27 Mayıs 2012 Pazar

FUTBOL...





Dr.İsmet Turanlı
dr_ismetturanli@mynet.com

Futbol sporunun gençliğin saldırganlık duygularını yatıştıracağı psikologlarla iddia edilmişti. Son seneler de Futbolun bilakis gençlerde saldırganlık hislerini kaöçıladığı görüldü. Son olarakta Fenerbahçe-Galatasaray maçından sonra çıkan ilkel saldırılarutanılacak boyutlar kazandı. Bundan yüz sene önce Rus yazarı Petrov ‘’ Beyaz leylaklar memleketi Finlandiya’’ eserinde Futbola da yer vermiş. Bu kitabı okuyan ATATÜRK gençliğe, değil tavsiye etmek, okunmasını EMRETMİŞTİR: İleri görüşlü Atatürk daha o zaman Futbol’un bir spor olamadığını sezinlemiştir. Futbol benim kanaatıma göre de bir spor değildir. Maç seyretmek passif bir davranıştır. Bugün bir takımı tutmak bir KİMLİK halini almıştır. Bu kimlik şahısların hiçbir gayretine, eğitimine dayanmıyor. Bu hususta sözü bırakıyorum ve kitabındaki o kısmı aşağıya alıyorum.

Napolyonun İngilizler tarafından yenilmesinden sonra bütün Avrupada İngiliz taklitcilği almış yürümüştü. İngilizlerin çirkin ve gülünç davranışlarını örnek alıyorlardı. Sigara içmek, alkol tüketmek, yüksek sesle konuşmak, küfretmekle, İngilizlerin sapkın yaşam tarzlarının kötü kopyası haline geliyorlardı. Zengin yetişkinler İngilizler gibi yarışlara çok para harcıyorlar, İngiliz usulü viski içiyorlar, İngilizler gibi giyinip, saçlarını dahi İngilizler gibi kestiriyorlardı.

Gençlik İngiliz sporlarıyla ilgilenmeye başladılar. Özellikle İngiliz sporlarının en kötüsü olan FUTBOLLA. Bütün Avrupa’da futbol özgün bir din haline geldi. Futbolu bilim, sanat haline getirdiler. Manen fakir olan, cahil, kaba sokak basını gençlerin bu tutkusunun peşine düştü. Sömürdü. Nerdeyse her gün futbol kahramanlarıyla ilgili görüşler yazılıyordu. İnsanlarda ilginç fikirlere karşı ilgi yoktu.

Aylak, sağlıklı ve maalesef manen tembel olan Fin gençliği futbolla ilgilendi. Futbol ruhu saran mikrop gibi, Finlandiya’daki şehir gençliğinin bütün katmanlarını sardı. Futbol artık moda olmuştu ve bütün neslin fikirlerini ve kalplerini işgal etti.

Büyük paralar harcanıyordu. Gençlerin okulda geçireceği çok değerli zaman, bir başka şey için tüketiliyordu.

Snelman ve arkadaşları gençliğin entelektüel gelişiminin yerini bunların aldığını bir türlü kabullenemiyorlardı. Nesillerinin hem akli hemde manevi açıdan fakirleşmesine ciddiyetle bakıyorlardı. Bizim gençliğin tamamı neredeyse maneviyat tüberkulozuna yakalanmış.

Felsefeyi çok ileri götürmüş bir halk olan eski Yunanlar jimnastiğe, koşuya, uzun atlamaya saygıyla yaklaşmışlardı. Ama halkımızın kuvvetli bacaklı, fakat zayıf beyinli olmasını da istemiyoruz. Aşşağısı öküz bacakları, yukarısı ise koyun kafaları, kutu gibi boş, hafif bir kafatası.

Sizler Finlandiyanın futbol başarısına hayran kalıyorsunuz. Siz güçlü Ayak takımınızın İsveç’e, Norveç’e ve Danimarkaya galip gelmesine seviniyorsunuz. Sizin sevinciniz beni mutlu etmiyor. Eğer bizim Suomi’liler ‚Güçlü Düşünce’, Büyük İş, Süt üretimi, En iyi Yumurta, Seçkin Buğday ‘‘Temiz Vicdan, Yeni Fikirle,, Karnı doymuş halk gibi isimli topluluklar olsaydı bu beni daha mutlu ederdi.

Ben isterdim ki, siz gençler, sadece Fransızları, İngilizleri, Almanları da yenesiniz. Fakat bunu topa vurarak değil de, aklınızla, kalbinizle iradenizle yapasınız.

Sokrat ve Herkül’ün resimlerini karşılaştırdığınızda görürsünüz ki Sokratın büyük kafasına adeta beyni sığmaz. Halbuki Herkül’ün alnı geniştir. Herkülün kasları gelişmiştir. Fakat büyük zeka, maneviyat sahibi biri değil. Genç Finlandiya’ya deri topun arkasından koşturan insanlar gerek değil. Finlandiya’nın onun halkının ekonomik, sosyal, zihinsel ve ahlaki değerlerini yönetebilecek insanlara ihtiyacı var.

Futbolcuların kaslı bacaklarının savaşıyla fazla uzağa gidemezsiniz. Topa kafayla vurmak için en sağlam alına ihtiyaç var, alın ise koyundadır. S


Antalya. 26.05.12



Hekim gözüyle Kürt sorunu...



Dr.İsmet Turanlı
dr_ismetturanli@mynet.com

Hekimlikte birinci prensip arazlara bakarak doğru teşhis koymaktır. Zira doğru teşhis koyamazsanız bütün tedavi çabalarınız netice vermez ve hastalık geçmez, hatta kronikleşir (müzminleşir)..

Kürtler 1925 den beri 30 kere isyan etmişlerse ve Cumhuriyet hükumetleri de askeri yöntemlerle isyanları bastırmağa çalışmışlarsa ve bu isyan hala, son şekli ile 30 seneden beri devam ediyorsa, bir teşhis hatası vardır, ve dolayısı ile de tedavi yöntemleriniz aciz kalmaktadır. Bir başka ifade ile hastalığı yanlış değerlendirmedesiniz yahut ta hekiminizin bilgi ve tecrübesi yetersiz kalıyor demektir. Bir başka ifade ile de bir kalp hastasını, bir kanserli hastayı bir pratisyen hekime tevcih etmişseniz netice alamayacağınız peşinen bellidir.

Atatürk’ün emperyalistlere ve hatta Osmanlıya karşı çıkışını Kurtuluş savaşı olarak kabul ediyorsanız kalkıp ta Kürtlerin, Ermenilerin, Arapların, Rumların, Bulgarların Osmanlıya, Türkiye devletine karşı ayaklanmalarını da teröristtik bir faaliyet yahut ta o halklar Türkleri arkasından hançerledi diyemezsiniz. Atatürk’ün çabası ne idi ise ötekilerin tatbik ettikleri çabalarda ayinidir. Aksi takdirde çifte standart uyguluyorsunuz demektir. Kürtler Malazgirt’te, Çanakkale de, Kurtuluş savaşında Türklerle birlikte olmuşlardır. Vakta ki onların varlığı inkâr edilip te, dillerine, kültürlerine yasak getirilince isyan etmeleri kaçınılmaz olmuştur. Nasıl Atatürk’ün askerleri ölümüne savaşmışsa PKK lılar da ölümüne savaşmaktadırlar. Hem de 30 sene boyunca çıplak tabanla. Atatürk kurtuluş savaşında 40 bin kayıba uğramamışsa da PKK lı gençler 40 bin zayiat vermiştir. Onlara bir takım çapulcular demenin başlangıçta hatalı davranıldığını göstermektedir. Kürtler daha önceki isyanlarında da 100 bine yakın zayiat vermiştir. Dersimde ki kayıpları Erdoğan kabul etmişdir. Şimdi ise 30 senede 400 bin kişilik ordusu ile, skorksyler ile baş edemediği PKK yı Predatörler ile yok edeceğini sanıyor. Milletlerin bir savunma refleksi olduğu gerçeğini takdir edemiyor. USA’ nın Viyetnam da ki başarısızlığının temelinde bu savunma refleksi olduğu görülmüştür. Irak’tan da çekildiği gibi, Afganistan da da çekilmek zorunluğunda kalacaktır. Filistin de de İsrail geri çekilmek zorunluğunda kalacaktır. Kürtler 3 bin seneden beri Kürdistan da yaşamaktadırlar. Türkler sonradan gelmişler, üstelik Kürtlerin desteği ile Anadolu’ya girmişlerdir. Şimdi kalkıp ta Kürdistanı atalarımızın kanı ile zapt ettik diyemezler. 20 milyon Kürde MHP’ liler gibi çekip gidinde diyemezler. Bugün Kürtlerin % 50 si Kürtçe ana dilini bilmiyorsa onlara asimilasyon politikası gütmedik diyemezsiniz.

Rumları kurtuluş savaşından sonra Yunanistan’a gönderdiniz, varlık vergisi faciası ile Yahudileri ürküttünüz, 5-6 eylül hadiseleri ile geri kalan Rumların kaçmalarını sağladınız. Tehcirle Ermenileri ölüme ve sürgüne gönderdiniz. Fakat Kürtleri yok etme imkânı yok. Onların kaçacak yerleri de yok. Kardeşçe yaşıyoruz, fakat kendilerini Türk olmağa mecbur ediyoruz, çünkü Türkiye hudutları içinde yaşayan herkes Türk’tür, Türk bir ırkın değil bir milletin adıdır yutturmacasını Türk olmayanlar kabul etmiyorlar. Onun için dayatma politikasından vazgeçip realiteye uymak zorunluğu vardır. Azınlıkların gençlerinin katledilmesine acımıyorsanız hiç olmazsa Mehmetçiklere acıyın. Onların analarına babalarına, eşlerine, çocuklarına acıyın. Bu hunharlık sona ermelidir.

Orta doğuda yeni bir oluşuma karşı gelmek imkânsız gibi görünüyor. Nehirleri geri istikamete akıtmanız mümkün değil. Suriye Türkiye hudutlarına PKK kampları kurdurmuş ve oradan PKK’ lıların içeri sızmalarını sağlıyor. Şimdiye kadar onları vatandaş dahi saymazken şimdi Türkiye’nin yanlış politikası sayesin de Kürtlere özerkilk vermeği dahi planlıyor. İran dada ayni istikamette gelişmeler var. Barzani eylül de bağımsızlığını ilan edecek. Çünkü Maliki ile barışmaları mümkün değil. Petrol kaynaklarını da kendileri kullanırlarsa ekonomik yönden de kuvvetleneceklerdir.Türkiye’ye muhtaç dırlar düşüncesi de realist bir düşünce değil. İran, Suriye ve İsrail üzerinden dünyaya açık kapı bulabilirler. Kürt sorununda kibirli davranmanın, onları küçümsemenin zamanı geçti. Barış cı yaklaşımlar ancak Türkiye’yi doğru yola sokar. Yoksa ne PKK ile netice alınabilir nede Kürdistan devletinin bağımsızlığını önlenebilir. Suriye’nin ve Irak’ın bütünlüğünden yanayız demenizi ne Suriye nede Irak kabulleniyor. Türkiye yi artık düşman ülke olarak gören bu komşu devletler Türkiye’nin ön gördüğü tarzda davranmazlar. Türkiye’nin yardımına da ne USA nede Nato koşar. Velhasıl Türkiye çok zor durumla karşı karşıya kalacak. Erdoğan’ın çözümsüzlükler ile bocalaması popülaritesini Ecevit gibi kaybettirecektir. Suriye ye dokunmasına ne Rusya, ne İran izin verir. USA şu anda seçimlerle meşgul ve Suriye’ye dokunmayı çok sakıncalı bulmaktadır. Bunu savunma bakanları açıkça dile getirdi. Kürdistan coğrafyasında Üniter bir devlet oluşur mu?, Türkiye bölünmek mecburiyetinde kalır mı onu pek uzak olmayan gelecekte göreceğiz. Orta doğu coğrafyasında çok zor bir doğum olacak. Normal bir doğum olamayacağını tahmin ediyorum. Sezariyen ile doğum olursa epeyce kan akacaktır. Bir hekim olarak, bir doğum uzmanı olarak benim yakın geleceği görüşüm böyle. İnşallah normal doğum olurda kimsenin burnu kanamaz.

Benim en çok korktuğum MHP nin iktidara gelip Öcalan’ı idam etmesi ve bir iç savaşın patlak vermesi halidir. İnşallah korktuğumuz başımıza gelmez. Birleşmiş milletlerin müdahalesine maruz kalınmaz. Türkiye şu anda ateşle oynadığının farkında değil.

Antalya. 22.05.12

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Doğru olduğunu bildiklerim...




DR.İsmet Turanlı
dr_ismetturanli@mynet.com

Bildiklerimiz hakkında yalan söylemeyi reddetmek ve baskıya direnmek. Albert CAMUS.

İşte böylesine cesur olmak kimin haddine. ‘’Bazen fütursuzca yazılar yazıyorsun savcıların oltasına düşersen sana yazık olur. Sana mı düştü aydın geçinme hevesi.’’ Diyen dostum çok oldu.

Dün kü bazı gazeteler de kısa bir haber vardı. Amerika yahut Nato İncirlikte ki atom yüklü füze başlıklarının gelişmiş, modern başlıklarla değiştirilmesine pahalı olur diye razı değilmiş. Erdoğan sureti haktan görünüp, İsrail atom bombasına sahipken batının İran da atom bombası yapımına karşı çıkmasını haksız buluyor. Şair’imiz ne demişti?

Ne atom bombası, ne Londra konferansı.

Bir elinde cımbız, bir elin de ayna. Umurun da mı dünya?.

Son üç ayda silah tüccarları Arap baharı yaşayan ülkelere 90 milyar dolarlık silah satmışlar. Türkiye silahlı kuvvetleri de 30 milyar dolarlık uçak siparişi vermiş Amerika’ya. Turizm sektöründen 30 milyar dolara yakın gelir bekliyoruz ya..

68 general tutuklanmış. HCK teşkilatı mensuplarından her geçen gün 40-50 seçilmiş Kürt siyasileri mahkemeye sevk ediliyor. 27 Mayıs’tan sonra, 12 Eylülden sonra ordudan çıkarılan, Yassı adaya götürülürken askerlerce her türlü hakarete, işkenceye maruz kalan yüzlerce Generalden ne haber. Bana Almanya da Nazilerin yüzlerce Yahudi’yi sıraya dizip kara vagonlara tıkıldığı manzaraları hatırlatıyor. Hiç direnen, karşı çıkan babayiğit yok mu imiş diye hep düşünürdüm. Bu ne pervasızlıktır. Bu generallerin taraftarları ‘’ Eh yeter be !!!’’ deyip te ananevi darbeye kalkışacakları korkusu içinize doğmuyor mu? Erdoğan sakın Sezar olmak şehvetine kapılmasın. Post modern demokratik bir darbenin ayak seslerinin halüsinasyonumu muhaliflerin dile getirdikleri?.

Afrika da milyonlarca çocuk, kadın açlıktan kırılıyormuş. Aids’den yaşamını yitiriyormuş. Hristiyan inancına göre bir ötekini sevmek prensibimi duygusuz kalmaları.

Beyaz entarili, adam başı geliri 80 bin dolar olan Dubai’i,ve benzeri beyliklerin Londra da, Zürih te en pahalı takıları muhtevi poşetlerle dolaşan turistleri aydın geçinme heveslilerinin içini sızlatmıyor mu?

Karşılığında hiçbir değer taşımayan kağıtları USA Dolar diye dünyaya yuttururken ekonomistlerin yorumlarının ne olduğunu merak ediyorum.?

Bir köşe kapmaca oynanıyor, bütün dünyanın gözü önünde, Putin ile Medvedev arasın da. Şimdi Erdoğan Gül ile aynı oyunu mu oynamak istiyor?. Erdoğan Fenerbahçeli Alex gibi politik arenada, Kılıçdaroğlu ise ikinci kümenin antrenörü rolünde, Bahçeli ise bir ortaokul talebesi gibi başı önünde küskün bu dünyaya. Ne bir kadına âşık olmuş. Nede evlat sevgisi var. Milliyetçiliği uğruna.

Artık Atatürk Türkiye vatandaşlarına bir bütünlük sağlamadığı için olacak ‘’ Atatürkçü düşünce derneği kurmuşlar’’ Kendi aralarında gelin güveyi oluyorlar. Atatürk’ü sevmek kanunu da artık müruruzamana mı uğradı?. Kimisi Kemalizm tutkusundan kurtulamadığı için Anıt kabri tavafla tatmin oluyor. Halbusu ki Atatürk bu türlü tekke ziyareti ananesini yasaklamıştı. Tıpkı şapka giyme mecburiyeti gibi. Gerçi onun zamanında da avam kasket giymekten vazgeçmemişti. 70 senedir ezberledikleri ONUNCU yıl marşını millî marşımız zannediyorlar. J.J.Rousseau’nun Köyün Kâhini operasından bir parça olduğunu nerden bilecekler ki? Ya Dağ başını duman almış marşını da, göğüslerini gere gere, avazları çıktığı kadar gür sesle söylerken onun bir İsveç şarkısı olduğunu nerden bilsinler? Bu İsveç te’’ Şakıyan üç genç kız’’ adlı bir ormancı şarkısı imiş meğer. Ayten Alpman’ın Kıbrıs harekâtında meşhur ettiği ‘’Bir başkadır benim memleketim ‘’ teranesi ise Fransız şantözü Mirelle Mathieu’nun meşhur ettiği bir İsrail şarkısı olduğunu CHP liler, Kemalistler nerden bilsinler ki? Bir milli marşımız daha var. Dinlerken insanın gözleri yaşarıyor. İstiklal marşımızın bir alman şarkısı Carmen Silva’dan esinlenildiği söyleniyor.

Alman Millî maçların da bizim Mesut Özil (Almanya vatandaşı fakat Alman olmamış her halde) milli marş söylenirken iştirak etmediğini gözlemledim. Benim eşim Türkiye vatandaşı oldu, amma kendisini Alman kabul ediyor. Yüzbinlerce Türk Alman vatandaşı oldu amma, onlar kendilerini Türk addediyorlar. Türkiye de yaşayan vatandaşların hepsi Türk’tür demek, Türk olmayanlara saygısızlık olmaz mı?

Bir de kanlarımız ile sulanmış tek bayrağımız oluşu. Yeryüzünde o kadar çok kırmızı bayrak var ki, onlarda bizim gibi kanatmışlar, kanamışlar mı diye düşündüm.? Kendi bayraklarından şort yapan milletleri görünce bizim ne kadar hamasi duygulara boğulduğumuzu kabullenmem lazım. Andora’nın, St.Antonio’nun da bayrağı var. Bunun gibi 10 bin nüfuslu kaç devlet var Uno’da akredite. Olimpiyatlar da resmigeçite katılan 100 e yakın milletlerin nüfusu 100 bini geçmez. Sadece 40 milyonluk Kürtlerin bayrağı geçmez. Türkiye buna razı değil, Türklerle Kürtler kardeş oldukları için. Kardeş kardeş (üvey kardeş.)yaşarken, Barzani Peşmergesinin Kürt kardeşleriyle daha çok mu kardeşçe yaşayabilirler? Gerçi dilieri, türküleri, yeme içmeleri, müşterek tarihleri olsa bile. Size Anadilde eğitim hakkı tanınırsa diğer Çerkez, Laz, Abaza,v.s. azınlıklarda anadilde eğitim istemezler mi? O halde Kürtler de onlar gibi azınlık. Amma Rumlar, Ermeniler, Museviler gibi azınlık hakları da yok.

Bugün Şırnak’ın köyündeki okullarda bile çocukların Tablet (I pet ) sahibi olup ta, internetle bütün bilgilere, bütün dünyaya açıldığı mümkünken CHP ‘lilerin Köy enstitülerinin hasretini çekmeleri ni, Köylü gençleri köye hapsetmek istemeleri ilkokuldan dahi mezun olamadıkları intıbaını yaratmıyor mu?

Deniyor ki: Biz Suriye’nin, Irak’ın, İran’ın bölünmesini istemiyoruz. Aslında söylemek istedikleri ‘’Biz Kürtlerin ayrı bir devlet kurmalarını istemedikleri. Çıkarın şu dilinizin altında ki baklayı. ‘’ Söyleyenden çok dinleyen arif olursa bu böyle anlaşılır Kürtlerce. Sonra Yugoslavya gibi parçalanırız. Sakın ha. Ama Kosova’nın müstakil olmasını, 50 bin Türk için anayasal garanti verilmesini, Türkçe ana dilde eğitim verilmesi insan hakları prensibine uygundur. Bu çifte standart değil mi? 150 bin Türk kökenli Kıbrıs vatandaşı için çifte devletlilikte ısrar edilmekte. Onların % 60’ı Kıbrıs Rum devleti pasaportu taşıdığı söyleniyor.

İlaç firmalarının temsilcileri doktor ziyaretinde ezberledikleri plağı yutmuş gibi ara vermeden tekrar ederler. Erdoğan’da konser veren grupların kurdukları podyuma çıkıp, şehir şehir dolaşıp ayni ezberi tekrar ediyor. Rakamlar dada hiç hata yapmadan, (virgülüne kadar), sadakatle. Bu ahalinin işi gücü yok mu? Hele binlerce başları beyaz tülbentle hanımlar o rakamları hafızalarında tutabilirler mi? TV kanallarının % 60’ında Erdoğan’ın konuşması (Söylevi) canlı yayınlanıyor. Halk bir gün evvel temcit pilavı gibi söylenenleri yeniden dinlemek zorunda kalıyor. Ben 50 senelik Avrupa da ki yaşamım da böylesine demokrasi şovu görmedim. Kılıçdaroğlu da ayni hevesle, acemice mitingler tertip ediyor.’’ Bu Erdoğan çocuklarınıza zehirli süt içiriyor diyor. Amerika’nın taşeronluğunu yapıyor. Onun eline tutuşturduğu layihayı anayasa diye bize yutturmağa çalışıyor. Çocuklarınızın güya zihnini açacak akıllı defterlerden 25 milyar dolarlık hırsızlık yapıyor. Suriye cumhurbaşkanı ile kanlı bıçaklı, Irak başbakanı ile hakeza. İran’la füze konumlandırması sebebiyle de ananevi dostluğumuzu zedeledi. Arap baharı yok. Arap kışı var. Biz iktidara gelince bütün problemleri çözeceğiz. Ben size CHP olarak, Kemal kardeşiniz olarak garanti veriyorum.(!) Diyor.

Bir seçim öncesi Baykal Köln’e gelmişti. İşsizliğe karşı ne yapacaksınız soruma şöyle cevap vermişti.: İşsizliği çözmenin garantisi CHP dir. Maalesef o devre CHP barajın altında kalmış ve meclis dışında kalmıştı. Şimdi Kemal bey de bildiği yalanı ret etmekten aciz,dolayısı ile de inandırıcı olamıyor.

Sayın Kılıçdaroğlu size CAMUS’nun dediği gibi diyorum ki ‘’Bildikleriniz hakkında yalan söylemeyi reddedin.’’

Sevindirici bir haber, orta sınıfın % 40 dan % 60 a yükselmiş olması ve alt tabakanın % 38 den % 13 e inmiş olmasıdır. Kentleşme neticesi orta sınıftaki kalkınmanın menfi bir gelişmesi de aile bağlarının zayıflaması ve boşanma oranının Avrupa da olduğu gibi % 60 a yükselmesi olmuştur. Bu neticeyi göz önüne alırsak Başbakanın 3 çocuklu aile yapısının gerçekleşmesi gerçekçi bir beklenti olamaz. Başbakanın üreme, san ’at ve seksüalite hakkında fetva vermesi özgürlükler hakkında pekte liberal olmadığı intıbaını uyandırıyor.

Antalya. 13.05.12

HEKİMLER ALTRUİST (diğerkâm ) OLMALI...



Dr.İsmet Turanlı
dr_ismetturanli@mynet.com

Medyanın gösterdiği hassasiyetle son zamanlarda hasta sahiplerinin hekimlere saldırıları nerdeyse günlük havadis olmaya başladı.

Evvela şunun altını kalın hatlarla çizmemiz gerekir. Hasta yakınlarının yahut hastaların, hangi gerekçe ile olursa olsun, hekimlere saldırmaları af edilemez, kabul edilemez. Hekimlerin yapması muhtemel tıbbi hatalar sebebiyle müracaat edilecek merci etıbba oda’sı, veya mahkemelerdir. Hiç kimse şahsi infaz yapamaz. Yapıldığı takdirde suç sayılır.

Bir kavga olduğunda daima iki taraf vardır. Bu aile kavgalarında da böyledir, devletler arsında da. Bir taraf hep haklı, öteki tarafsa hep haksız olamaz. Bazen iki tarafta haksız olabilir. Mesela Arabasına arkadan gelen arabanın çarpması halinde ,öndeki arabanın sahibinin arkadan gelenin sürücüsünü dövmeye kalması haksızlıktır. Arkadan gelenin sürücüsü öndeki arabanın sürücüsünün ani fren yapması şeklinde suçlaması da haksızlıktır. Bazen her iki tarafta haklı olabilir. Yani hocanın her iki tarafı da haklı çıkarması üzerine ‘’ Hem o haklı, hem ötekisi haklı olabilir mi?’’ diyene de ‘’ Sende haklısın ‘’ demiş Nasrettin Hoca..

Hekimlere yapılan saldırıları lanetlerken Türkiye de hekimler de ki eğitim noksanlığına ve hekimlerin hasta karşısında ki davranışlarında ki hatalardan da bahsetmem lazım.

Türkiye de psikosomatik tıbbi eğitimi hemen hemen yoktur. Bu şu demektir: Hastaların sosyo-psişik yönden hastalanmaları hakkında eğitim verilmemektedir. Bir misal verecek olursam. Kanamalı bir kadın hastaya maalesef hiç sorulmaz. Kocan alkolik mi? Dövüyor mu?, Kaynanan zulüm ediyor mu? Çocuğun hastamı? Bu tip araştırma, sorgulanmadan ya kürtaj yapılır yahut hormon tedavisi uygulanır. Yukarda saydığım sebeplerden biri mevcutsa hasta ne kürtajla nede hormon tedavisi ile sağlığına kavuşur. Kısa bir müddet sonra ayni şikayet ile müracaatında ayni muamele yapılır. Halbuki sebebe göre tedavi etmek gerekir. Psikosomatik tababetin eğitimin de noksanlık olduğu için geçen sene ‘’ Türk psikosomatik jinekoloji derneğini’’ kurdum. Kongrelerde sempozyumla r da , seminerlerde bu hususta konuşmalar yapıyorum. Ümit ediyorum ki ana bilim bölüm başkanları bu mevzuyu ciddiye alıp eğitimine başlarlar.

Daha önemlisi de Türkiye de hekim meslektaşlarım hasta karşısında ( Tanıdığı değilse) çok nobran davranıyorlar ve hastayı bilgilendirmeyi ihmal ediyorlar. Hastayı hastalığı ve tedavisi, prognozu hakkında onun anlayacağı bir dilde, sabırla bilgilendirmeği ihmal ediyorlar. Türkiye de ‘’ Bilgilendirme ‘’ hakkında bir kanun bile vardır. Almanya da hekimlerin hastayı bilgilendirmede zahmete katlanmadılarını tespit ettikleri için sigortalar ‘’BERATUNG’’ bilgilendirmeyi ilaveten honore etmeğe , ödeme yapmağa başladılar. Hem bu hastalığın nevine göre de değişik tir. Eğer bu bilgilendirme fazla zaman icap ettiriyorsa ücret hekimi temahlandıracak kadar yüksektir. Türkiye de hekimlere böyle bir vazife ve ücretlendirme yoktur. Bu durum büyük bir eksikliktir. Gerçi hekimlerin ALTRUİST olmaları gerekir. Yani sırasında karşılık beklemeden de hastaya hizmet vermeleri mesleklerinin icabı olmalıdır. Bugün bütün dünya da her hizmet Para ile ölçülüyorsa hekimlerinde karşılığı olmayan bir hizmeti yapmaları beklenemez.

Ben 50 seneden beri mesleki yaşamımı Avrupa da geçirdim. Yaşım itibari ile de Türkiye de mecburen müracaat ettiğim meslektaşlarımdan hemen hemen hiç saygı görmedim. Hastayı karşılarken ayağa kalkan hekim yok. Ayakta karşılamağa dahi tenezzül etmiyorlar. Hastaya hal hatır sormak, şefkatle, güler yüzle hitap şekli yok. Öylesine anonim bir davranış ki hastanın itimadını sarsmaktadır. Bu mesleğin temelini atan, dört yüz yıl batıda kitapları okunan İBNİ SİNA hekimin davranışlarında bu nezaketi, bu tür yaklaşımı şart koşmuştur.

Daha kötü bir davranış şeklide SEMPTOMDAN TEDAVİYE geçilmesidir. Hocamız Cihat Babaoğlu’nun Semptomdan teşhise diye bir kitabı, sonrada Teşhisten Tedaviye diye vardı. Bugün hekimler hastanın arazına göre reçeteye sarılıp ilaç tavsiye etmektedirler. İstisnaları tenzih ederim. Buna Almanya da ‘’ Schubiladen Medizin) yani araza göre çekmecenin muayyen gözünden ilaç çıkarıp vermektir.

Bilgilendirmek ihtiyacı olan , beklentisi olan hasta ayak üstü sorup eline reçete tutuşturulunca infial gösteriyor. Hani ÇUVALDIZI kendimize de batırmamız gerekir.

Demek istiyorum ki hulasa olarak :

1. Hekimlerin hastaları iyi dinlemeleri, onları ciddiye almaları, hatta satır aralarındakini, söylenmemişleri duymaları( Söyleyenden çok dinleyen ARİF olmalı) , dinlemeğe zamanlarının olmadığı intıbaını uyandırmamaları gerekir.

2. Hastayı bilgilendirmeleri. Bakanlığın bu rubrik için ücret ödemeyi kabul etmesi gerekir.

Bu iki nokta halledilmediği takdir de daha çok hekim meslektaşım saldırıya uğrar. Bu iki davranışın sisteme girmesi ciddiyetini koruyor.

Bundan kırk sene önceydi Rahmetli Bedri Rahmi bana ‘’ Yarelerim göz göz oldu, cerrah gözleyi, gözleyi’ adlı tablosunu verirken bir sosyal davamıza parmak basmıştı. Bir hastanın merkeple naklini resimlemişti. O tablo hala evimin en mutena köşesindedir. Arkadaşım Yıldırım Aktuna sağlık bakanı olunca ona mektup yazmış on tane helikopter satın almasını ve , merkeple hasta nakline son verilmesini rica etmiştim. Şimdi bu arzumun gerçekleştiğini görüyorum. Buna rağmen arada bir TV. haberlerinde merkeple naklinin devam ettiğine de şahit oluyorum. Üzülüyorum.

Hekimlerimizin ALtruist olmasını bekliyorum. Para kazanmak önceliği olanlar ticarete ATILSINLAR. Hekimlik servet yapmak mesleği değildir. Hele hele kültür jeneralden uzak yaşayanlar mesleği olmamalıdır. Duvarlarında tek tablo olmayan, ömründe klasik müzik dinlemeyenlere Fazıl Say gibi tavsiyede bulunmak istemiyorsam da. RUHUN GIDALANMADSININ SAN’atta olduğunu söylemeyide yaşım icabı addediyorum.

Antalya. 08.05.12

Türk Psikosomatik Jinekoloji dern as başkanı.


9 Mayıs 2012 Çarşamba

DERSİM İSYANI…





Dr.İsmet Turanlı.
dr_ismetturanli@mynet.com

DERSİM İSYANINA VE KATLİAMINA BERDEVAM

Siyasiler gündemde ki çıkarlarına göre hadiselere bir ad takarlar. Bunun en güzel misali Dersim hadiseleridir. Ne dediler o zamanın siyasileri: Bu bir Şeriat kalkışmasıdır. Hâlbuki ki Dersim de ki isyanın başı Seyyit Rıza USA ya mektup yazdığında ve yardım talep ettiğinde bunun bir Kürt isyanı olduğunu söylüyor. Ajans haberlerine göre daha dün yine Dersim de Kürtler (PKK’lılar) ve güvenlik güçleri arasında çatışma çıkmış ve 3 asker şehit düşmüştür. PKK’lıları takip operasyonu devam ediyormuş. Şimdi de Kürt isyanı yerine PKK’lı teröristler adı konuyor. Bana kalırsa değişen bir şey yok. 75 sene sonra ayni isyan berdevam. Siz bu hareketin ismini değiştirseniz de hakikati ortadan kaldıramıyorsunuz. Hat ta 85 sene önceki Şeyh Sait isyanına da dini gerekçeler uydurmuştunuz. O isyan da gene Kürt isyanıdır. Demirel’in dediği gibi şimdi 29 uncu isyan gerçekleştirilmektedir.

İddia edilen şu: Kürtler değil de bu Kürtçüler vatanı bölmek istiyorlar. Bunlar bölücüdür. İfna edilmeleri gerekmektedir. Dersim de on binlerce Kürt katledilmiş. Son PKK isyanında da 40 bin PKK’lı Kürt öldürülmüş. 30 seneden beri devam eden bu kör döğüş, bu inat bir netice sağlamış mı? O zaman Kemalist idare şimdi de farkında olmadan Ergenekon’cu zihniyet, askeri, derin devlet zihniyeti bu hatalı politikadan vazgeçirmiyor. Kendilerine göre bir isim takmışlar. Bunlar bölücü, teröristlerdir. Bütün dünya ise bunun bal gibi bir Kürt istiklal savaşı olduğunu inkâr etmiyor. Yanlış teşhis, yanlış adlandırmanın bir netice vermeyeceğini askerlerde defalarca dile getirdiler. Bütün orduyu Kandile götürsek te PKK’yı ortadan kaldıramayız. Benim izah edemediğim, hudut şehirlerin de PKK

Sızması, direnmesi bir dereceye kadar anlaşabilir de, iç Anadolu da, DERSİM de nasıl oluyor da bu derece varlığını muhafaza ediyor. İzahı şu ki PKK yalnız değil. Tabanı olan Kürt halkı desteğini esirgemiyor. Benim gibi askerliğin cahili bir şahıs bu hakikati fark ediyor da devlet erkânı. Generalleri, siyasileri idrak edemiyorlar.

Türkiye’nin üniter devlet olması, yani Kürdistanı da içine alan bir hak ise, Kürtlerin Kürdistan coğrafyasında üniter bir yapıya kavuşmasına insan hakları temelinde neden ahlaksızlık olsun. Milletlerin kendi kendilerini idare etme hakkı bütün dünya da geçerli iken bundan Kürtlerin mahrum bırakılması hangi demokratik insan haklarına uygun bulunmuyor. İkinci dünya savaşından sonra Kürt milleti büyük bir haksızlığa uğramış ve dörde bölük yaşamağa mahkûm edilmiş. Kürtler de ömrü billah dörde yaşamak istemedikleri için 30 kere isyan etmişler. Türkiye şimdi Esed ‘in Kürtlere özerklik tanımasından korkuyorlar. Hat ta bazı gazetecilerin, siyasi yorumcuların demesine göre bu durum Türkiye için bir felaket olur. Suriyeli Kürtler, hatta İran da ki Kürtler Barzani’nin eylül de yapacağı müstakili’yet beyanından sonra, ona katılırlarsa Türkiye de ki Kürtlerin de Kürdistan devletine katılma istekleri ortaya çıkabilir. Şimdilik gerek Barzani, gerek Talabani, ve gerekse Türkiye de ki Kürt önde gelenleri takkiye yapıp, ‘’ böyle bir arzumuz yok’’ deseler de o gün geldiğinde coğrafi Kürdistan’ın hudutlarının siyasi bir resmiyet kazanması önlenemeyecektir. Bu benim şahsi arzum veya görüşümden ziyade konjonktürün bu şekilde gelişeceğine dair ön görüşümdür. Çarşamba gelince Perşembe’nin gelişini önlemek takvimi değiştirmek gibi abesle iştigal olmaz mı? Bu nehrin akışını tersine çevirmek gibi bir saflık olmaz mı? Türkiye şu anda çok zor durumdadır. Suriye ile de, İran ile de, Iraktaki Şii devlet yöneticileri ile düşman pozisyonundadır. Barzani ile ilişkilerimizde ne duruma girer. Deniyor ki Barzani Türkiye ye muhtaç. Çünkü dışarıya açılacak bir kapısı ancak Türkiye’den olabilir. Dış siyaset mademki çıkarlar üzerinden yapılıyor. O halde Barzani’nin günü gelince Suriye, Irak ve İran üzerinden dostluk ilişkilerini geliştireceği ve dışa açılımını sağlayacağı neden olmasın ki, şayet Türkiye gerçek politikadan uzaklaşıp milliyetçi, Ergenokoncu zihniyetle Barzani ile ilişkileri bozma hatasına düşerse. Kürdistan da ki petrol sahalarının zenginliği de Barzan’iyi cesaretleştirebilir. Kurulacak Kürdistan ile iyi ilişkiler Türkiye’nin enerji ihtiyacını oradan karşılaması, cari açığını kolayca kapatması daha akıllı olmaz mı?

Görünen o ki 2012 Türkiye ve Kürtler için çok enteresan gelişmelere gebe bir yıl olacak. Bütün mesele bu gelişmeleri kansız atlatabilmek. Erdoğan feraseti bu manevraları doğru yürütebileceği, fakat Türkiye siyasetinde Ergenokoncu zihniyetin vesayetini sürdürdüğü intibaını vermektedir. Erdoğan bir taraftan ‘’ Halkların sesini duyulması’’ çağrısını yaparken Kürtlerin sesini duymamazlıktan gelmesi onun istikbaline karar verebilir.

USA nın Viyetnam da savaşı kaybetmesi, Irak’ta, Afganistan da senelerdir netice alamaması, Türklerin Araplar nezdinde topraklarının 4/5 ini kaybetmesi nedendir derseniz, size Sosyolojik bir gerçekten kaynaklandığını söyleyebilirim. ‘’MİLLETLERİN KENDİLERİNİ SAVUNMA REFLEKSLERİ VARDIR.’’ İşte Kürtlerin Şeyh Sait isyanından beri direnişleri bu savunma refleksinden doğmaktadır. Siyaseti gerçeklere dayanarak değil de hislerine kapılarak yapanlar daima mağlup olmuşlardır.

İskender Hindistan’a kadar, Cengiz han Anadolu’ya kadar, Timurlenk keza, Sezar Asya’ya kadar, Napolyon, Hitler, Osmanlı , İngilizler nerelere kadar uzanmışlardı. Sonunda hepsi de kendi köylerine dönmüş ve istila edilen yerlerde ki milletler kendi savunma refleksleri ile kendi hudutlarını tayin etmişlerdir. Tarihten ders alınsa idi bunlar olurmu idi?. Türkiye’nin de tarihten ders alıp Kürtlerin haklarını tanıması ve aptalca kan akmasını durdurması gerekmektedir. Yanlış yoldan ne zaman dönülür ise o kadar kar’lı çıkılır.

Bir başka konu da Arap baharıdır. Ne zaman ki Obama Irak’tan, Afganistan’dan çekileceğini beyan edince silah tüccarları yeni bir savaş alanı aradılar. Arap milletinde böyle bir potansiyel olduğunu gördüler ve geçen sene 134 miyar, bu senede halen 90 milyar silah satışı yaptılar. Bana kalırsa Obama, Erdoğan, Gaddafi, Esed v.s tarihi figüranlardır. Çünkü Arap baharı senaryosunun arkasında Silah satıcıları ve onların hesapladıkları maddi kazançlarıdır. Silahların insanların ölümüne sebep olması silah tacirlerinin PARA yüzünden ahlaksızlığını maalesef önleyemiyor.

‘’Yurtta sulh, Cihan da sulh’’ söyleminin safsata olmasını sağlayan SİLAH’ın ve PARA şehvetinin varlığıdır. Bu iki Şeytani müsebbip tedavülden kalkmadığı müddetçe insanlığa yeni yeni peygamberlerin gelmesi, eski dogmaların geçerliğini yitirmesi gerekir. Peygamberimiz savaş yaparak kazandığı bölgelerde gasp ettiği ganimetleri inancını yaymak için kullandığı söylenir. Aslında müdafaa için lüzum hasıl olmazsa savaşa karşı çıktığı gibi, rüşveti de lanetlemiştir.

Erdoğan’nın ‘’ Tek millet, tek bayrak, tek DİN’’ söylemi akıntıya kürek çekmektir. Esed’de öyle diyor, Gaddafi de öyle söylüyor du. Haklarının sesine sağır kaldılar. Erdoğan bilerek veya bilmeyerek 80 deki askeri vesayeti sağlamak için, Ergenokon’cu zihniyetle yaptığı kanunları değiştirmiyor. Seçimler de barajı kaldırmıyor, 35 inci maddeyi kaldırmıyor, dokunulmazlıkları kaldırmıyor, lider sultalığına meydan veren kanunları değiştirmiyor, basın ve fikir özgülüklerini sağlayıcı kanunları çıkarmamakta direniyor, (güya) anti terörist kanunlarını kaldırmıyor. Neden. Çünkü o da bu kanunlar değişince baskıcı yönetimi devam ettiremiyecek. Askeri vesayeti, Ergenokoncu zihniyeti kaldıramayacak.

Kardeş kardeş yaşamağa neden karşı çıkıyorsunuz?

Şimdiye kardeşlikten yana ne yapıldı ki? İnkâr edildi, dili yasaklandı, Dersim de, son senelerde de yüz bine yakın Kürt asker tarafından katledildi. Bugün bile anadil de eğitime razı olunmuyor. Parlamentoda Kürtçe iki cümle mebusluk yemini yapana senelerce hapishanede çürütmediniz mi? Kürt ileri gelenlerinin demokrasi içinde kardeşçe yaşamak istiyoruz yalanına inanılmasın. Bu zevahiri kurtarmak için söylenmiş sözlerdir. AK partili Kürt mebusların, bakanların İKBAL uğruna biat edişleri yüz karasıdır. Türkiye de ki Kürtler diğer devletler de yaşayan Kürtler ile daha çok kardeşçe yaşayamazlar mı? Bu insan haklarına aykırı mı? Ahlaksızlık mı? Ayni dili konuşup, ayni türküleri söyleyemezler mi? İbrahim bile hala korkuyor ana dilindeki türküleri söylemeğe. Mahkemeler de ana dillerinde savunmalarını yapmağa müsaade edilmiyor. Filologlar der ki: Yabancı dil bilenler dahi, sayı saydırdığınız da ana dillerinde saymağı tercih ederler.

Anadolu da bir laf vardır: ‘’Eline sağlık, gözüne nur. Ben cennete gideyim, sen kapıda dur’’. Türklerin Kürtlere kardeşliği de bu sözde en güzel ifadesini bulur. Kürtleri de beraber götür cennete. Yani Kürtlere eşit muamele yap. Hürriyet gazetesi diyor ki Türkiye Türklerindir. Çünkü Türklerin damarlarında asil kan mevcuttur(!). Neden Kürtlerin de olmasın. Kürtlerin varlığı Türklerin varlığına armağan mı olsun?.

Antalya. 07.05.12







4 Mayıs 2012 Cuma

Yanlış hesap Şam’dan dönerken!




Fikret Başkaya

Suriye’deki durumla ilgili Fikret Başkaya’yla söyleşi.

 Hakan Mertcan:
1- Suriye’de muhalefetin gerçek bir muhalefet olmadığını yazdınız. Suriye’de geniş bir muhalefet yelpazesi bulunduğu biliniyor. Bu süreçte, yani emperyalizmin saldırılarının üst düzeyde olduğu günlerde, çeşitli sol- demokrat ve seküler güçlerin olduğu Suriye muhalefetini tek bir potada değerlendirebilir miyiz? Eğer hayır ise, bize Suriye muhalefetini çeşitli kesimleriyle birlikte değerlendirebilir misiniz?

Fikret Başkaya: Suriye’de az-çok her ülkede olduğu gibi bir muhalefet var. Bu muhalefet daha özgürlükçü, daha demokrat, daha sosyal bir Suriye istiyor. Bir de emperyalizm hesabına ülkenin çökertilmesi, bölünüp-parçalanması için kan dökenler, katliamlar yapanlar, insanlık suçu işleyenler var. İşte kolonyalist/emperyalist NATO’cu ittifakın, bölgedeki pro- amerikan, pro-siyonist gerici Arap monarşilerinin ve Türkiye’nin “Suriye muhalefeti” dediği bunlar. Desteklenenler bunlar... “Özgürlük ve demokrasi savaşcısı” dedikleri bunlar. Elbette içerde de fanatik dinci bir muhalefet var ama hareketin omurgasını dışardan ülkeye sızan, Afganistan’da, Irak’da, Libya’da savaş deneyimi edinmiş unsurlar oluşturuyor. Bunlara emperyalist cephenin, Siyonist İsrail’in, Türkiye’nin ve bölge monarşilerinin ülkeyi çökertme ve parçalama planının taşeronları demek mümkündür. Yani paralı askerler... Kabaca söylersek, bunların dışında çok geniş bir muhalefet cephesi var ki, bunlar seküler unsurlar: Sosyalistler, komünistler, demokratlar, libareller, ülkenin seküler yapısını korumak isteyen geniş halk kesimleri ... Bu geniş yelpazede yer alanlar emperyalizmin rejimi çökertme planına şiddetle karşı çıkıyorlar. Afganistan’da, Irak’da, Libya’ya olup bitenleri çok iyi biliyorlar. Saldırı koalisyonunun asıl niyetleri konusunda kafalar net... Dolayısıyla iki şey: Birincisi, bir tek muhalefet cephesi yok ve ikincisi, rejimi yıkıp, etnik ve mezhep temellli fanatik bir islâmî rejim kurmak isteyen dış destekli unsurları bilinen anlamda iç-muhalefet saymak mümkün değil. Emperyalizmin, dışarının taşeronlarına muhalefet demek uygun mudur?

Hakan Mertcan
2- Emperyalist merkezler retorik bağlamında Suriye müdahalesine istekli görünüyor, fakat reel durum itibariyle bunu pek de başarabilecek durumda değiller gibi. Fakat Türkiye tüm sıkıntılarına karşın sıcak bir çatışmaya istekli görünüyor, aceba bunun gerisinde yatan saikler nelerdir; Türkiye’yi böyle bir savaşa iten ne gibi nedenler vardır, bunları açıklayabilir misiniz?

Fikret Başkaya:2001’de New York ve Washington’a yönelik suikast girişiminin hemen ardından, dönemin neocon yönetimi yedi ülkeyi çökertme kararı almıştı: Afganistan, İran, Irak, Suriye, Libya, Somali ve Sudan. Ve işe Afganistan’dan başladılar. Sonra Irak ve Libya çökertildi. Şimdi sırada İran var ama İran’a giden yol Suriyeden geçiyor. Zira, Suriye çökertilirse bu İran’ı saldırıya açık hale getirecek. Suriye’nin etkisizleştirilmesi, Hizbullahın da etkisizleştirilmesi demek. Tabii İran’ın ve Suriye’nin çökertilmesini en çok isteyen Siyonist İsrail... Zira, siyonist kolonizasyona ve emperyalizme direnen bu ikisi ve Hizbullah. Fakat ilginç bir durum ortaya çıkmış görünüyor. Başka türlü söylersek, Suriye’de kayaya çarptılar. Bir kere Suriye halkının büyük çoğunluğu rejimi savunmaya hazır. İkincisi, İran Suriye’ye tam destek veriyor. Suriye Libya gibi tecrit edilmiş bir ülke değil. Nitekim Seul dönüşü İran’a uğrayan Türkiye başbakanı Recep Tayyip Erdoğn’a Ayetullah Ali Hameney’in, gayet net bir dille: “Suriye’ye bir saldırı halinde seyirci kalmayız” dediği söyleniyor. Dolayısıyla Suriye etrafında İran, Irak, Lübnan Hizbullah’ından oluşan bölgesel bir ittifak oluşmuş durumda.
“Köpeksiz köyde değneksiz gezme” dönemi kapanıyor...

Suriye, Rusya Federasyonu tarafından eksiksiz destekleniyor [jeopolitik, jeostratejik ve ekonomik/ticari, vb. nedenlerle tabii...]. Şu an itibariyle Ruslar Suriye’ye çok sofistike bir hava savunma sistemi kurmuş durumdalar ve onbinlerce Rus askeri ve teknisyeni Suriyede bulunuyor. Dolayısıyla muhtemel bir hava harekâtı artık başka yerlerde olduğu gibi kolay değil. Bu, hava saldırılarının başarı şansını azaltıcı bir şey. Zaten kara harekatının da başarılı olması mümkün değil... Amerika’dan, Fransa’dan, İngiltere’den, vb. gelen askerin orada başarılı olması zor... Fakat asıl “yeni unsur” BRICS denilen [ Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika] ülkeler grubunun politik sahneye çıkmasıyla ilgili... Bu beşli Suriye ve İran’a muhtemel bir saldırıya karşı çıkıyor... Bunlar dünya nüfüsünün %45’ini, dünya GSYH’sinin de yaklaşık %25’ini temsil ediyorlar... Tabii bunlara bazı Latin Amerika ülkelerini de [Venezüelle, Bolivya, Ekvator, belki Şili...] dahil etmek gerekir. Böyle bir tablonunu varlığı demek, 2012 yılı itibariyle Sovyet sisteminin çöktüğü 1989-1990 sonrasının “kutupsuz’ döneminin kapanması demek... Bu da artık “köpeksiz köyde değneksiz dolaşmanın” mümkün olmaması demektir... Emperyalist cephenin reel olarak isteksiz ama retorik planda istekli görünmesi asıl bu durumla ilgili. Tabii her biri kendilerince bir “gerekçe” uydurarak şu aşamada sıcak bir çatışmadan uzak duruyorlar... Durum böyle olsa da asla bu işten vazgeçmiş değiller... Şimdi aynı Irak’da olduğu gibi ülkeyi zayflatıp içerden çökertme planı yürüyor... Irak ikinci saldırı öncesinde ambargo, ve “yaptırımlarla” zayıflatılmıştı...
Türkiye’nin durumuna gelince, Türkiye’den söz ederken onun bir NATO ülkesi olduğunu akıldan hiç çıkarmamak gerekir. Normal koşullarda Türkiye’nin bölge devletleri karşısında “düzgün” tavır alması zaten mümkün değildir. Zira ait olduğu, dahil olduğu pakt bir saldırı paktıdır... NATO’cu cephe Türkiye’ye “ şimdilik Suriye’ye biz giremiyoruz sen gir” diyorlar. Fakat Türkiye’nin saldırı konusunda bu kadar hevesli ve aceleci davranmasının başka nedenleri de var... İran’ın bölgesel etkinliğinden rahatsız. İran’a karşı pro-siyonist Arap monarşileriyle bir Sünni cephe oluşturma peşinde... Hem Siyonist İsraille ‘kavga ediyor’ görünüyor hem başlıca amacı siyonist rejimi korumak olan Radar sistemini NATO istiyor diye Malatya’ya kurdurtuyor... Türkiye emperyalist saldırıyı çantada keklik olarak görüyordu... Asıl aktörlerler geri çekilince şaşkına döndü. Zira başta hesap Beşar Esad’ın gitmesine, gitmezse zorla gönderilmesine, bu amaçla da silahlı çetelerin desteklenmesine ve askeri müdahaleye endeksliydi. Türkiye’nin rahatsızlığının ve şaşkınlığının nedeni yarı yolda bırakılmış olmaktan kaynaklanıyor ve tabii Suriye politikası tam bir iflas... Hem siyonistlerle ve gerisindeki emperyalistlerle, hem de bölge ülkeleriyle dost olmak mümkün değildir... Hem o, hem öteki olmaz... Ya o, ya öteki olur... Türkiye’nin son 50-60 yıllık tarihine bak: Ne zaman bölge halkları emperyalizmle yüz yüze gelse, Türkiye daima emperyalistlerin safında yer almıştır ve maalesef garp cephesinde yeni bir şey yok... NATO’cu Türkiye başka türlü yapabilir miydi?

Hakan Mertcan:
3- Milliyetçiliklere karşı olan biri olarak Arap milliyetçiliğinin en önemli temsilcisi olan Baas’ı Suriye özelinde nasıl değerlendirmektesiniz?

Fikret Başkaya:Baascılık başlarda iyi bir rotada ilerliyordu. Zamanla başlangıçtaki amaca ve varlık nedenine yabancılaştı. Tuhaf bir otokrasiye dönüştü. Tüm olumsuzluklarına rağmen Siyonist yayılmaya ve emperyalizme karşı direnen, Filistin halkının haklı mücadelesinde onu her koşulda destekleyen bir rejim olarak kaldı. Bağlantısız ülkelerin bir bileşeniydi... Başlarda Arap uyanışının ve Arap ulusal bilincinin oluşmasında önemli bir işlev gördü... Emperyalizmin hedefinde oluşu bir tesadüf değildir... Arap ulusunun bütünlüğünü sağlamak son derece olumlu bir şeydir ve bunu kavramın olumsuz anlamında milliyetçilik saymak yanlış olur. Eğer Arap ulusu parcalanmamış, bölünmemiş olsaydı, orası Siyonistler ve emperyalistler için yol geçen hanı olur muydu? Onun için neden söz edildiğini bilmek gerekir... Aksi halde bebeği leğendeki kirli su ile birlikte atmak gibi bir saçmalık kaçınılmazdır...
Hakan Mertcan:

4- Bir Marksistin herhangi bir devleti desteklemesi güç olsa gerek. Fakat reel politika açısından bazen bunun mümkün olduğunu görmekteyiz. İçinden geçtiğimiz konjonktürde, bir Maksistin tüm olumsuzluklarına rağmen, Esad rejimini desteklemesini nasıl değerlendirirsiniz?

Fikret Başkaya:Suriye’ye yönelik emperyalist, siyonist ve pro-siyonist rejimlerin, NATO’cu kutsal ittifakın saldırısına karşı çıkmak, Suriye devletinin değil, orada yaşayan halkların, Suriye ulusunun safında yer almak demektir. Emperyalist saldırı karşısında tavır almak demek, Suriye’nin parçalanmasına, bölünmesine, ufalanmasına, etnik ve mezhep temelli, akşamdan sabaha birlirleriyle boğazlaşan düşman topluluklar haline getirilmesine, emperyalizmin bölgeye daha fazla sokulmasına karşı çıkmaktır. Suriye ulusunun bütünlüğünü kim neden istemiyor? Eğer Suriye halkının çoğunluğu mevcut rejimin devamından yanaysa, siz onlara devletinizi bırakın emperyalistlerin oyununa dahil olun mu diyeceksiniz? Şahsen Emperyalistlerin Irak’a, Afganistan’a, Libya’ya, Sudan’a, Somali’ye... saldırdığında hep açıkça karşı çıktım. Ne yapmalıydım. Oralardaki rejimler kötü, öyleyse emperyalist katiller hoş geldi, saf geldi mi diyecektim... Eğer Suriye halkının, Suriye ulusunun rejimle bir derdi varsa, o orada yaşayan halkın sorunudur. Bize demokratik, ilerici, sosyalist, komunist, anti-kapitalist muhalefeti imkânlarımız ölçüsünde desteklemek düşer ama eger ülkeyi bölüp parçalama amaçlı kolonyalist/emperyalist bir saldırı söz konusuyla, hiç bir tereddüde mahlâl olmadan açıkça kolonyalist/emperyalist/siyonist haydutların karşısına dikilmek gerekir. Aksi halde etik/entellektüel tutarlılığınızı kaybedersiniz... Bir marksist olarak bu konudaki düşüncem budur. Eğer benzer bir saldırı kendi ülkem için geçerli olsaydı nasıl bir tavır alırdım. Açıkça emperyalist saldırıya karşı çıkardım. Her zaman çıktığım gibi... Emperyalizme karşı çıkmadan kapitalizmle mücadele mümkün müdür? Emperyalizme karşı çıkmak dolaylı olarak devleti desteklemek demeye mi gelir? Neoliberal soytarıların dediğinin aksine, henüz devletler de uluslar da bir vakıa... Bunları yok saymanın ne alemi var?
Hakan Mertcan
5. O halde bu durum karşısında ne yapmak, nasıl bir tavır ortaya koymak gerekiyor?

Fikret Başkaya: “Ben Suriye’ye yönelik emperyalist komploya karşıyım” demekle karşı olunmaz... Vicdanını rahatlatırsın ama bunun bir kıymet-i harbiyesi olmaz... Oturduğun yerde karşı olduğunu söylemenin bir karşlığı olur mu? Onun için konferanslar, paneller, açık oturumlar, yayınlar, bildiriler, mitingler, el ilanları, telgraf ve mail, v.b. ve bir şekilde tepkiyi açıga vurmak gerekir. Zira, açık saldırı savaşı şimdilik yakın gündemin dışında olsa da, iç kargaşayı ve terörü tırmandırarak, “yaptırımlarla”, “insânî yardımlarla” ülkeyi zayıflatma ve çökertme planı yürürlükte... Bu lânetli oyunu bozmak, emperyalist komployu boşa çıkarmak bizim irademiz dışında bir şey olmadığına göre...