17 Aralık 2015 Perşembe

“FIKIH İSLAMI” - ORİENT TV VE KÜRTLER...



Mihrac Ural

Suriye'de YPG ve doğrudan Kürt düşmanlığının ana kaynağı Türkiye'de de olduğu gibi dinci çevrelerdir. İŞİD'in de Nusra Cephesinin de ÖSO ve diğer terör şebekeleri selefi cinayet girişimlerini de ağır tarzda Arap ırkçı-milliyetçi yayılmacı olduklarını belirtip, bu çevrelerin geleneksel Kürt düşmanlığını en ağır biçimde sürdürdüklerini belirteceğim. Özellikle son Haseki- Malki beldesinde yapılan “Demokratik Suriye Meclisi” toplantısının, Riyad'ta yapılan ve eli silahlı terör şebekelerinin çoğunluğu oluşturduğu toplantıya muhalif olarak belirmesi, Suriye yönetimine düşman bu çevrelerin ağzı salyalı bir azgınlıkla Kürtlere saldırmaya başladığını görmekteyiz. Kimi muhalifler, hakim oldukları bölgelere YPG'nin girişini yasaklaması ve Kürtleri kendi beldelerinden tehcir etmeye çalışması bu çevrelerin sözcüsü olan Orient News kanalından kesintisiz bir propaganda olarak verilip, tüm terör çevreleri bu yönde kışkırtılmaktadır.

DEMOKRATİK SURİYE MECLİSİ” VE TERÖR

Demokratik Suriye Meclisi” adlı meclis bir muhalif meclistir, aralarında yurtsever olmayan şiddetten yana kimi marjinal grupları da içermektedir. Ama bu meclis ülke özgürlük ve demokrasiyi, ülke bütünlüğünü savunan ve dış müdahaleye kesin karşı olan duruşuyla siyasal çözüm için en uygun olan meclistir. Bu meclis aynı zamanda Kürtlerin haklarını anayasal güvencelerle bağlamak isteyen Suriye mozaiğini temsil eden yapısıyla (özellikle başkanlığına "buğday dalgaları" hareketi başkanı barışçıl demokrat muhalif Heysem Mennah'ın getirilmesi, yakın dönem Başbakan yardımcısı Ekonomi Bakanı (23 Haziran 2012 – 29 Ekim 2013) SKP’li komünist Kadri Cemil’in de olması) dinci terör şebekelerinin korkunç tepkisine yol açmıştır.

Bu meclisin ev sahipliğini yerine getiren PYD-YPG elbette Suriye'deki tek Kürt hareketi değildir, ama en organize en geniş temsilciliğiyle ağırlığı olan bir hareket. Bu harekete yapılan saldırı tüm Kürt halkını hedef almış demektir. Uzun zamandır yaptığım gözlemlere dayanarak söyleyebilirim ki Orient TV kanalı YPG yi her zaman Esad'ın dostu, göstermeye çalışmıştır. Suriye ordusuyla YPG arasında ciddi hiç bir çatışma olmamasına karşın esir askerlere çok iyi muamele edilerek ailelerine tekrar emin yollarla ulaştırılmalarına karşın lokal çatışmalar da oldu. Bu durumda her iki taraf vatanseverce davranarak sorunları çözdü. Ama bu lokal çatışmalar da bile Orient TV kanalı YPG güçlerini Suriye ordusunun yedek gücü olarak yansıtmaya çalıştı. Demokratik Suriye Meclis toplantısından sonra ise tam çözülerek pervasız saldırılarını yükselttiler; ağır suçlamalar kadar askeri önlemler bile alınması için çağrılar yapılmaya başlandı.

Olayın gerçeğinde ise Kürtleri Riyad toplantısına çağırmayan kendileri, dışlayan, öteleyen, horlayan hep kendileri. Çünkü bunlar ırkçı-milliyetçi yayılmacı olarak farklı etnik varlıklara asla tahammül etmezler. Bakmayın “İslam ümmeti” demelerine, bunların ümmetleri ırkçı- yayılmacı Arapçılıklarıdır.

Bilenler için her şey açık. Bunu defalarca yazdım Suriye ordusu ve YPG düşman değildir ortak vatanın iki önemli gücüdür ve er ya da geç ortak mevzide teröre karşı savaştıkları gibi yeni Suriye'nin kuruluşuna birlikte katkı yapacaklardır. Bunu çok iyi bilen terör şebekeleri kendi kanallarında akıl almaz suçlama ve askeri önlemlerle Kürt halkına karşı ırkçı-milliyetçi yayılmacı kin gösterilerine bu son dönemde büyük bir ağırlık verdiler. Bunun bir boyutu da diktatör Erdoğan ve kıyımlarına destek olduğu açıktır.

Demokratik Suriye Meclisi terörden uzak duruşu özgürlük ve demokrasiyi ve Kürtlerin anayasal haklarını savunması dış müdahaleye karşı çıkışıyla gösterdiği vatansever çizgi, tüm terör güçleriyle arasındaki kırmızı çizgileri güçlendirmiştir. Bu ise tüm terör şebekelerini ve medyasını çıldırtmıştır.

FIKIH İSLAMI” VE TERÖR

Din istismarcıları diyelim, isteyen dinin kendisi desin sonuç itibariyle dünyanın her köşesinde terör ve İslam artık bir bütün olmuştur. Din bu ithamdan kurtulmak için de hiç bir şey yapılmadığı açıktır. Din erbabının sarf ettikleri her cümle bunu daha da bir bataklık haline getiriyor. Din adına şunları bile söylemekten çekinmeyenler az değildir; "Beni Kurayza aşiretinin bine yakın adamının kafasını eliyle kesen peygamberimiz değil mi? Peygamber efendimizin yaptığı işler “sünnet” ise buna karşı neden tepkilisiniz" demeleri burada daha da bir anlam taşıyor.

En iyimseri “ İŞİD’in yaptığı kelle kesmeler dine aykırı değil bunun nedeni İslam fıkhıdır. Bu fıkıh farklı kaynaklardan beslenir ve bundan dolayı da kaynaklarından biricik olanı değil, biri olan Kuran’ı ikincil görür. Çünkü “Fıkıh” yaşayan İslam’dır ve kaynakları ( Sünnet, Hadis, Kuran, icma, Kıyas.. vb) birden fazladır. Böylece ikinci plana düşen Nas (Kuran) artık İslam’ı değil o gün hakim olanların isteğine göre şekillenen bir din haline gelir.” Bu izahta kelle kesme ve İslam dini arasında hiçbir fark bırakmayan din adamlarının terörün dünyadaki ana kaynağının İslam olmasına önemli bir katkı sağlamış oluyorlar. Buradan hareketle İslam fıkhı yerine ben “Fıkıh İslamı” tanımını daha uygun gördüğümü belirteceğim. Suriye’de tüm dinci akımlar terörde anlam bulan vahşetin ırkçı-yayılmacılığın biricik kaynağını oluşturuyorlar. Baas milliyetçiliği ve olduğu kadar taşıdığı ırkçılığı bunların karşısında bir hiç kalır.

Bu çevreler özelliklede Arap olunca, Peygamberimiz Arap, dinimiz de Kuran'ımız da Arapça, cennetin dili de tüm insanlar için Arapçadır der dururlar. Emevi imparatorluğuyla doruk yapan bu ırkçı yayılmacı milliyetçi algı her zaman İslam’ın Muaviye şeriatı kanatları altında beslenip yürümüştür (Fıkıh İslam’ı burada en olgun haline gelmiştir, tam da sultanların istediği dünyevi maddi çıkarlar için bir şiddet dini).

Diğer İslam mezhepleri Arap olsalar bile ezilmiş dışlanmış kıyıma bile uğramıştır (Arap Alevileri bundan en ağır payı alan kesimler olmuştur ve bu nedenle Aleviliği kendine kimlik olarak Arap olmaktan daha fazla taşıma eğilimi gösterirler) Bu algı Baas partisiyle nispeten yumuşatılmış ise de "Ümmeton Arabiyaton vahida, zat-i risale-i halide" denilerek yayılmacılıktan bir adım geri atıp kendini sadece Arap ülkelerinin birliği düzeyine düşürmüştür. Ancak bu her bir Arap ülkesinde ( özellikle iktidara geldikleri Irak ve Suriye'de) diğer etnik dokulara karşı kültürel ağır milliyetçi baskı ve Araplaştırma şeklinden kurtulamamıştır. Suriye’de özellikle dinci Arap aşiretlerinin kışkırttığı mera, su kaynakları gibi alanlarda iç yayılmacı Arap kemeri bunun ifadesidir. Ancak bunlar da artık tarih oldu yeni koşul ve Kürtlerin tüm haklarının anayasal güvence içinde olması ve Kürt halkını koruma birliklerinin(YPG) artan rolü atlanamaz durumdadır. Tümüyle dinci terör şebekesi olan İŞİD, NUSRA, ÖSO ve türevlerinin değişmeyen kanaatleri Kürt düşmanlığı, Arap ırkçı-milliyetçi yayılmacılığıdır.

SONUÇ

Orient TV kanalı, azılı bir Kürt düşmanı kanaldır. Bu satırların yazarı her zaman Arap ırkçı-milliyetçi yayılmacılığını ve bunu temsil eden siyasal medyasal etkinlikleri şiddetle lanetlenmiştir. Çünkü terör ve ırkçılık ikiz kardeştir. Bunu en iyi Türkiye’de bu dinci soytarı diktatörün yaptığında görmek zor değildir. Bu kirli bir algı ortak vatanda barış içinde kardeşçe yaşama şansını yok eden algılardır. Suriye’yi yakıp yıkan terörün kaynağında da bu yönelimler bulanmaktadır. Suriye’deki kanlı kıyımların sorumlusu olan terör şebekelerinin sözcüsü olan bu kanalın sahibi, Arap ırkçısı bir İdlipli Suudi-Haliç sermayedarı Ğassan Abbud'tur. Kirli ve karanlık sermaye birikimleriyle Esad yönetimine yağ çekerken gördüğü itibarsızlık üzerine kendine benzer çevrelerle birlikte olmayı muhalefet yaparak terörü desteklemeye başlamıştır.

Suriye olayları başlar başlamaz yayın faaliyetini ülkeden çıkararak akıl almaz abartı yalan demagojilerle kaosu, terörü desteklemeye başladı ; "kim olursanız olan ne yaparsanız yapın yeter ki Suriye devletini yıkınız" aklıyla çalışan bu kanal terörün ırkçılığın simgesidir. Bu gün yapmakta olduğu Kürt düşmanlığı ise olayları yakından izleyenler için çok boyutlu anlamlar taşımaktadır.

Son cümlem de şudur; tekrarla belirteyim Beşşar Esad’ın da liderliğinde tüm yurtseverlerin amacı haline gelen Demokratik Suriye direnişi terörü hezimete uğratacak haklı tek algıdır.

* 6 Aralık 2015 / Çarşamba- Türkmen dağı


10 Ekim 2015 Cumartesi

NECLA ÖLDÜ...




Mihrac Ural
Bugün Ankara’da, zalim ellerin diktatör Erdoğan’ın açıkça sorumlu olduğu hatta istihbarat teşkilatlarından bağımsız olması mümkün olmayan bu kanlı eylemde, çocukluğundan tanıdığım büyüyünce de ”Mukaveme Suriyyi’nin” bir militanı olarak doğduğu anavatanına gelip bizimle vatan savunmasına katılan Necla Duran şehit oldu.


Necla Duran, kadim dostumuz merhum Ebu İsa’nın kızıdır. Annesi Suriyelidir, Cisir el Şuğur – Kitrin köyündendir. Sınır köyü olun bu köyde 12 Eylül 1980 askeri darbesi ardından Suriye geçen on binlerce devrimciye ev sahipliği yapan bir köydür. Bu köy, 1980’li yılların kasvetli mücadelesinde direndiği gibi, bugün de, en acımasız savaş koşullarında ”Mukaveme Suriyyi” saflarında direnişini yükseltti. Onlarca şehidi olan, Kitrin köyü, Finikelilerden bu yana, yerli halkın yerleşim birimleri olarak, zengin tarihiyle, zengin direnme kararlılığıyla tanınır; Necla Duran, işte bu köyün kızıdır.

Necla, annesiyle, Antakya’da yaşadı, orada okudu, büyüdü... Ama yüreği, Suriye için çarpıyordu, anavatanı zor günler geçiriyordu, onun acısını taşıdı, durdu. Yanımıza geldi...
Mukaveme Saflarında mücadeleye katıldı. Görevi bitince ülkeye döndü. Suriye için nerede bir etkinlik varsa Necla’da oradaydı. Mücadele ve direniş kızı bu yolda şehit oldu. Onurlu yaşadı başı dik mücadele etti ve şehit kervanına katıldı.
Necla Duran, örnek bir Suriyeli kızdır. Uygar ve vatansever duruşuyla anılırımızda kalacaktır


(*) 10 Ekim 2015 / Cumartesi - Kesap

4 Ekim 2015 Pazar

Half Al-Cebil: Dağ arkası!



Faiz Cebiroğlu

Half Al-Cebil, Arapçadır, dağ arkası oluyor. Half Al-cebil, Antakya, Dursunlu köyündedir. Bu dağda, yani bu dağ arkasında babam yaşardı. Babam, Fadıl babam. Babam, ”iki tabancalı” babam! Babam, ”hudutlarımızı” işgal edenlere karşı, tek başına karşı çıkan babam: Fadıl babam, ”iki tabancalı” Fadıl babam! Bu, ”Fenkten” gelenleri kovaladık, diyen babam.

Lübnan'da, İsrail siyonizmine savaşırken, ölüm haberini aldım. Yalnız ben değil, Lübnan cephesi ağladı. Yalnız Lübnan cephesi değil, Lazikiye cephesi ağladı. Yalnız lazikiye değil, Live İskenderun / Dursunlu cephesi ağladı.

Babam, ”iki tabancalı babam.”

Babam, Fadıl babam, Suriye çıkışımda son parasını verdi. Son sarıldı, pir sarıldı!

Babam, ”iki tabancalı babam.”

Sordu: ”Son gidiş mi?”

Kimbilir dedim, Arapça ile...

Gider, gelmezsin, biliyorum. Dedi.

Haklı çıktı, babam, iki tabancalı babam!

Niye iki tabancalıdır?

İki tabancalı babam, tabanca nedir bilmez, ama tabanca misali emsaller bulur, yanlarına koyar ve meydana çıkardı!

Çok oldu ve hikayesi var, bunu da yazayım:

Bir gün, Antakya, Dursunlu Köyü, Half al-cebil'de, Fadıl babam, tek başında, bir bakıyor ki, Liva İskenderun'a bağlı, Fenk ya da Enek çobanları, Half al-cebili basıyorlar... Tek başında, Half al-cebil'de, babam, iki taştan, iki tabanca buluyor ve yanlarına koyuyor:

Kan dökülmeden, def-olun!!!! diyor.

Çekildiler...

Sonra, dava geldi:
Fadıl Cebiroğlu, tabanca çekmekten yargılanacak” diye.

Fadıl babam gitmedi, bu mahkemeyi de tanımadı.

Yıllar sonra aklıma geldi, babam, Fadıl babam, half al-cebir arkasindaki babam. Dağların arkası babam.

Dağların arkası, özgürlüktür babam!


Fadıl babam: iki tabancalı babam!

27 Ağustos 2015 Perşembe

Receb'e karşı, tek cephe!





Demir Bilgin

Türkiye'de, 1 Kasım 2015'te, tekrari seçimler yapılıyor. Tekrari seçimler, Receb'in saltanatını ilan edip etmeyeceğinin son seçimidir.  Recep, kan, daha kan  dökerek, döktüğü kanlardan oy alacağını sanarak, tekrari seçim istedi. Bizler de, bu tekrari seçime karşılık, Receb'e karşı, tek cephede olmalıyız. Tek cephede, Receb'e geçit yok, demeliyiz. 1 Kasım 2015 seçimlerinin ana halkası budur. Bu ana halkadan kalkarak, Receb'in son ”zayıf halkasını” kırmalıyız! Receb'e karşı tek cephede ve HDP içerisinde yer alarak, Receb'in saltanatına yok demeliyiz! Başka seçenek var mı? Yoktur!

HDP, eleştirilir. HDP beyenilmeyebilir. Bu ayrı bir tartışma konusudur. Ama Türkiye'de, şu an, Receb'i durduracak tek güç HDP'dir. Önümüzde iki seçenek vardır: Ya Receb'in şeriatı ya da şeriata karşı ilerici duruştur. Başka seçenek var mı? Yoktur!

Tek seçenek, Receb'in şeriatına karşı, tek cephede birleşmektir. Tek parti ve tek cephe: HDP ve ezilen tüm Anadolu halkları oluyor. Receb'i ve hayalindeki saltanatı yıkacak cephe budur. Başka seçenek yoktur.

Bu perspektiften kalkarak notlarımı yazıyorum:

Bir: 7 Haziran 2015'te, padişah olmayı arzulayan Receb'i, HDP engellemiştir. 6 milyon oy ve 80 Milletvekili ile, HDP, Receb'in saltanatına ”dur” demiştir.

İki: Receb, 7 Haziran'da elde edemediği saltanatı, tekrari seçimler ile, 1kasım 2015'te elde etmeyi sanıyor. Buna hep birlikte dur demeliyiz.

Üç: Seçimlerin 1 Kasım'da yapılması, manidardır. Arkadaşım Faiz Cebiroğlu, tekrari seçimlerin 1 Kasım'da yapılmasının altında yatan gerçekleri tarihi bilgisi ile bizlere sundu:

”1 Kasım 1922'de, Türkiye'de padişahlık kaldırılıyor. Recep, 7 Haziran 2015'te elde edemediği saltanatı, 1 Kasım 2015'te yapılacak ”tekrari seçimler” ile ilan etmek istiyor...”

Bu önemli ipuçları ile, Receb'e karşı tek parti ve tek cephede birleşmemize yetiyor.

Seçenek ikidir: Ya gericilik ya da ilericiliktir!

Gericilik, Receb'in, İŞİD'vari oyunları ile, toplumsal tarihimizi, feodalizme ve şeriata götürmek oluyor.

İlericilik, İŞİD'çi Receb'e karşı, insan toplum tarihini ilerde tutmak oluyor.

1 Kasım'da yapılmak istenen seçimlerin ana halkası budur. Kürdistan'da ve tüm Anadolu'da bu ana halkadan çıkan ve çözümlemesi gereken baş sorun / baş çelişki de budur: Ya gericilik, ya da ilericiliktir!

Sonuç mu, açıktır: Kürdistan'da ve Türkiye'de kırılması gerek baş çelişki, Receb'in saltanatına dur demektir.

Receb'in saltanatını engellemek için, Tek parti tek cephe diyoruz.

Tek parti, tek cephe: HDP ve ezilen tüm Anadolu halkları oluyor.

Tek parti, tek cephe, Receb'i durduracak tek güç oluyor!


26 Ağustos 2015 Çarşamba

AHMET MİSKİOĞLU'NU DA UĞURLUYORUZ…




Eğitimci, yazar Ahmet Miskioğlu'nu 25 Ağustos 2015’te yitirdik.

Ahmet Miskioğlu 1924 yılında Antakya'da doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Antakya'da yaptı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitirdikten sonra Türkiye'nin çeşitli kentlerinde Edebiyat Öğretmenliği yaptı. Fikirtepe Eğitim Enstitüsü’nde görev yaptı.

Sevecen kişiliği ve çalışkanlığıyla öne çıkan Miskioğlu, Türk Dili Dergisi’nin Moda'daki ofisinde her yaşta aydın insanı tüm sıcaklığıyla kucakladı.

Kentteşimiz Ahmet Miskioğlu geldiği bereketli toprağa geri dönüyor. 27 Ağustos Perşembe günü Antakya Asri Mezarlığı’nda toprağa veriliyor.

Unutulmayacak çalışmaları, bizleri hep aydınlatacak olan Ahmet Miskioğlu’nu saygıyla anıyor, yakınlarına, dostlarına ve Antakyalılara baş sağlığı diliyoruz.


Arif Okay
Bedran Cebiroğlu
Duran Yaşar
Erhan Palabıyık
Halis Açacak
Mesrur Sabahoğlu
Musa Artar
Müslüm Kabadayı
 -----

Haber: Müslüm Kabadayı.

25 Ağustos 2015 Salı

ÖZGÜR GÜNDEM’İ, AYIPLIYORUM!



Mihrac Ural

“SARAY ESADLAŞIYOR” başlığını atan, Özgür Gündem gazetenin hiçbir gerekçeye ve yere oturtulamayacak Esad düşmanlığını şiddetle kınadığımı ifade ederek sözlerime başlayacağım.


Bu başlıkla, Kürt halkı temsil edilemez diyeceğim. Özellikle diktatör Erndoğan’nın yeniden alevlendirdiği “Kürt sorunu yoktur” ırkçılığıyla, savaş tamtamlarının vurmaya başladığı bir anda bu başlık kendi kendini hançerleme, dostlarını yok etmek için AKP yalakalığı yapmaktır. Bu başlıkla kimi uyaracağınızı sanıyorsunuz, bir katil diktatör bozuntusu ahlaksızı mı? On yıllardır Kürtleri kana boyayan iktidarı mı? Esad gibi bir lideri, bilinç altınızın karanlık labirentlerinde “zalim” ilan ederek,  gerçek katil diktatör Erdoğan’a ne uyarısı yapmaya çalıştığınızı sanıyorsunuz, anlamak zordur...

Bu başlıklarla ve önceki kin ve düşmanlık kokan Esad fobinizle gerçeği hiç bir zaman halka yansıtamazsınız. Esad, Kürt halkının dostudur, bunun tarihsel tanığı benim başkan Öcalan'la, birlikte yaşadığımız 18 yılın her anının tanığı benim. Suriye, Kürtlerin güvenli limanıdır. bölgenin tüm devletleri Kürtlere karşı birleştiği bir kesitte bile, Kürtlere sahip çıkan Suriye'dir. Saddam ve Kenan Evren kıyım yaptığı kesitte (1980’ler), Irak Kürtlerini liderlerinden halkına kadar, Türkiye Kürtlerini liderlerinden halkına kadar kucaklayan tek ülke Suriye’dir. PKK’nin beka kampları geçiş güzergahlarında özgürlüğü başkanın korunması yerleşimi ve zırhlı araçları hep Suriye’nin sunumudur. Bilmeyeniniz varsa, bunu değerli arkadaşlarım Murat Karayılana ya da Cemil Bayık’a sorsunlar.

Bu nedenle de, 1980'li yılların Serxwebûn’da çıkan Hafız Esad'ı yere göğe sığdırmayan tahliller gündeme gelmişti. Sakın “dün dündür bu gün bu gündür” demeyin o ekolun lideri aramızdan göçeli çok oldu.

Bu gün Suriye ordusunun teröre karşı tek ve gerçekçi savaşını ve YPG ile dayanışmalarını hatırlayın. Sıkışınca, Salih Müslum’ün bile “Suriye ordusunun bir bileşeni oluruz” diyerek kendini meşrulaştırma ve koruma açıklamaları, size çok şey anlatmalıdır. Başkan Öcalan’ın, Cemil Bayık'ın açıklamalarını, KCK liderlerinin açıklamalarını izleyin, bir teki, Suriye düşmanlığı yapmazken, sizin bu akıl almaz düşmanlığınızı ne ile izah edeceğiz?

Bu, sizin yaptığınız ayıptır. Avrupa’da oturmanın rehaveti içinde “AKP kuyrukçuluğuyla” suçlanmanıza yol açan açıklamalarınızla çözüm süreci diye iflas etmiş hengameye enerji taşımanızla yaptığınız şey,  Kürt halkının temsilciliği olamaz.

Kendi adıma Kürt halkının dostu olmayı, ilkelerim ve doğrularım gereği sonuna kadar sizin gibi iğrenç başlıklarla ve içten içe taşıdığınız fobilere karşın Kürt halkının, Suriye dahil her alanda hakları için mücadeleye devam edeceğim.

Özgür Gündem bir gazete, olarak elbette çok önemli görevler yaptı. Yapmaya da devam edecektir. Ama bölgenin bu en önemli meselesinde, Esad’ı, diktatör Erdoğan’a benzetme çabanızı ya da kimyasalları diktatör Erdoğan kullanmışken, Esad’ı suçlayan başlıklar atmanızı, bir yere koymanın mümkünü yoktur. Bu kadarla yetineceğim.

Ayıplıyorum!

Kürt halkının yeni düşmanlara ihtiyacı yoktur. Düşmanı Yeni-Osmanlıcılardır. Açılım süreci aldatmacasını bir seçim kumpası haline getirenlerdir. Bu oyunlara geldiğiniz artık yeter. Yaklaşan seçimlerde bizler yine HDP’yi destekleyeceğiz. Tüm halkların demokratik algılarına enerji taşıyacağız. Siz de en azından bizlere saygı gösterin, Esad gerçeğini AKP mazgalından değil, bölge halklarının direnen safları arasından,  bakarak değerlendiriniz diyeceğim.
----
25 Ağustos 2015 / Salı - Lazkiye


21 Ağustos 2015 Cuma

LORCA(*)





Macid Ebu Goş

Çingeneler,  buradan geçti
Ve şarkıları hüzünlüydü.
Çingeneler,  buradan geçti
Ve ruhları yorgundu!

Deniz Granada’dan uzak
Ve tarlakuşları uzaktır
Ve buğday şarkılarda inlemiyor!

Ramallah’a giden yol kapalıdır
Ve lavanta çiçeğine
Kurşun sıkanların
Yüzleri karaydı!

Fedrico,
Beyaz bulut Granada üzerinde
Ayın göğsünde saklanıyor!

Fedrico,
Sonra kara atlar

Pencere arkasında bekliyor!
Ramallah / 2006
----------------------------


*Filistinli şair Macid Ebu Goş. Türkçe  çeviri: Faiz Cebiroğlu.

3 Ağustos 2015 Pazartesi

TBMM'yi nasıl bilirsiniz?..






Fikret Başkaya
                                                                                                                                                                                                           "Güvenliği özgürlüğe tercih                                                                                                                                                                                                eden, sonunda her ikisinden de olur"
                                                                                                                                                                                                                     Benjamin Franklin

Suruç katliamının ardından terörün tırmandırılması, bu fırsatı ganimete çevirmek isteyen geçici AKP hükümetinin tutuklamalara ve İŞİD'le mücadele adı altında PKK mevzilerine bombardımanlara girişmesi üzerine, HDP, TBMM'yi acilen toplantıya çağırdı. Fakat sayısı yeterli olmadığı için (110 milletvekilinin müracaatı gerekiyormuş) dikkate alınmadı. Tabii bu, sayısı yeterli olsaydı dikkate alınırdı demeye gelmiyor. Zira, HDP'den gelen hiç bir talep dikkate alınmazdı... Çünkü 'yok sayılıyordu"... Daha sonra CHP devreye girdi aynı çağrıyı yaptı ve "toplumsal barışı tehdit eden artan terör olaylarının nedenlerinin araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis Araştırması açılmasına" ilişkin verdiği önerge, AKP ve MHP oylarıyla reddedildi.

Şayet komisyon kurulsaydı beklenen amaç hasıl olur muydu? sorusu da haklı olarak akla gelmiyor değil, zira, bu güne kadar oluşturulan Meclis Araştırma Komisyonları hiç bir anlamlı sonuca ulaşmadı. Malûm, Türkiye'de "işi komisyona havale etmek" diye bir deyim var. Komisyona havale edilen "savsaklanır, unutturulur, üstü örtülür " demeye geliyor... Meclis tarafından olup-bitenlerin mahiyetini araştırma, durumu netleştirme ve gereğini yapma talebinin geri çevrilmesi, bende TBMM hakkında kısa bir yazı yazma düşüncesini çağrıştırdı. TBMM gerçekten nedir? Aslında kimin TBMM'sidir? Ne işe yarıyor? TBMM'ye dair tevatürle gerçek durum arasında nasıl bir ilişki var... gibi sorular ister istemez akla geliyor...

Bizde Parlamento anlamında ilk Meclis, II. Abdülhamit'in tahta çıktığı dönemde, 19 Mart 1877'de 'Meclis-i Umumi' adıyla açıldı. Meclis-i Ayan ve Meclis-i Mebusan'dan oluşuyordu. (1) Fakat uzun ömürlü olamadı. Zaten Abdülhamit Meclis-i Umumi'nin açılmasına kerhen razı olmuştu. 93 Harbi'ni bahane ederek, 14 Şubat 1878'de Kapattı. Otuz yıl sonra, 17 Aralık 1908'de Jön Türk (İttihatçı) darbesiyle yeniden açıldı. O da İstanbul'u işgal eden İtilaf Devletleri tarafından 11 Nisan 1920'de kapatıldı...

Büyük Millet Meclisi (BMM) adıyla 23 Nisan 1920' de Ankara'da yeniden toplandı. 1924'den sonra da Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) dendi. Bağımsızlığı temin etmek, bu amaçla da Milli Mücadeleyi örgütlemek öncelikli amaçtı. BMM, ağalardan, Şıhlardan. kimi toprak kapitalistinden, mütegallibe ve eşraftan, İmparatorluğun eğitimli elitlerinden (sivil ve asker bürokrasinin adamlarından) ve bir kısım serbest meslek erbabından oluşuyordu. O zaman Millet kelimesi, tüm Sünni grupları ifade ediyordu, halk anlamına gelmiyordu. 1914-1918 aralığında, Harb-i Umumi koşullarında Müslüman olmayan unsurlar katliamlar ve sürgünlerle büyük ölçüde tasfiye edilse de hâlâ sınırlı bir varlığa sahipti. Buna rağmen BMM'de Müslüman-Türk olmayan tek bir mebus yoktu.. Fakat Meclis'te olmayan sadece azınlıklar değildi, halkın da esamesi okunmuyordu. Nitekim, Lozan Barış Görüşmelerinin sıkıntıya girdiği  dönemde, emperyalist devletlere güvence vermek amacıyla apar-topar toplanan İzmir İktisat Kongresinde de sıradan insanların (işçi, işsiz, küçük çiftçi, küçük esnaf, topraksız köylü, tarım işçisi...) esamesi okunmuyordu ki, o da kurulacak "yeni rejimin" sınıfsal niteliği hakkında bir fikir veriyordu!

Meclis kürsüsünün arkasında "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" yazılı ve insanlar oradaki "millet" kelimesini "halk" olarak okuma, öyle anlama eğilimindedirler. Oysa, orada kastedilen bu ülkenin sıradan, mütevazı insanları, emekçi çoğunluk değil. Doğrusu, "hakimiyet mülk sahibi sınıflarındır" ve "kayıt ve şart altına alınmıştır" demek... Milletvekili yemininde " ... milletin kayıtsız şartsız egemenliğini koruyacağıma, hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik cumhuriyete... bağlı kalacağıma" deniyor. Eğer halkın kayıtsız şartsız egemenliği, hukuk ve demokrasiye "bağlılık" söz konusu olsaydı, Türkiye bu günkü sefil duruma düşer, yerlerde sürünür müydü? Toplum baskı, şiddet ve terör sarmalına hapsolur, rejim tek adam rejimine dönüşür müydü? TBMM hiç bir zaman özgürlüklerin, demokratik hakların savunucusu ve bekçisi olmadı. Tam tersine, sınırlı hakları ve özgürleri de yok etmenin etkin bir aracı oldu ve olmaya devam ediyor. Orası halkın temsil edildiği, halkın sorunlarının konuşulduğu yer değil (parlamento İtalyanca parlare' den türemedir ve "konuşulan yer" anlamına geliyor). TBMM halkın konuştuğu bir "yer" değil! Halkın değil devletin bir kurumu. Devlet de boşlukta durmadığına göre, mülk sahibi sınıfların bir kurumu...

Denilebilir ki, işte siyasi partiler var ve seçimler sayesinde halk iradesi (milli irade diyorlar) tecelli ediyor! Siyasi Partiler (düzen partileri densin) halkın partileri değil ve seçimler de insanları aldatmaya yarayan bir sirk oyunundan ibaret... (2). Zira, bu güne kadar halk tarafından kurulan, emekçi toplum kesimlerinin sözcüsü ve savunucusu olan hiç bir partiye yaşama şansı tanınmadı. Bırakın halk tarafından kurulan partilere hayat hakkı tanınmamasını, Meclis'te hiç bir gerçek muhalif sese de izin verilmedi. Muhalifler öldürülmedikleri zaman, Meclis ortasında dayaktan geçirildi, dokunulmazlıkları kaldırılıp cezaevine atıldı... Gerçi orada bir sözde muhalefet her zaman var ama onlar düzen-içi muhalefettir. Hepsi oligarşinin partileridir. Yaptıkları konuşmaların, söyledikleri sözlerin emekçi halk katında bir kıymet-i harbiyesi yoktur... TBMM'nin en belirgin özelliği, onun iflah olmaz özgürlük ve demokrasi düşmanlığıdır. Dolayısıyla neden söz ettiğini bilmek önemlidir... TBMM, bu devletin işlediği tüm cinayetlerin, tüm katliamların ve insanlık suçlarının üstünü örtmenin, kabullendirmenin son derecede etkin bir aracı ve kurumudur. İşte "Yüce Meclis" dedikleri böyle bir şey...

Bir fikir vermek için, 13 yıllık AKP iktidarı döneminde özgürlükler ve haklar alanında tek bir yasa çıkmadı ama sınırlı özgürlükleri ve demokratik hakları budamak için sayısız yasa çıkarıldı... En son marifetleri de "İç Güvenlik Yasası'ydı..." Kanunların numarası değiştiği veya yeni bir kanun çıktığında, onu "demokratikleşmede dev adım" diye sunuyorlar... Hangi kanunları çıkaracaklarını da çok iyi biliyorlar. Bu zaman zarfında sömürünün, yağma ve talanın önünü sonuna kadar açmak için onlarca, yüzlerce kanun çıkardılar ve çıkarmaya devam ediyorlar... Aksi halde bu gün Türkiye'de nüfusun yüzde biri (%1) ülke zenginliğinin %54'ünü el koyabilir miydi? Türkiye'nin nasıl yerlerde süründüğünü görmek isteyen, Kurbağalı Dere'ye baksın... Bu rotada ilerlemeye devam edilirse nereye varılacağı hakkında bir fikir veriyor...

Büyük Millet Meclisi'nin (BMM) açılışından bu yana 95 yıl geride kaldı. Bu zaman zarfında 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri  sonrasında 5 yıldan az bir zamanda kapalı kaldı. Aslında Meclis kapanmamış olsa da, 12 Mart 1971 de basbayağı bir askeri darbeydi. Bu arada çok sayıda darbe girişimi de oldu...Velhasıl geride kalan 90 yılda TBMM hep açıktı. Hep açıktı ama hiç bir zaman gerçek bir Meclise benzemedi... Gerçek bir Meclis işlevi göremedi. Mesela 12 Eylül askeri darbesinden bu yana 35 yıl geçtiği halde, Türkiye'nin hâlâ darbe yasa, mevzuat ve zihniyetiyle yönetiliyor oluşu, Meclisin iç boş bir midye kabuğu olmasındandır... Velhasıl TBMM hiç bir zaman adına laik bir kurum olamadı. Zaten 1923-1946 döneminde bir parlamentodan söz etmek mümkün değildi. Zira Meclis üyeleri olan mebuslar, parti-devlet tarafından tayin ediliyordu. Önce Mustafa Kemal, sonra İsmet İnönü tarafından tayın edildiler.

1946 yılında "Çok partili sisteme" geçildi ama aslında yapılan şey, devlet partisi olan CHP'nin içinden Demokrat Parti'nin çıkarılması, iktidar partisinin (devlet partisi densin) ikiye bölünmesiydi... Esas itibariyle iki nedenle "çok partili sisteme" geçildiği söylenebilir: Birincisi halk kitleleri o kadar bunaltılmıştı ki, bir sosyal patlama riskini bertaraf etmek istediler; Bu amaçla da kitlelerde bir seçme-seçilme yanılsaması yaratmak gerekiyordu; İkincisi, Savaş sonrasında Türkiye "Hür Dünya'nın" safını seçti, sırtını emperyalist kampa dayadı. Asıl amaçlardan biri de ABD yardımı almaktı. Aslında ABD safında yer almak, bir ABD uydusu olmak için "Demokrasiye geçmek gerekmiyordu. Ortada NATO üyesi olan Franco Ispanyası ve Salazar Portekizi vardı... "Demokrasi tercihi" yapmalarının gerisindeki asıl neden başkaydı ama asla demokrasiyle bir ilgisi yoktu. Sonuç itibariyle, devlet partisi birden ikiye çıkmıştı... Çok parti olacak ama işçiler, küçük çiftçiler, emekçi kitleler parti kurmayacaktı... Kurmaya kalkanların başlarına gelenler, birazcık ilgili olanların malûmudur... Artık hem Faşist İtalyan Ceza Kanunundan iktibas edilen TCK'nın ünlü 141 ve 142'inci maddeleri yürürlükte kalmaya devam edecek ve hem de "demokrasiden" "hürriyetlerden"... çok söz edilecekti...

Aslında ve her şeye rağmen 1983 sonrasında TBMM'nin, cuntacı Kenan Evren'in ünlü "Danışma Meclisi'nden" pek farkı yoktu... Danışma Meclisi üyelerini bizzat cunta şefi Kenan Evren tayın etmişti, ondan sonrakiler de Kenan Evren'in çıkardığı (dayattığı demek daha doğru) kanunlar dahilinde çalışmalarını tam bir pişkinle sürdürdüler ve sürdürmeye devam ettiler. Velhasıl, Milletvekili tayin etme yetkisi, tam bir tek adam şirketi gibi işleyen 'siyasi partilerin' genel başkanlarına verilmişti. Dolasıyla, tayin cephesinde bir yenilik söz konusu değildi... Tayinle gelen "vekiller" de (aslında kimin vekili oldukları da malûm],   asıl misyonlarının ne olduğunu çok iyi biliyorlar ve gereğini yapıyorlar... Yaptıkları yegane şey. Başkanın (şirket patronunun) istediği gibi el kaldırmak... Bir örnek mi istiyorsunuz? Cuntanın 'sahneden çekilmesinden' tam 32 yıl sonra, yüzde on (%10) barajının olduğu yerde duruyor olması TBMM'nin ne menem bir şey olduğunu, milletvekili denilenlerin de aslında neyin-kimin hizmetinde olduğunu göstermiyor mu?  

Eğer bu rezil düzeni değiştirmek, haysiyetli insanlar olarak yaşamak istiyorsak ve gerçekten öyle samimi bir niyet varsa, biraz vakit ayırıp, bu yağma ve talan düzeni hakkında birazcık kafa yormak gerekecek... Radikal eleştiri yoksa eleştirinin bir kıymet-i harbiyesi de yoktur... Ve radikal olmak demek, sorunları kökeninden ele almaktır... Aksi halde bu rezil, bu gayri insani soygun düzeninin efendilerinin ve ideolojik uşaklarının ağzıyla konuşmaktan kurtulmak mümkün olmayacak... Başkalarının ağzıyla konuşmak... Daha ne zamana kadar?
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1) Bu konuda bkz: Fikret Başkaya, Bir Devlet Geleneğinin Anatomisi (Yediyüz), özellikle s. 221 ve sonrası... Öteki Yayınevi. 5. Baskı, İstanbul.

(2) Temsili demokrasi safsatasıyla ilgili olarak bkz: Fikret Başkaya, " Seçimlerin demokrasiyle uzaktan-yakından bir ilgisi yok!"  www. ozguruniversite.org



29 Temmuz 2015 Çarşamba

Türkler, Kürt sorununu çözemez…




Dr.İsmet Turanlı

Kürt sorunu deyince, Türkler ne anlıyor? ”Türkiye’ de PKK diye bir terörist organizasyonu var ,bunlar silahlarını gömsünler gelip Türk adaletine teslim olsunlar.”

PKK ne diyor?

Avrupalıların düşündükleri ise, Kürdistan 1926 da emperyalistler tarafından dörde bölünmüş ve aslına rücu yani Osmanlı’da olduğu gibi dört devlet, Kürdistan’dan çekilmedikçe sorun hal olmaz.

Irak’ta, Barzani idaresinde bir federatif otonom bir devlet kuruldu. Türkiye bunu kabullenmiş görünüyor. Suriye’ de Rojava bölgesi özerkleşme yolunda. İŞİD’te, bu bölgeyi Arap İslam devletine dönüştürmek istiyor.

İran ne Kürtlerin özerkliğini, nede Azerilerin özerkliğine taraftar.

 Avrupalılara göre Kürdistan dört devletin işgalindedir. Bu bölgeden Araplar, Türkler, Persler çekilmeden PKK gibi örgütler silahlı mücadeleye devam edecekler.

Türkiye, çözüm falan derken gene aynı noktaya geldi. PKK’ yi  ve  İŞİD’i yok etmeden , silahlı mücadele etmeden işgalden vazgeçmez. 30 senedir devam eden isyan yeniden alevlenmiş durum da. Olan birinci derecede Türk ve Kürt gençlerinin katliamından vazgeçilmeyecek, barışcıl bir istikamete girmek ümidi yok olmuş durumda.

Almanya, ikinci dünya savaşından sonra 45 sene ikiye bölük yaşadı. Vaktaki aradaki suni, utanç duvarı kalkınca barış devri başladı.

Almanlarla / Fransızlar yüzlerce senedir kanlı bıçaklı idiler. Günün birinde iki akıllı siyaset, devlet adamı, Adenauer ve Fransız Schuman oturup bu duruma son verdiler. Aralarındaki hududu kaldırdılar. Diğer Avrupa devletleride onlara uyarak hudutları kaldırdıkları gibi tek para modeline geçtiler. Daha doğrusu Ortak Pazar kuruldu.O günden beri Avrupda barış devri başladı. Demek ki Ortadoğu’da da hudutların aslına ruci yani Osmanlıdaki duruma dönmesi lazım. İşte bunu Türkiye yapamayacağı için Kürt sorununu da  çözemezler. Hudutları açmak yerine Suriye’deki PYD’ yi dahi terörist ilan ettiler ve onların özerkleşmesini kabullenemiyorlar. Türklerin arzusu (A) ise, Kürtlerinki de (B) olduğuna göre, çözüm Avrupanın yaptığı gibi AB’ yi kurmak.Günün birinde bu hale dönülecek; zira ömrübillah PKK isyanı süremez. Kısa zamanda kaç gencimizi kaybettik. Analar yeniden ağlamağa başladı. Türkiye, İsrail gibi araya yeni duvarlar örmeğe çalışıyor.

Çin’de de, zamanında Çin duvarları, halklar arasına örüldü.Fransızların Majino hattı çözüm getirmedi.

İsviçre dört lisanlı, hiç duvar örmeden, yetimleri, şehitleri olmadan dünyanın en zengin en demokrat devleti oldu. Lüxemburg dört dilli fakat modern ve zengin bir devlet oldu.

Fnlandiya, İsveçlilerin istilasından kurtulup özerkliklerine kavuşunca dünyanın en medeni, barış içinde yaşayan en demokrat ve ve en zengin devletler arasına girdi.

İngiltere, bütün müstemlekelerinden vazgeçtiği gibi, adadaki İskoç, Galler v.s. otonomi öngörmekte. Hulasaten dünyanın her yerinde milletlerin ararsına duvar çekeceğinize duvarları yıkmanız gerekir; bu bir nevi teslimiyet sayılmaz. Gençlerin akan kanının akmasına,,kana susamışlar gibi seyirci kalmanızla mümkün değil. Benim küçük aklımla tarihe bakışım, insanların barış içinde , sağlam, refah içinde yaşamaları için şart.

Avrupa da Erdoğana karşı bir nefret uyanmıştı. Hatta yurtta da Arınç’ın dediği gibi bir Erdoğan nefreti  mevcut. Sebepse onun radikal, şovenist olup günün birinde Orta doğuda savaşa bulaşacağı korkusu idi. Gidiş o istikamette.

Günahın ne demek olduğunu bilmeyenler gençlerimizin kanının akmasına dur demeyeceklerdir.

İnşallah Avrupalılar düşüncelerinde haklı çıkmazlar.

27 Temmuz 2015 Pazartesi

Receb'in son çırpınışları!


Faiz Cebiroğlu

Pratik, teoriyi aştı, bu yüzden, çoktandır, yazı yazamadım. Vaktim olamadı. Şimdi yazıyorum ama yorumdur. şudur: Türkiye ve Kürdistan coğrafyasında, sahnelenen oyun ve oyunlar, Receb'in (Recep Tayyip Erdoğan) son çırpınışlarıdır. 7 Haziran 2015 Genel Seçimler sonrasında, halifeliğini ilan edecekti. Tutmadı. Receb'in son çırpınışı, Urfa, Suruç'ta katliam yapmak; İŞID'e de karşıyım manipülasyonu ile, YPG ve Kürd halkınına saldırmak olmuştur. Son yaptığı çırpınışlar, Receb'i , tekrar kurtarır mı? Mümkün mü?

Recep, denizdedir! Boğulmakta olan Recep, son çırpınıştadır. ”Denize düşen, yılana sarılır” misali, gitti, gidecekken, Recep, Amerika'ya sarılıyor. Ben de sizinleyim diyor. Halifeliğini kurtarmak için Obama'ya sarılıyor. Obama, Receb'i kurtarır mı? Mantiki mi?

Receb mi, bitmiştir. Recep, sallanıyor. Anadolu halkları, bir dokunsun, düşecektir.

Durum budur.

Receb'in, son çırpınışları, yine kâr etmeyecektir...

Bu girişten sonra yazacaklarım vardır. İki nottur:

Bir: Receb'in bu son çırpınışlarında ki amacı İŞİD'i vurmak değil, YPG ve PKK'yi vurmaktır. Bu da tek ”taşla, iki kuş” vurmak oluyor, diye düşünmüştür. Hayalci Recep?! Bu da tutmaz/dır!

İki: Erken seçim olayı vardır. Recep, son çırpınışları, AKP'yi tekrar, tek başına iktidara getirmek ve böylece, Recep Tayyib Erdoğan, yani Al -Bağdadi yönetimini , yani halifeliği, tekrar, Türkiye'de kurmaktır.

Durum budur...

Suruç katliamı. YPG ve PKK'ye yapılan saldırılar... Receb'i bu son kurtuluştan kurtaracak mı?..

Recep, denizdedir! Boğulmakta olan Recep, son çırpınıştadır...

Görünürde, yakında erken seçimler yapılacaktır. Erken seçimler öncesinde, Recep, çok ta kan dökecektir, biliyoruz.

Peki, erken seçim öncesi katliamlar, Receb'i bu son çırpınışından kurtarır mı? Mümkün değildir. Recep, denizdedir. Recep, boğulmaktadır...

Recep, denizdedir. Boğulmak üzeredir.

Kanlı Recep iktidarı, aynı zamanda, çocuk katili bir taifedir. TC, tarihinde ve 15 yılda, bu kadar çocuk katledilmiş midir?

Durum budur...

Recep, denizdedir. Boğulmak üzeredir.

Kanlı Recep iktidarı, aynı zamanda, çocuk katili bir taifedir. TC, tarihinde ve 15 yılda, bu kadar çocuk katledilmiş midir?..

Receb mi, bitmiştir. Recep, sallanıyor. Anadolu halkları, bir dokunsun, düşecektir...


22 Temmuz 2015 Çarşamba

Uyarı!..




HATAY HALKIMA,  BİR KEZ DAHA UYARI YAPIYORUM...

Mihrac Ural

Suriyeli vatan hainlerine dikkat. Bunlar ve diktatör Erdoğan aynı çamurun aynı ahlaksızlığın aynı korkaklığın uzantılarıdır. MİT -İŞİD- NUSRA- ÖSO ve MİT uzantısı (kimisi Suriye yanlısı görünse de) sizin ve evlatlarınızın canına kast etmiş ipi kopmuş katil sürüleridir. Bunlara karşı direnmeye hazır olunuz. Kendinizi mahallelerinizi şehrinizi korumak için ihtiyaç duyacağınız her şey eliniz altında olacaktır.

Baş eğmeyin, seçimlerle yıktığınız diktatörlüğe karşı korku duvarlarını da yıkarak dik durun. Artık susmayın, demokratik haklarınızı protestolarınızı yükseltin. Demokratik hakların kullanılması için cesur olmak gerek Kant 300 yıl önce batı uygarlığının rönesansını "aklınızı cesurca özgürleştirin" diyerek ateşlediği meşale bu gün sizin elinizde demokrasi yolunu açsın...


Susmak diktatörün istediği bir ortamdır artık susmayalım yola koyulalım...

18 Temmuz 2015 Cumartesi

Ah, sevgilim, ahhhh!


Mehmet Koç

Ah sevgilim, ah!
Kürt 'tü,
Yakmak için,
Dağı yaktılar,
Taşı yaktılar,
Kurdu yaktılar.
Kuşu yaktılar,
Can pazarı, börtü böcek…

Seni  yakacaklar, 
Kürt susacak,
Öyle mi?

Korkacak, sinecek,  pusacak…
Öyle mi?

Ey!.. Faşistler,  gericiler,  kan emiciler…
Siz, ne kadar da zavallısınız?
Ne kadar zavallı!?..

Dağlara feryat figan düşerse,
Yürekler kor,
Hesabın şaşar,
Alevler, senin boyunu aşar!...


5 Temmuz 2015 Pazar

حلم / Rüya







حلم !
كأني حلمتُ أنّي أموتُ
هذه الليلة
كانَ لي جناحانِ
ومتُ
كانَ لي قلبُ ذئبٍ
ومتُ
كان حصاني معي
وبُندُقيّتي ملقمة
ومتُ
كان القمرُ
يغطُّ في النّوم
فوقَ كرومِ النّبيذِ
ومتُ
لأنّي في الحلمِ
كنتُ دونَكِ
منْ هولِ الوحدةِ
مت ُ !



---
Rüya!


Rüya!

Bu gece ölmüşüm gibi rüya gördüm.
İki kanadım vardı.

Ve ölüm.

Kurt kalbim vardı.

Ve ölüm.

At'ım, birlikteydi,
Tüfeğim, ”korucuydu.”

Ve ölüm.

Ay,
Geceyi, yatmamı örtüyordu.
Şarap çiftliği üzerinde.

Ve ölüm.

Rüyadayım, çünkü.

Dalmıştım.

Tekleşen kim?

Ölüm!

(Toplu Şarkılar'dan. Yakında, yayındadır)