ile İsyanlar Başlamıştır. Şeyh Sait, Koçgiri, Ağrı ve Dersim isyanlarında on binlerce Kürdün infazını, Sabiha gökçen bonbalayarak gerçekleştirdi. Bütün bu olan bitenleri o günkü şartlarda değerlendirmek gerekir diyen Kemalistler varsa da bana kalırsa HATA, hatadır her devrede. Hitler’in ve Musoli’nin Atatürk hayranlığını Harward Üniversitesinden STEVEN İHRİG ‚‘‘Nazilerin Atatürk hayranlığı‘‘ eseri yeni yayınlandı. Hitler ve Musolini milyonların katline sebep olmaları tek adam hatalarından sayılmaz mı?

 Davos’a , İsviçreye, eski İsviçreli asistanlarımın daveti üzere her geldiğimde tarihi bir tesbit yaparım. İsviçre’de harp yetimi yok. Hudutlarının dışına çıkıp başka milletleri rahatsız eden istila girişimleri olmamış bizim gurula bahsettiğimiz Viyana’ya kadar geldik hamasetli tarihleri yok. Bugün dünyanın en demokratik, en zengin memleketi. ( 80 bin dolar adambaşı geliri olan bir memleket.Her hafta referandumla halk kendileri hakkındaki kararları kendileri veriyor. Dört resmi dil eğitimi var.İşsizlik ve enflasyon sıfıra yakın. Memleket olarakta çok güzel bir yer yüzü parçası. Demek ki ölümler olmadan da, devlet yönetiliyormuş. Gandhi’de ölümlere sebep olmamıştı.

 Bir sosyolog, siyasi tarihçisi oturupta Atatürk’ün kararı ile kaç bin Kürd hayatını kaybettiğini hesaplasa göz yaşlarınızı tutabilir misiniz?. Şimdi Öcalan ve güya Erdoğan yapılan o hataları düzeltmek için bir barış süreci başlattılar. Ümit ederim ki artık ölümsüz bir devreye, barışa kavuşacağız. Ben Atatürk’ün hiçbir evrensel başarısını bilmiyorum. Kemalistlerin tek söylediği köle milletlerin bağımsızlık savaşlarına örnek olduğudur. Fakat Türklerin mutlak bağımsızlık prensibini Kürtlerin bağımsızlık isyanları karşısında kendi prensibine ihanet etmiş, Kürtlere bağımsız bir devlet kurmalarına layık görmemiştir. Güneş-dil teorisi, laiklik bahanesiyle (ladini devlet modeliyle) müminlere eziyet edildi. Bir müddet Türk musikisini bile yasaklattı. Beyaz hususi treni, Savarona yatı ( fakir milletin kursağından kestiği vergilerle dünyanın en pahalı , en büyük yatı ) aldırmış. Falih Rıfkı 15 sene yanında bulunmuş bir Atatürkçünün ‚‘Çankaya ‚‘ adlı eserinin 546 ıncı sayfasında şöyle der. Atatürk stratejisi kuvvetli , fakat neticede bir Osmanlı subayı idi‘‘

 Erdoğan’da,  Roboski’de yaşamını kaybedenlere 123 bin TL ön görürken , Mavi Marmara’da yaşamını kaybeden Türklere, İsrail’den 10 milyon dolar istemiştir. Türklere verdiği bu ”değer” utanç vericidir.


 Davos. 5.1.14