20 Nisan 2016 Çarşamba

Öldüğü iddia edilen Mihrac Ural'la ilk röportaj: Bari Cenaze Namazımı Kılsaydınız...



Öldüğü iddia edilen Mihrac Ural'la ilk röportaj: Bari Cenaze Namazımı Kılsaydınız...
Son haftalar içinde gerek görsel-yazılı medyada gerek sosyal medya ortamında hakkında ‘öldürüldüğü’ yönünde haberler yapılan, bir dizi farklı iddia ve tartışmalarla gündeme gelen kişiyle, Suriye Lazkiye’de kendi kurduğu Mukaveme Suriyyi (Suriye Direnişi) hareketinin lideri Mihrac Ural’la merak edilen detayların konuşulduğu röportajı dikkatinize sunuyoruz. Gazeteci Ferhat Aktaş Sykpe üzerinden ‘yaşamadığı’ iddia edilen Mihrac Ural’a ulaştı ve cevabı merak edilen soruları kendisine yöneltti. İlgiyle okuyacağınız röportaj aşağıdadır.
Ferhat Aktaş: Mihrac bey, güncel yerleşik algıdan kaynaklı biraz ironi içeren soruyla röportaja başlamak istiyorum. Öncelikle tekrardan dünyaya geri döndüğünüz için merhaba diyorum. Ve sıkça sorulan ama cevabı biraz askıda kalan soruyu ben direk muhatabı olan size yöneltiyorum. Siz öldünüz mü yoksa yaşıyor musunuz?
Mihrac Ural: (Gülüyor) Şimdi… Mihrac Ural’ın öldüğü/öldürüldüğü hususunda şunlar söylenebilir; özellikle Suriye düşmanları başta olmak üzere bölge halklarını kıyıma uğratan selefi-cihadist terör şebekeleri sadece beni değil bütün insanlığı öldürmek için çaba sarf ediyor. Bu nedenle onların halkları savunmak için yola çıkmış, hayatının her döneminde halkı savunmuş, vatan çıkarlarını kendi çıkarlarından öncelikli saymış benim gibi bir insanı öldürmek istemeleri çok normal. Esasında işin mantığında da bu var. Ama Mihrac Ural yaşam kültürü uğruna mücadele ederken, onları kendi çıkarları için kullananlar ve finanse edenler ölüm kültürünün temsilcileri olarak her zaman bu denklem içinde var olacaklar. Öldürdüklerini iddia ettiler, ben buradayım ve bu toprakların evladı olarak burada olmaya devam edeceğim ve her kim ki ölüm kültürüyle bölgeye, Arap, Kürt, Türk halklarına yaklaşırsa bunun karşısında hem kendi ilkelerimin hem inanç kültürümün bir gereği olarak yaşam kültürünü savunacağım.
F. A: Özellikle 29 Mart tarihinden itibaren Yeni Şafak, Akit, Sabah gibi havuz medyanın geçtiği haber akışına göre; tekfirci Ahrar’uş Şam örgütü tarafından düzenlenen bir saldırı neticesinde, Lazkiye kırsalında beraberinizdeki Rus ve İranlı subaylarla öldürüldüğünüz, hastane kayıtlarına göre ölü olduğunuzun netleştiği ve sonradan gizlice Kırdaha’ya götürülerek gömüldüğünüz ifade edildi. Hatta ülkemizin resmi haber ajansı AA bile ölüm haberinizi istihbarat birimleri tarafından teyit edildi diyerek abonelerine duyurdu. Sorum şu; Sizi ölmeden öldürme ve bu kurgu üzerinden yapay zafer ilan etme anlayışını neye bağlıyorsunuz,  malum medya organları neden sizi öldürmek için bu kadar hevesli?
M. Ural: Bunun bir tek açıklaması olabilir, Mihrac Ural vatan savunmasındaki başarıları nedeniyle ve Suriye’deki hezimetlerini örtmek için propaganda malzemesi olarak kullanmak istemelerindendir yoksa bir Mihrac Ural’ın öldürülmesi neyi değiştirebilir? Binlerce, yüz binlerce Mihrac Ural var Suriye’de. Mukaveme Suriyyi savaşçılarının her bir tanesi, kahraman Suriye ordusunun her bir komutanı Mihrac Ural’dır. Bütün vatansever güçlerin her bir militanı bir Mihrac Ural’dır. Yani bu bir ruhtur, ete kemiğe bürünen kimliktir, vatan savunmasında kararlılıktır işte onların öldürmeye çalıştığı budur. Bu öldürülmesi mümkün olmayan bir varoluştur. Bir toprağı, vatanı nasıl ki öldüremezseniz, bir Mihrac Ural’ı da öldüremezsiniz. Çünkü bizler bu toprakların evlatlarıyız. Ben, Suriye ve Türkiye halklarının evladıyım. Bizi katletmek demek bu toprakları katletmek demektir ve bunu asla başaramazlar. Bundan dolayı güzel bir slogan gündeme getirdik. Ba-şa-ra-ma-ya-cak-lar!
F. A: Havuz medyanın hakkınızdaki haber akışı sosyal medya ortamında da (Twitter ve Facebook) etkisi gösterdi. Kimi siyasetçilerden yandaş yazarlara kadar bir kesim Mercidabık ve Lazkiye konulu göndermeler yaparak ve inanç kimliğinize dikkat çeken ibarelerle ‘ölmenizden’ duyduğu mutluluğu yorumlarına konu etti. Hatta TV, gazete ve internet sitelerinde analizler yapıldı, köşe yazıları hazırladı. Mihrac Ural’a bu kadar öfke beslemelerinin arka plan anlamında mantığı nedir? Mercidabık paranoyası olarak görülebilecek tarihsel mesele bu kesimi neden bu kadar rahatsız etti?
M. Ural: Şimdi efendim… Mercidabık olayı hakkında dedim ki; bu Alevi dağları 500 yıl sonra Türkiye devletinin kışkırtmalarıyla vatan ihanetine sürüklenen bir grup Türkmenin bakınız tüm Türkmenler değil zaten onların ezici çoğunluğu vatanseverdir ve bizimle birlikte, saflarımızda dövüşen insanlardan oluşur. 500 yıl sonra Yavuz Sultan Selim’in yayılmacı aklıyla bölgeye yayılmak isteyenler karşılarında bu toprağın gerçek sahiplerini buldu. Ve 500 yıl sonra rövanşta bu toprakların sahipleri topraklarını yayılmacılardan temizledi. Bu anlamda söyledim.
Ben hayatımın her döneminde laik bir insan olarak yaşadım. Hiçbir zaman ne etnik ne inançsal kimliğiyle ilgili etkili bir siyaset yapmadım. Mukaveme Suriyyi kurduğumda da Suriye’nin tarihsel, jeo-stratejik yapısına dayanarak kurdum. Dedim ki, Suriye kadim tarihler boyunca ipek yolu ve baharat yolunun merkezinde geçiş kanalı olarak, bugünde petrol ve gazın boru hatlarının geçiş kanalı olarak önem taşıdı. Dünya insanlığının %30’dan fazlasının dönüştürülebileceği bir alan olarak bütün imparatorlukların ve emperyalist güçlerin ilgi alanını üzerine çekmiştir. Kadim tarihte Roma, haçlı seferleri, Osmanlılar bölgeye askeri müdahaleleri ve yayılmalarıyla bu belirttiğim amaçlar için çaba sarf etmiştir. 20. yy.dan itibaren İngilizler, Fransızlar, Almanlar ve sonra İsrail- Amerika bölgeye el atmak, askeri üstler inşa etmek ve buranın enerji yollarını ele geçirmek için bu bölgeyle ilgili olmuşlardır.
Tarih boyunca bu jeo-stratejik konumu itibarıyla bir köprü olan, kuzeyi güneye doğuyu batıya bağlayan Suriye hep süper güçlerin, hep imparatorlukların ilgisi çekmiştir ve burayı egemenler kendilerine tabi bir toprak parçası haline getirmeye çalışmıştır. Dün olanlar bugünde devam ediyor. Ama dün bu projelere ve siyasetlere karşı Roma’nın karşısında Zenobia’nın direnişini görüyoruz. Mukavame Suriyyi’nin ilham kaynağı olan imparatoriçe Zenobia, Tedmur Kraliçesi, Roma’ya 270 yılında direndi, ölümüne kadar direnişini sürdürdü ve tarihte ilk kez vatan kavramını vatanın bütün unsurlarını bir araya toplayarak Roma’ya karşı gitme çabası gösteren ilk yönetici oldu. Kendisi ne Hıristiyan ne İslam’dır. Puta tapan bir gelenek, kültürden geliyordu ama Antakya kilisesi etrafında toplanan Hıristiyanları vatan savunmasına davet eden ilk insan olmuştur. İşte oradan başlayan süreç haçlılara karşı direniş, Bizanslılara karşı direniş, Osmanlılara karşı direniş ve bu direnişin en görkemli tablosu Şam’ın Merci meydanında Cemal Paşa tarafından astırılan 21 Suriyeli ve Lübnanlı siyasal ve toplumsal şahsiyet ve ardından Fransızların manda yönetimi ve ona karşı Şeyh Salih el-Ali sahil bölgesinde Alevi lider olarak, İbrahim Hananu Halep’te Kürt lider olarak, Yusuf el-Azme Arap lider olarak Şam’da, Sultan el-Atraş güneyde Dürzi lider olarak Suriye bağımsızlık savaşı başlattılar. Buradan da görüyoruz ki Suriye bütün mozaiği, bütün etnik ve dinsel dokularıyla Suriyeli kimliğiyle işgalcilere karşı savaştı.
İşte bu gelenek bugüne gelip dayandı. Bugün olan aşamadan önce bir aşama daha vardı o da; büyük lider Hafız Esad döneminin emperyal bölge projelerine karşı duruşudur bu duruşun anılması gereken önemli dönemeçleri 1990’da Lübnan’da iç savaşı sonuçlandırması ve Lübnan’ı istikrara kavuşturması ve dünyanın en güvenli ülkesi haline dönüştürmesiydi. 2000 yılında İsrail’in Güney Lübnan’dan bir gece ansızın kaçıp gitmesini sağlayan Lübnan direnişine, Hizbullah hareketine en büyük katkıyı yapmakla Hafız Esad o noktayı yükseltmişti. Bu ayrıca Hafız Esad, Lübnan’da Birleşmiş Milletlerin henüz terör ile direnişi birbirinden ayıramadığı bir dönemde, 26 Nisan 1996’ta bağlanan protokol gereğince, Hizbullah’a meşruiyet kazandırmıştır. BM nezdinde karar altına alınan o protokolde dünya’da ilk kez yazılı olarak; ‘bir ülkenin toprakları işgal edilmişse başka ülke tarafından o ülkenin insanları direnme hareketi başlatma hakkına sahiptir’ denilerek not düşülmüştür. İşte o günden bugüne bölgemizin direnişi meşru hale gelmiştir. Bu aşamadan sonra emperyalistler Lübnan’ı bir konak, bir karakol olarak elde edemedi, oradan bölgeyi yönetme çabaları da iflas edince bütün bu güçler ve 80 ülkenin beslediği terör şebekeleri Suriye üzerine yığılmaya başladılar. Ve Suriye’de bugün Beşar Esad yönetimi bu direnişin başında başarılı bir şekilde direnişini vatan savunması çerçevesinde yürütmektedir.
Şimdi bütün bu anlattıklarımdan çıkartılması gereken sonuç şu; Suriye vatan olarak bu dış güçlerin ve kuklalarının saldırısına uğramaktadır ve bir vatan olarak savunmasını Alevi, Sünni, Hıristiyan, İsmaili, Şii, Ezidi, Dürzi hepsi ile savunmak durumundadır. Bu denklemde bir tarafta gerçek Suriyeliler var diğer tarafta ise dış güçlerin kuklası, yayılmacı, Suudi ve Katarın denetiminde olan ve bölgenin kültürüyle uzaktan yakından ilişkisi olmayan dayatmacı, tekfirci çevreler var. Bunlar zaten kukla olarak emperyalistlerin, İsrail’in bölgede çıkarlarını temsilen rol oynamaya çalışıyor. İşte durum bu denklemde olunca bu karşıt, yayılmacı, düşman güçlerin medyası da doğal olarak bu propagandaları yapacaktır.
Yenişafak, Akit, Sabah’ın yani yandaş medyanın Suriye düşmanlığı esasında emperyalist çıkar çevrelerinin bir uzantısı olduklarının dile gelmesinden ibarettir. Onların Suriye düşmanı olması bu işin doğasından gelmektedir ve doğal olarak buradan yola çıkarak her türlü propagandayı yapma çabası içinde olmaktadırlar. Bir taraftan mezhepçilik öne çıkartıldı, bir taraftan aşiretçilik öne çıkartıldı, bir taraftan bölgecilik öne çıkartıldı, bir gün Kürt sorununu karşıya dikmeye çalıştılar ertesi gün Kürt düşmanlığı yaptılar, birinde Dürzileri kışkırtmaya çalıştılar sonra Dürzi düşmanı oldular, Alevileri döndürmeye çalıştılar sonra Alevi düşmanı oldular… Yani bir milletvekilinin kalkıp; ‘’Alevilerin Suriye’de mezarlarını bile bırakmayacağız’’ diyerek bu saflarda yer almasının mantığı ne olabilir? İşte medya aracılığıyla gündeme gelen mantık özetlediğim çıkarları yansıtmaktadır. Dolayısıyla Akit, Yenişafak, Sabah şu veya bu TV kanalının Mihrac Ural’a olan düşmanlığı şahsi olmaktan çok bir yönelimi, bir düşünceyi, vatan savunmasının sert kayasını balyozlarla yıkabileceklerine olan inançlarından kaynaklanmaktadır. Ama bu topraklar öldürülemez. Bu vatan katledilemez.
Bizde bu vatanın evlatları olarak bu vatanı savunma kararlılığımızla tüm saldırılara karşı direnme kararı aldık, bu direnmemiz savunma çizgisi çerçevesindedir. Direnişimizi Mukaveme Suriyyi çatısı altında sürdürürken tamamen uluslararası kurallara uyarak mücadele ediyoruz. Ne çevreye zarar veriyoruz ne sivillere zarar veriyoruz ne de ibadet-okul gibi yerlere zarar veriyoruz. Bu ilkeler, bu ahlakla direnişimizi sürdürmekteyiz. Hareketimiz ne mezhebi ne etnik bir şeye önem vermez çünkü saflarımızda Hıristiyanlar, Türkmenler, Araplar, Kürtler, İsmaililer, Dürziler ve Aleviler yer almakta ve savaşın temas hattında yerlerini alarak mücadele etmektedirler.
F. A: Aslında hakkınızda daha önceleri de benzer iddialar gündeme getirildi ve siz çok kısa süre içinde görsel ve yazılı bu iddiaları tekzip ettiniz. Bu defa iddianın üzerinden haftalar geçtiği halde benzer şekilde tekzip etmediniz. Yani çok dillendirilmesine rağmen görsel bir beyanatınız olmadı. Merak edildiği için soruyorum. Neden bu süreç gecikti ve ne zaman kamuoyunun kuşkularını giderecek şekilde mesaj vereceksiniz?
M. Ural: Öldürme olayı meydanında ötesine geçerek ücretli katillerle fiili olarak bu kirli amaçlarını ve kirli hedeflerini ikame etmek istediler. Doğal olarak bunu başaramayınca bizlerin yapması gereken, devletin yapması gereken yani devletin vatandaşını koruması çerçevesinde icraatlar gündeme geldi. Bu icraatlar halen sürüyor ve bundan dolayı biraz daha zamana ihtiyaç var. Bu zaman süresinin sonunda her şeyi bütün detayıyla paylaşacağız. Sadece sevenlerimizden biraz sabır bekliyoruz. Başka bir şey değil.
F. A: Yani bu söyleminizden anladığım kadarıyla güvenlikle ilgili bir sorun söz konusu değil mi?
M. Ural: Yaklaşık olarak böyle diyebiliriz…
F. A: Öldü/öldürüldü haberlerinden ayrı olarak aynı günlerde hakkınızda bir iddia daha gündeme getirildi. Bu daha çok sosyal medya ortamında dillendirilen, Suriye güvenlik güçleri tarafından gözaltına alındığınız ve tutuklandığınız yönünde bir iddia olarak öne çıkarıldı. Hatta 14 Ocak tarihli, İkinci Fırka Komutanı M. Hasan Merhec imzalı olduğu söylenen ve sizin görevden alındığınızı ibraz eden bir belgenin fotokopi nüshası sayfalarda dolaştırıldı. Bu iddialar hakkında neler söylemek istersiniz? Yani siz şu an görevden alındınız mı ve tutuklu musunuz?
M.Ural: Bu sahte belgeleri yapmak kadar kolay bir şey yok. Mihrac Ural Suriye’nin bir evladıdır, hareketinin başında 5 yıldır hiçbir karşılık beklemeden mücadele ediyor, Sayın Başkan Beşar Esad tarafından sevgiyle kucaklanan, bulunduğu her yerde vatanseverliğin ideologluğunu yapan bir insandır. Bu insana hiçbir güç ne yaklaşabilir ne zarar verebilir. Kaldı ki Mukaveme Suriyyi sivil bir savunma örgütüdür. Suriye halkının refleksi ile gelişmiş bir örgüttür. Ne hükümet ile ne bir devletle bağlantısı yoktur. Suriye hükümeti sadece silah vermiştir oda fevri silahtır. Giderler, harcalamalar için herhangi bir fon ayırmamıştır. Bu anlamda maddi herhangi bir yardım resmi kanallardan yapılmamıştır tamamen halka dayanan bir örgüttür ve bu halkın kendi tercihleri yönünde mücadelesini oluşturmuştur. Her türlü etnik-inançsal yapıdan insanın katıldığı bu örgütün başında bir komutan olarak ne ben kendimi atadım ne hükümet beni atadı dolayısıyla ne ben kendim istifa edebilirim nede hükümet beni görevimden alabilir. Hükümetin iç işleyişimizle ilgili uzak-yakın hiçbir ilişkisi ve etkisi yoktur. Olamazda. Herkes bilmeli ki Mukaveme Suriyyi halkın çabalarıyla oluşan bir direnme hareketidir. Hükümetle organik bağı, atama-görevlendirme yoktur, olmayacaktır. Bu topraklarda direniş sürdükçe Mukaveme Suriyyi bu halkın kararlı duruşu ve desteğiyle yoluna devam edecektir.
Şimdi özellikle Türkiye’de Mihrac Ural’a kin ve nefret besleyen, eski sol çocukluk hastalığından kaynaklanan algılarla yola çıkarak şahsımı karalamaya çalışan yok efendim ‘görevden aldılar, görev verdiler, para aldı, tutuklandı, devlet onu etkisizleştirdi…’ her türlü dedikodular şahsi kinlerden kaynaklanıyor. Bunlara prim vermemek gerekiyor. Zaten halkta karşılığı olmayanların dedikodularıdır. Yani basit algılar çerçevesinde karalama yapanların ciddiye alınmaması gerektiğini düşünüyorum. Bunların ne bir kanıtları ne bir belgeleri ne bir dayanakları var ama işte çamur at izi kalabilir düşüncesiyle dezenformasyona çalışan, bilgi kirliliği yayan insanlardır. İsimlerini sayabiliriz ancak gerek görmüyorum. Bunlar bir önem arz etmiyor. Karalama her zaman olacak önemli olan bu karalamalar denklemin hangi tarafında duruyor ona bakmak gerekir. Biz Suriye’de tekfirci teröre karşı savaşmak için mumla insan arıyoruz. Ama bir kişi daha mücadelemize katılsın, ama şu olanağı da mücadeleye sevk edelim, Rus, İranlı, Lübnanlı dostlarımız, dünya devrimcileri gelsin bizimle savaşsın dediğimiz aşamada her şeyini Suriye vatan savunmasına sunan bir Mihrac Ural’ı özel olarak karalamak çok alçakça bir şeydir. Ancak bunları söyleyebilirim.
F. A: 13 Nisan’daki Suriye parlamento seçiminde sandık başında çekilen ve size ait olan fotoğrafların 2014 tarihli olduğu iddiası yine özellikle havuz medyanın muhabirleri tarafından gündeme getirildi. Bu sandık başındaki fotoğraf kareleri güncel mi?
M. Ural: (Gülüyor) Yani şimdi bu akıl o kadar basit ki fotoğrafı yorumluyorlar. Klavyeyi yorumluyorlar. Türkçe ve Latince yazı karakterini yorumluyorlar. Yorumluyorlar da yorumluyorlar, (Gülüyor) benim söyleyebileceğim tek bir şey var; yarın videolarla 27 Mart’tan itibaren başlayan bu süreci gün gün okura, izleyiciye yansıtacağız. Türk medya kanallarının benim ‘öldürüldüğüm’ haberini verdiği an onları seyrederken yaptığım yorumları da vereceğim. Onlar bir taraftan ‘öldü’ derken Mukaveme Suriyyi yiğitleriyle onlarla nasıl alay ettiğimizi görsel-sesli kanıtlarıyla kamuoyunun dikkatine sunacağız. Tek bir ricam var beni sevenler bu halkaları kendilerine sunmam için beklesinler. Diyeceğim budur.
F. A: Hakkınızda gündeme getirilen iddialarla ilgili sorumlarıma ek olarak yapılan Suriye parlamento seçimlerini Cenevre barış görüşmeleri öncesi nasıl değerlendirmek gerekir, katılım boyutuna da dikkat çekerek seçimle verilen mesaj ne anlam ifade ediyor, önce AKP sonra ABD sözcülerinin Suriye seçimleri gerçekleşmeden hemen önce seçimi gayrimeşru ilan etmesini nasıl yorumluyorsunuz?
M. Ural: Suriye’nin beş yıl içinde yaptığı altı seçim var. İki tane mahalli seçim, bir Cumhurbaşkanlığı, bir Anayasa oylaması, bir parlamento seçimleri ve şu an yeniden 13 Nisan’da yapılan parlamento seçimleri. Bu açık bir meydan okumadır. Türkiye’de yüz yıldır yapılan beş tane anayasanın hepsi de askeri darbelerin ürünü anayasalar olmasına rağmen parlamenter, çok partili sistem demelerine rağmen hala sivil bir anayasa yapamadıklarını göz önüne alırsak Suriye’nin yaptıkları bir başarıdır. Bu dediğim gibi bir meydan okumadır, bütün terör şebekelerine ve destekçilerine ben bu halkı temsil ediyorum, bu halk beni tercih ediyor deyişinin açık ifadesidir. Hiç kimse kalkıp devlete ve halka yönelik dünyanın dört bir yanından gelen ruh hastası, insanlıktan çıkmış vampirlerin saldırıları karşısında halkı temsil eden bir yönetimin sessiz kalacağını düşünmesin. Erdoğan Cizre, Silopi’yi, Kürt halkının yaşadığı yerleşim alanlarını Suriye’de gündeme gelen görüntünün on katı fazlasıyla yerle bir etmiştir. Otursunlar kendi halklarına güven vermeyen, kendi halklarının demokrasisi çalan, cumhuriyetin bütün kurumlarını tasfiye eden, bir sivil anayasa yapamayan, Başkanlık sistemi adı altında Portekiz’deki António de Oliveira Salazar gibi bir yönetime gitmek isteyen Erdoğan’ın halkına karşı yaptıklarının muhasebesini yapsınlar Suriye’deki olanları sorgulamadan önce…
Suriye halkı vatanını savunuyor, Suriye yönetimi yayılmacı değil, kendi vatanı için çalışıyor. Beşar Esad yönetiminin halk tarafından bu oranda desteklenmesi, özveriyle arkasında durulmasının nedeni de budur. Türkiye’de Suriye gibi bir durum olsa bunlar bir dakika bile durmadan kaçar. Çünkü temsil ettiği algı hiçbir zaman Anadolu halklarının ortak çıkarlarını temsil eden bir algı değildir. Ama bugün Suriye’de Beşar Esad’ın temsil ettiği ve 14 ilin 13’te hala ezici çoğunlukla hakim olan meşru yönetimin algısı Suriye halklarının algısıdır. İnanç mozaiğinin algısıdır. Etnik bütün varoluşların algısıdır. Meşru yönetim onları temsil etmektedir.
Şimdi bakın ABD kulislerle karar alan bir yol izler. Basında söyledikleri tamamen tüketilmek üzere harcanan sözlerdir. Onlarda şunu çok iyi biliyorlar; dünyanın hiçbir ülkesinde teröre karşı Suriye’nin kahraman ordusunun verdiği gibi bir savaş verilmemiştir. Onlarda bunu biliyor. Ama gerçek anlamda teröre karşı olmadıkları için, Esad yönetimini sıkıştırmak için attığı bütün olumlu adımları olumsuz lanse ederek bundan onu köşeye sıkıştırma çabası sergilemektedir. Birde 5 yıldan beri köleleri gibi çalışan vatan hainlerinin ağızlarına birer bal çalmak için çaba sarf ediyor. ABD’nin basına yansıttığı seçimlerin meşru olup/olmaması olayı hiçbir zaman ABD’nin hanesinde olan bir şey değildir bu sadece ve sadece Suriye halkının hanesinde olan bir karardır. Halkta sandıklara giderek kararını vermiştir. Bir halk yönetimi arkasında bu kadar güçlüce durduktan sonra bu yönetimi yeryüzünde dize getirecek hiçbir kuvvet yoktur.
F. A: Röportaj talebimize cevap verdiğiniz için teşekkür ederim.
M. Ural: Ben teşekkür ederim, kolay gelsin.
-----
Yayınlanma: 20 Nis 16
Kaynak: SON HABER / 7 SABAH


Hiç yorum yok: