11 Nisan 2014 Cuma

Türkiye'de seçimlerin sonu…




Yalçın Küçük


Birinci tez şudur, “30 Mart 2014 Seçimleri” ile sonucunun hiçbir önemi yoktur. Seçim öncesi çok daha mühim olmuştur, pek vurucu ve dağıtıcı geçti; sonrası sadece sanaldır, geçici, Fransızca, un succes éphémere, diyebiliyoruz. Öncesinde Akepe ve hassaten Erdoğan bitmiştir ve “ bittii”; artık kendini taşıması imkânsızdır. Şöyle de söyleyebilirim, hükümetini sürdürmesi kanunların ruhuna aykırıdır. Bundan böyle kanunsuzdur. “Hırsız” denmesinden daha fatal, yok edici olan, kanunsuz sayılmasıdır. Çünkü kanun ve kanunsuzluk doğaya ve topluma işler ve şimdi infaz edilmesini bekliyoruz.

İkinci tez şöyledir; bu seçimlerin gösterdiği ve pek önemli olan ise şudur, Türkiye’de seçimlerin sonuna ulaşılmıştır ve “the end of elections” diyebiliriz. David Fromkin’in meşhur kitabı misli, “an election to end all elections” da diyebiliriz. Bunu, ceteris paribus varsayımı ile, bundan böyle her seçimin sonucu aynıdır, şeklinde anlamak durumundayız. Bundan böyle seçim yapmak anlamsızdır. Ahmaklara uygundur; şimdi seçmenin yarısı morg’dadırlar ve morg hayatı yaşıyorlar.

Üçüncü tezi yazıyorum, halkın ırz düşmanlığına ve hırsızlığa ve gaspa duyarsız kaldığı tespitleri de ahmakçadır. Doğru tespit, böyle halk olmadığı ve kalmadığıdır.

Halklar, by definition, duyarlıdırlar ve duyarsız olanlara, “sürü” diyoruz. Morg’da yaşıyorlar.

Morgda yaşayanın duyması, uyarılması ve uyanması imkânsızdır. Dolayısıyla geçen “seçim olmayan seçim”, Türkiye’de seçimlerin sonunu göstermiş olup son seçimdir. Şöyle de açıklayabiliyoruz, seçmenlerinin yarısı morgda yaşayan bir memlekette, asıl yaşadıklarımızı “the end of history” olarak tavsif etmek zorundayız.

Tarihi işletmek gerekmektedir. Ama zordur.

Zor’a bağlıdır. Mümkündür.

Muhtemel mi, bize bağlıdır.

Dördüncü tez, kısmen teoriktir ve Marx’ın “opium” tarifini, teknolojinin ilerlemesine uygun bir şekilde, ayrıca şiddetlendirip haz ögesini çıkararak, “morg” ile değiştirebiliriz. Daha uygun olanı aramak durumundayız.

Din, soğutucudur. Bu nedenle, 1979 ve 1980 yıllarında, ezcümle, “Ordu gelecek, iktidarı alacak, Erbakan’ı hapse atıp çok daha yoğun islamcılık yapacak” derken, hem Ordu’yu ve hem de islam’ı biliyordum. Ordu da biliyordu; Erbakan’ın ötesi morg’dur. Yarımız morg’dadır.

Beşinci tez cilvelidir.

Eylülist Diktatör General Kenan Evren’in dava edilmesi ve 26 no’lu Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ’un hapse atılması, tarihin cilvesi ve cilvenin tarihidir. Buna rağmen ve belki de bu nedenle tarih açılamamıştır. Ancak seçimlerin sonu, bir anahtar kapasitesindedir.

Yüzde kırk beşi, akepe’nin, Medine ve Morg kapasitesidir. “Ağyar olanlar”, yüzde beş, çıktılar. Bu çıkışı, Kürt siyasal partisinde de görüyoruz. Bunlar her zaman var olan serseri reylerdir ve her zaman hayal kırıklığı yaşarlar. Yaşadılar. Aslında hep boğuldular.

Hayal kırıklığı, serserilerin ikinci yaşamıdır.

Altıncı teze gelmiş bulunuyorum, “Medine” Kapasitesi ve sınırını, bilerek, kullanıyorum. Tekrarlıyorum, Batı’da büyük islam alimleri çok zaman Hazreti Peygamber’e, “Prophet of Medina” dediler, ve ben şimdi, “Religion of Medina” tabirini, önermek istiyorum. Gasp, darp, kovma, yok etme, imamın harem kurmada sonsuz özgürlüğü, esastır. Bunlar günah ya da ayıp değil ve övgüye yol açan amellerdir.

Din’i, Medine’nin ve Hayber’in pek zengin ve pek Yahudi, başkalarıyla birlikte, Nadir aşiretini, keserek, kovarak, güzellerini alarak, kurmuştuk. O devirde, yedinci yüz yılın başlarından söz ediyorum, evlilik free idi ve cinsler arasında seks ayrımı tanınmamıştır. Belki geri ve belki ileri yaşadılar. Bilemiyoruz.

Şunu biliyoruz, Buhari’nin hadisleri arasındadır. Zeynep Bint-i Cahş çok güzeldi, Peygamber bir kez intime görmüşler, evlenmek istediler. Zeyd bin Harise ile evliydi, acele boşandılar. Hazreti Peygamber ile evlendiler. Kaynaklar, Zeynep’i “muhacir” tarif ediyorlar.

Ancak Zeyd, Peygamber’in azadlısı idi, “evlat” dahi sayılıyor ve pek dedikodu yaptılar, o sırada bir “işaret” geldi ki “ayet” de diyorlar, bu ve “mucize” pek daha doğrusudur, çözülmüştür. Bunlara bakmıyoruz.

Artık günümüzü biliyoruz.

Yedinci tez, 2006 ve 2007 yılında, Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı iddialarını zayıflatmak üzere cumhurbaşkanlığı için üniversite diplomasının gerekliliği ile sara hastalığını ortaya koyduğumda, “Caligula” Kitabı’m işte budur, Ankara’nın en seçkin lokantası Trilye’de, benimle görüşen en zengin müteahhitler, “peygamber hastalığı” diyerek savunmuşlardı; beraberinde getirebileceği muhakeme zayıflıklarını, kibir ve acımasızlıkları hiç görmek istemediler. “Grand Mal” Sara’nın büyük bir mantık zaafını da beraberinde taşıdığını görmek istemediler. Sanki bana, “peygamber yolunda, tek eksiği saradır” ve “teşekkür ederiz Yalçın Bey” dediler. Estağfurullah demek, bana düşmektedir.

Sekizinci tez, Din-i Muhammediye’de hem çıkış ve hem son durak, Medine’dir. Bu nedenle yedinci yüzyılın başında Medine’yi çalışıyorum ve Tayyip Erdoğan’a Medine’den bakıyorum ve Kemal Karabulut Kılıçdaroğlu ile ailesini Medine’de arıyorum. Ve “Nadir” Medine’dedir, işaret ediyorum. “Ayet” yerine, Kur’an’a uygun olarak “işaret” ve bazen de “mucize” kelam ediyorum.

Böyle baktığım ve burada aradığım için, Akepe’de oy düşmesini hiç beklemiyordum. Sonuçlara hiç şaşırmadım. Medine’nin sürekliliği ayrı, kurduğum modelin doğru çıkmasına sevindiğimi söylemek durumundayım. Ayrıca itiraf etmek istiyorum, bize, sosyalistlere ve kemalistlere cinayetler tertip etmiş olan bir kökten gelen birisinin cumhuriyetçi tercihi ve oyları ile Ankara’ya reis seçilmemesinden de ziyadesiyle memnun oldum. Bir ihanet önlenmiştir.

Silivri’den Ankara’ya avdet ettiğimde, elektrik direklerinde bu eski düşmanımızın “siyaset yok, hizmet var” afişlerini buldum. Biz “siyaset yok” diyen bir siyasetçiyi faşist sayan bir mektepten geliyoruz. Devam ediyorlar. Marx Okulu’nun bize öğrettiği budur. Okulumuzdayız.

Dokuzuncu tez olarak, bu önemsiz seçimlerin iki önemli işaretini kaydetmek istiyorum. Doğu Perinçek’in İşçi Partisi, uzun bir zamandır, intihar yolundaydı ve anladık ki, artık yolunu tamamlamıştır; intiharı hatmetmiştir. Uzun zamandır, imam-hatip okullarını ve türban’ı kabul ile anti-kapitalist eğilimleri sansür ediyordu; akepe’yi desteklemekte ve mehepe’ye yaklaşmak istemektedir. Sol ve sosyalizm ile bağı kalmamıştır ve son kurultayından, tesadüf mü, “ülkücü albay” olarak tanıttıkları birisi hariç, Silivri’de yatan, bir ölçüde solu bilen kıdemli kadrolarını tasfiye etmiş, ki devlete bir işaret olarak anlıyorum, ve apolitik isimleri ve sadece isimleri, yönetimine alarak, çıkmıştır. “Üçüncü Partisi” sayabiliriz, fakat, bir “Doğu Perinçek Cemaati” olarak telakki etmek daha doğrudur; yoluna böyle devam edebilir, öyle tahmin ediyorum. Başarılar diliyorum. Arkadaşlığımız var.

Onuncu Tez’e gelmiş bulunuyorum. Cumhuriyet Halk Partisi, Cumhuriyet’e ihanet edenlerin eline geçmiştir. Oyun içinde oyun oynadılar ve adaylar ile yerlerini Parti’nin değil, oligarşinin bürolarında, belirlediler. Çankaya, Beşiktaş, Kadıköy misli sonucu belli ve sağlam büyük yerleri, cumhuriyet düşmanlarına ve iltizama verdiler. Bunlar ve tabii başta Karabulut Kemal, artık, parti içi, savaş kışkırtıcısıdırlar.

Savaşın kabulü, kanunların ruhuna uygun ve gereğidir. Hainler, sorumludurlar ve adını daha önce verdiğim altı kişi, mutlaka, bir Özese Divanı’nda yargılanacaklardır, güveniyoruz. Buradayız.

Cumhuriyet Halk Partisi bayrağıyla, son seçime, Fethullah Gülen girmiştir. Başkanı, Kemal Karabulut Kılıçdaroğlu, Fethullah Gülen’in kasetlerini okumuştur. Kaset düzeneği, kısa bir zaman önce, bizleri, zındanlara koymak ve karalamak için kullanılıyordu ve o zaman, Gülen’in kasetlerini Tayyip Erdoğan çalıyordu ve hepsini Erdoğan çalmıştır. Şimdi bu kasetler, Said-i Nursi ile öğrencisi Fethullah Gülen arasındaki bir Medine Savaşı’nın borazanı oldular; Kılıçdaroğlu borazancıbaşıdır.

Yalnızca borazan çalma kabiliyeti var.

On birinci tez, her zaman olduğu üzere acıdır.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin Fethullah Cübbesi örtünmesinin, cehepe için, benim önce Anayasa Referandumu sırasında ısrarla işaret ettiğim üzere, Kılıçdaroğlu ve adamlarının Fethullah Gülen’e bağlı olmasını ispatlamasından başka hiçbir yararı yoktur. Bunun dışında Fethullah Gülen’in son seçime, “seçimleri bitiren seçim” de diyebiliriz, Kuruluş’un Kurucusu CHP ile girmesinin, görünüşteki bu iki tarikat arasındaki savaşın Erdoğan’ı çırılçıplak yakalaması bir yana, sadece iki büyük yanlışı ortaya çıkarmaya yaradığını da görüyoruz. Yanlışlardan birisi, Gülen’in kontrol ettiği bir oy kütlesi olmamasıdır; yoktur. Oyu olmayan ve ayrıca oy nakli yapamayan bir tür semi-illegal örgüttür. Tarikat tarafı pek zayıftır, ritüelleri yoktur ve kendisine ait bir camii bulunmamaktadır. Her tarafa gidebiliyor ve sızabiliyorlar. Sızma, ahlakıdır.

Başta Karabulut Kemal’in, Fethullah’ı bir oy deposu olarak göstermek istemesi, her zaman olduğu üzere, yalnızca bir dolaptır. Fethullah cübbesinin bu kurucu Parti’ye oy getirmediğini ve eksilttiğini söyleyebiliyoruz. Biliyoruz.

Devam ediyoruz ve On İkinci tez’deyiz. Şudur, “seçimlerin ilk ve büyük mağlubu Fethullah Gülen’dir” formülü daha büyük bir yanlış olup, ayrıca saçmadır. Aptalca bir formüldür; Gülen’de kaybetme karakteri göremiyoruz, ne kaybedebilir ki; bazen Rasputin’i hatırlatan bir reis ve kütleselleşmekten çok, devlete sızmaya çalışan ve büyük zenginler ve şirketlerde, medya dâhil, örgütlenmeye çalışan bir harekettir. Böyle bir hareketin kaybetmesi mümkün değildir ve şirketlerdeki ve gazete ve televizyonlardaki gücü azalmamıştır. Müritleri, sol partileri kıskandıracak bir bağlılık, mücadele ruhu ve dayanıklılık gösterdiler. Demek ki, hem kaybetme organları yoktur ve hem de kaybetmediler.

Şu noktaya işaret etmemin sırası gelmiş bulunuyor. Tekrarlayabilirim, “paralel yapı” cahilane bir kullanıştır ve devlet de Tanrı misli şirk ya da ortak kabul etmiyor ve asla içinde barındırmıyor. Fethullah Gülen Tarikatı ile esas olarak Said-i Nursi bir parti oldular ve sonra ayrıldılar. Radikal bir ayrılık olmamakla birlikte Medine Savaşı yaptılar, mümkünse birbirinin derisini yüzmeyi denediler. Hind bint-i Utbe’nin, yine Medine’de, Peygamber’in kuzeni Hamza’nın, Uhud’da ölmüştü, kulak ve burnunu doğrayıp küpe yapmasını ve ciğerini çıkarıp yemek istemesini hatırlıyor ve hatırlatıyorum. Pire için katlederler.

Seçimlerin öncesinde, Erdoğan’ın bakanı, Erdoğan Bayraktar, hırsızlıkla suçlamaları için “ne yaptıysam Erdoğan’ın emri ile yaptım” demiştir. Gülen’e yakın, uzaklaştırılan İstanbul Emniyeti İstihbarat Şubesi Eski Müdürü Ali Fuat Yılmazer, ki bütün tutuklama dosyalarımızı hazırlayan adamdır, tutuklamaların hepsinin, Başbuğ’unki dâhil, Tayyip Erdoğan’ın emri ile yapıldığını, görgüye dayalı bir tanık olarak, açıklamış ve teyit etmiştir. Erdoğan’ı bitirenler bunlardır ve artık “lame duck” diyebiliyoruz. Aslında tabir budur ve topaldan çok ötededir.

Akepe bir devşirme ve kucaklama partidir; adamı yoktur ve hep kucakta taşınmıştır. Bundan sonra da, Gülen’in yarı-gizli ekonomi-politik örgütüne bir zarar vermesi zordur. Bağırır ve çağırır, ama, arkası yoktur; ortak bir parti idiler ve arkası hâlâ güçlüdür. Arkada kalan Hayati Yazıcı Fethullahi rengini açıklamıştır, Erdoğan’ın en güveniliri idi ve şimdi Erdoğan’ı frenleyenlerin başında ve hala bakanlıktadır. Bülent Arınç ile Abdullah Gül, Gülen için kalkandırlar. Reha Denemeç de buradadır. Öyleyse Erdoğan, bundan sonra, rabia’da bir reis’tir. Görüyoruz.

On üçüncü tezde şu var; Erdoğan, davaları kabul etseydi, bu kadar eskimezdi ve şimdi Oscar Wilde’ın, Dorian Gray’in Portresi’nden başka bi-şi değildir ve tam öyledir. Portre yırtılmış ve gerçek yüz çıkmıştır ve bu yüzle, bundan böyle hiç kimsenin Türkiye’yi yönetmesini düşünemeyiz. Kanunların Ruhu var.

(Devam edecek)

Kaynak: Odatv.com


Hiç yorum yok: