13 Ocak 2017 Cuma

SİVİL ANAYASA MI ? FERMANYASA MI?




Mihrac Ural -10 Ocak 2017 / Salı – Lazkiye

Ferman, padişah tuğrasını taşıyan kararnamedir. Sultan'ın emir beyanıdır. Yazıcısı kim olursa olsun, Ferman tek kişi yönetiminin özel olarak pohpohlanan hükmünün tecellilerinden biridir. Ferman buyruktur, gücünü tanrıdan aldığı iddiasıyla Sultan'ın hükmünü yansıtır. Bu yanıyla da kutsallık vasfı alır; yazıcısı, taşıyıcısı, buyurucusu için de dualar ve methiyeler yazılır. Yeni anayasa, verdiği selahiyetlerle Cumhurbaşkanını ferman veren bir makam haline getirmekte meclis ve hükümet yetkilerini, yani yasama ve yürütmeyi tek kişide toplayarak saltanat misali ferman devrine geçmeyi öngörmektedir.

İlk oylaması bu gün yapılan anayasa metninin gerçekte bundan önce yapılan 5 anayasadan hiçbir farkı yoktur. Önceki beş anayasası olağanüstü hal koşullarının darbelerin eseri olmuştur. Hiç biri sivil bir anayasa olmadığı gibi bu da baştan sona kadar diktatörlük rejimini meşrulaştırmak için girişilmiş bir paçavra metinden başkası değildir ve Türkiye asla bu anayasayı sırtlamayacaktır.
Son anayasa tartışmaları bile kadim oldu. Çünkü art niyetlerle yapılmaya çalışılan anayasalar eskinin bir devamı olmaktan vesayet altında bulunmaktan ya da biat kültürünün eseri olmaktan öteye geçmemektedir.

Ülkemiz etkin açıdan olduğu kadar, kültürel ve inançsal açıdan bir mozaik dokudur. Bu dokunun gerçekliğini esas almadan yeni sivil ve demokratik bir anayasa oluşturmak mümkün değildir, özgürlükçülük iddiası ise imkansız ötesidir. Bunlara rağmen atılacak her özgürlükçü adım ya da belirleme tek boynuzlu tek etnik yapı tek ırk ya da ulus için geçerli olup ezilen azınlıklar için hiçbir geçerliliği olmayacaktır. Türkiye 20 milyona yakın Kürd halkının ulusal hakları sorunu kadar 8 milyona yakın Arap ulusal topluluğunun da haklarını içeren diğer tüm etnik ve kültürel dokuların haklarına açık ve net ikirciksiz çözüm bulması gereken bir adım olmalıdır. Buna inançları ve kültürleri eklediğimizde sorunun ne kadar kapsamlı olduğunu bilmek zor olmayacaktır. Yıllardır sivil anayasa diyenlerin kendi dar ırkçı, milli hassasiyetleriyle başkasını yok ederek ortaya koymak istedikleri anayasa bu ülkenin gerçekliğiyle uyumlu olmayacağı gibi sorunların da kaynağı olmaya devam edecektir.

Toplumsal barış istiyorsak anaların göz yaşı dinsin diye gerçekten bir işlevsel çabamız varsa bunun demokratik ve özgürlükçü eşit ve adil yeniden yapılanmanın esası olacak bir anayasa olarak tasarlanmalıdır. Tek devlet, tek millet, tek bayrak söylemleri 20.yy Nazizm ve faşizminin söylemleridir.

21. yüzyılda bunda ısrar etmek ölüm denklemine esir olmaktır; biat kültürünün ölüm kültürüyle kesişen duruşu da buradan gelmektedir.

Bu nedenle diktatörlük eğilim, meydan okunarak farklılıkları iç savaşa sürükleyip ezeceğini ilan ederek yapılmaktadır. Yani bu topraklarda yapılan 5 askeri anayasanın 6.sı da tarihin en kaba en hoyrat en pervasız faşizm türlerinden biri olarak dayatıldığı görülmektedir. Bu da din sömürüsü üzerine kurgulanan ve sürü haline getirilen kitle potansiyeliyle çoğunluk galebeciliği yaparak ikame edilmek istenmektedir. Başkanlık sistemi diye ortaya sürülen ve eli kanlı faşist diktatör Erdoğan için yeniden düzenlenen bu anayasa paketi ve oylamaları artık Kürdleri "çözüm süreci" aldatmacasıyla arkalarına takma şansını da kaybetmiş doğumuyla ölümü bir olan faşist bir anayasa olarak tarihe geçecektir. Buradan da yıllardır neden "sivil anayasa" yapma yalanının sürüncemede tutulduğu açığa çıkmaktadır. Bu aldatmalarla bir avuç otu önde tutarak sürüleri kendi çıkarlarını ikame etmek için ileri sürmek, kimilerini de sahte vaatlerle aldatmak işte böylesi bir sonla yüz yüze kalmış olur.
Ancak bu kalıcı bir durum değildir. Türkiye halklarını demokrasi deneyi ne kadar az olsa da onursal ve yaşamsal ilkeler açısından mutlaka uyanıp masayı bu hayasızların başına geçirecek bir moment yakalayabilecektir.

Bu girişten sonra, 6 yıl önce anayasa tartışmalarının alevlendiği bir kesitte yazdığım makalemi bu gün yeniden paylaşarak konuya daha geniş açıdan bakıp okuru bilgilendirmem yanlış olmayacaktır.

ANAYASA MARATONU

Mihrac Ural - 14 Temmuz 2011

Tüm maddeleri demokratik olsa da ortak ülkemizin farklılıklarını tanımayan, onların hak ve hukukunu güvence altına almayan bir anayasa asla demokratik bir anayasa olamaz.
***
14 Temmuz büyük Fransız devriminin yıl dönümüdür (14 Temmuz 1879). insanlık tarihinde önemli bir değişimin de ifadesidir. Fransız devrimi, ortaçağlardan arta kalan köhnemiş siyasal yapıların son bulduğu bir kesitin simgesel tarihidir; statülerin devrimci tarzda aşıldığı bir halk girişimidir. Bu günün anlamlı anısı, ülkemiz statülerinin değişimi yönünde olgunlaşmaya başlayan koşulların dinamizmine bir katkı olmasını diliyorum.

Bu topraklarda 5 anayasa yapıldı. Bu girişimleri önceki makalelerimden birinde şöyle ifade ettim;
“En demokratik anayasaların bile, tarih karşısında geri bir konumu temsil ettiği koşulda, ülkemiz tarihinin hiçbir anayasası denge içinde ve sivil koşullarda oluşturulamamıştır.
135 yıldır kendini tanımlayamayan bir ülkedir Türkiye. Kendi gerçekliğini tanımlayamamış anayasaların ülkesi olarak toplum sözleşmeleri, gergin sözleşmeler olma özelliğini korumaya devam etmektedir. Bu da sık sık balans ayarlarının yapılmasına yol açmaktadır.

Osmanlıdan bu güne 5 anayasa oluşturuldu.
1. Kanun-i Esas-i (23 Aralık 1876). 119 Maddeden oluşmuştur. 7 kez değiştirilmiştir (1909-1918).
2. Teşkilat-ı Esasiye (20 Ocak 1921) 23 maddeden oluşmuştur. 1 Kez değiştirilmiştir.
3. 24 Anayasası (20 Nisan 1924) 105 Maddeden oluşmuştur. 5 Kez değiştirilmiştir (1928-1937).
4. 61 Anayasası ( Referandumda kabulü 9 Temmuz 1961) 157 Madde ve 22 geçici maddeden oluşmuştur. 7 Kez değiştirilmiştir (1969-1974).
5. 82 Anayasası (Halk oylamasıyla 7 Kasım 1982) 177 maddeden oluşmuştur. 16 kez değiştirilmiştir.” (1987-2008). (Mihrac Ural, 3 Ağustos 2010 “ANAYASALAR VE REFERANDUM” makalesi. Link: AYRI VARLIK blogu)

Son değişiklik de 12 Eylül 2010 referandumuyla ayrı bir anayasa gibi çıkarılmaya çalışıldı. Ancak seçim sonrası “yeni, sivil, demokratik bir anayasa için” kolların sıvanmasından da anlaşılacağı gibi bu değişiklik de doğmadan ölmüş oldu.

Bu anayasalara ekler yapıldı sık sık. Ancak bunların hiç biri ülkemizin gerçekliğini temsil edemedi. Son anayasa referandumuyla (12 Eylül 2010) onaylananı dahil tüm anayasalar, aynı akıl ürünü olmuştur. Askeri vesayet ya da askeri vesayete karşı. Anayasaların mantık dokusunda bu denklem yer aldıkça ülkemiz gerçek anlamda demokratik bir anayasa kulvarına girememektedir.

Sorun nerede ? Sorun ülke mozaiği gerçeğinin reddedilmesindedir. Bu inkar, tek boyutlu milliyetçiliği körüklemekte ve buradan gerçek anlamda bölücülük üremektedir. Bunun tetiklediği bir dizi olumsuz, baskıcı, unsurda devreye girmektedir. Derin devlet işlevi öne çıkmakta ülkenin barış içinde bir arada yaşama potansiyelleri çürütülmektedir. Siyasetin kimyası bozulmakta, meşru olmayan güçlerin ahlak dışı müdahaleleri sürecin kesintiye uğramasına yada yara almasına yol açmaktadır. Bu tıkanma, kimlik bunalımı ve kaosun da nedenidir. Bu yüzden tek boyutlu ilkel milliyetçiliğin dayatmaları, farklılıklarımızla barış içinde bir arada yaşama şansımızın azalmasına yol açmaktadır; birbirine güvensizlik, ayrışma bilincini güçlendirmektedir. Demokratikleşme atılımları iflasla, aldatmacayla çökünce, demokrasinin birleştirici etkisi sıfırlanmakta, her bir farklılık kendine ait bir demokrasi arayışına haklı olarak gitmektedir. Ülke böylesi bir büyük enerji birikimi taşıyan fay hattı üzerinde yaşama konumuna gelmiş olmaktadır.

Bu kısa yazıda, bu algıları besleyen nesnel koşulların olduğunu teslim etmek gerek; bu tarihi handikaplar kapsamında mütalaa edilir. Bunun ürünü olan önceki anayasa yazımları, böylece gerçek anlamda bir demokratik anayasa önünde hukuksal algı engelleri dayatmış olmaktadır. Bu da aşılması gereken statüleri belirliyor.

Buradan en özetiyle şunu söylemek yanlış değildir. “Tüm maddeleri demokratik olsa da ortak ülkemizin farklılıklarını tanımayan, onların hak ve hukukunu güvence altına almayan bir anayasa asla demokratik bir anayasa olamaz.”

Demokrasiyi isteyen ülke bu engelleri aşabilen ülkedir.

Bu bağlamda demokratik anayasa oluşturma mücadelesini, siyasi manevraların kumar masası çekişmesi olarak görmek çok sığdır. Anayasa için siyasal mücadele sadece bir sonuçtur. Bu mücadeleyi gerçekçi kılan, genişlik ve derinliğini belirleyen onun nesnel verilerinin olgunluk düzeyidir.Anayasa mücadelesi, bu uğurda yürüyecek mücadelenin iradesini oluşturan nesnel verilere doğrudan bağıntılıdır. Bu veriler, herkese ait ortak bir vatanda egemen ulus, güç, sınıf ya da kastların teslim etmeleri gereken demokratik, siyasal hakları, tarihe inat teslim etmemekte direnmeleri karşısında oluşan haklı siyasal iradeleri olgunlaştırırlar. Bu ise bir güç dengesine yönelir. Nesnel verilerin olgunlaştığı bir kesitte, demokratik hak ve talepleriyle siyasal sahnede yükselen güçler, anayasanın kapsamını da belirleyecek olan güçlerdir. Bu nedenle yeni, sivil, demokratik bir anayasa CHP ile AKP arasında bir hırlaşma, bir med ve cezir olayı değildir. Tam tersine, demokratik anayasa mücadelesi öncelikle, ortak ülkemizin farklılıkları adına demokrasi mücadelesini omuzlayan Kürt halkının ve müttefiklerinin, tek boyutlu milliyetçi siyasal güçlere karşı mücadelesinin bir eseri olacaktır.

Bu mücadelenin üreteceği anayasanın da kalıcı olmayacağını söylemek yanlış değildir. Anayasalar statü belirler. Oysa yaşam dinamiği statüler üzerinde yürümez. Dinamik ve değişkendir. Bu ise demokratik özerklik algısının, daha geniş bir repertuar içinde kavranmasını gerektirir. Çoğulcu etnik ve inanç yapısıyla, çok başkentli ve çok parlamentolu bir sistemin bu gün olmasa da gelecek demokratik anayasalar için bir hedef olması yanlış değildir. Bu da demokratik hak ve taleplerin, ortak ülkemizde yer alan tüm farklılıkların etkin özgün siyasal örgütlenme ve ortak mücadelesiyle mümkün olacağı açıktır.

Farklılıkların özgün siyasal örgütlenmeleri ve ortak mücadelesi aynı zamanda oluşturulacak anayasanın demokratik özü için de gereklidir. Siyasal kararında bağımsız olmayan bir farklı etnik ya da inanç topluluğunun anayasada haklarını güvenceye alması mümkün değildir; bu taşıma suyla değirmen çevirmek olur. Demokrasinin ikamesi böylesi bir durumda mümkün olmaz. Bu nedenle bu gün demokrasi mücadelesini hepimiz adına yürüten güçlere bir an önce omuz vermek için, özgün siyasal örgütlenmemiz ve ortak mücadele kararlılığımızı ortaya koymakla yükümlüyüz.


Hiç yorum yok: